|
Kadife Kale'den İzmir |
Osmanlı yıkılmanın eşiğine geldiği zamanlar, fetret devrine
henüz gelmeden önce Moğollar’ın Anadolu’ya akınları devam ederken türkler
Sakarya ile bu şehrin arasına sıkışmıştı. Bunu fırsat bilen Şeyh Bedreddin bu
şehrin kasabalarında örgütlenme yaptı. Tüm bunlardan da önce Doğu Roma’nın
başkenti İstanbul’un haçlı seferleri ile işgal edilmesi ve 100 yıl kadar burada
kalmaları sebebiyle Roma imparatoronun İznik ve bu şehirde gücünü topladı.
Odysseia destanı bu şehirde yazıldı. İzmir’in sokaklarında kaybolacağız.
Öncelikle Trakya’dan İzmir’e gitmek istendiğinizde fiyatların
cep yaktığını unutmamak gerekir. Öyle ki Çorlu’da bir havaalanı olmasına rağmen
sürekli seferlerin olmaması şehirler arası otobüs firmalarının fahiş fiyatlar
çıkarmasına sebebiyet veriyor. Bu yüzden İstanbul Esenler otogarına gitme
ücreti de dahil olmak üzere İzmir’e İstanbul üzerinden gitmek daha uyguna mal
oluyor. Buraya kadar bahsettiğim tabi ki kara yolu ile olan taraf. Uçak ile
gitmek isterseniz Atatürk havaalanı bilet fiyatları pahalı olmakla birlikte
İstanbul’un başka bir ucunda bulunan Sabiha Gökçen’in ücretleri oldukça makul.
Ama hayır ben hem avrupa yakasından binmek, hemde ucuz olsun uçak diyorsanız o
takdirde yeni açılan İstanbul havalanı ile uçağa binebilirsiniz. Ancak
unutmamanız gereken bir konu var ki o da bu havaalanı ile ilgili güvenlik
zafiyetleri had safada olması. Adnan Menderes
havaalanına iniş yaptığınız zaman gitmek istediğiniz çoğu yere gerek belediyenin
işlettiği ESHOT otobüsleri ile gerekse Havaş ile varabilirsiniz. Ben otobüs
firmalarından Kamil Koç’u seçtim. Esenler’den İstanbul’a internet üzerinden
sadece gidiş ücreti 64 lira olmakla birlikte bu ücrete Kamil Koç kartınız
olduğu zaman %20 indirim daha yapmakta. Normal şartlarda arabayla
İstanbul’dan en fazla 8 saat süren yol
Kamil Koç firmasının ortalama her 1 saat içinde 2 defa her hangi bir yerde
durması yetmiyormuş gibi birde üstüne 4 saatte İstanbul içinden çıkmaması ve 3
saatte bir mola veriyoruz diye yarım saat durması sinirleri zorlamakta. Bornova
girişinde ki kolluk kuvvetlerinin rutin
olarak otobüs durdurmasınıda tüm bunların yanına eklediğimiz zaman İzmir
terminaline varmamız 11 saati geçti. Servisin hemen kalkması sinirlerimizi biraz
yumuşatmışken istenilen yerde aracın durmaması yine sinirlerimizi geriyor.
Bizim gibi otobüs ile gelenler için uyuyup toparlanmak şart artık. Gezimize
ertesi gün başlayacağız.
|
Kadife Kale'den yeşil dere'ye bakış |
|
Kadife Kale'nin kapısı |
|
Kadife Kale'de yer alan Sarnıç |
İlkgün Buca’da güzel bir serpme kahvaltı yapıp kendimize
geliyoruz.Fiyatlar İstanbul’a göre makul düzeyde. Buradan çıkışta daha önce
büfelerde satılan
İzmirim otobüs
kartlarıyla bir aktarma yapıp toplamda iki otobüs değiştiriyoruz. Kadife
Kale’ye çıkarken İstanbul’un Tarlabaşı mahallesinde ki gibi kent yoksullarının
yoğunluklu bulunduğu sokaklardan tırmana tırmana Hava şehitliğinin önünde
iniyoruz. Ama şansımıza şehitlik kapalı. Burada 18 Mart kutlamalarının yanında
özel günlerde anmalar yapılıyor. Kaleye doğru yürümeye devam ettiğimiz zaman
İzmir’in oldukça yukarısında kurulan bu alan
şehre tamamen hakim panoramik bir gösteri sunuyor bize.
Nerelere gideceğimizi kuş bakışı olarak
görmek, birde üstüne İzmir’in tüm ihtişamına şahit olmak çok mutlu ediyor
insanı.
Biraz daha yukarı çıkıp nihayet kaleye
ulaşıyoruz. Bu yer hakkında bir çok rivayetler mevcut olmakla birlikte yayıngın
inanca göre, Büyük İskender’in doğu seferleri sırasında birkaç saatlik
dinlenmek amacıyla avlanmak için gittiği ormanda ki yanından su kaynağı akan
ağacın önünde uyurken
rüyasında gördüğü iki
tanrının burada şehir kurması gerektiğine dair söyledikleri üzerine dönemin
ünlü kahinlerinden birisine sorup,rüyanın onayını almasıyla birikte şehirin ilk
tohumları burada atılır. Ancak bu anlatılanlar hakkında Büyük İskender’in
İzmir’e geldiğine dair resmi bir kaynak mevcut olmamakla birlikte söz konusu
durum daha sonra Roma sikkelerinin arkasında resmedilir.
Yapı bittikten hemen sonra Kadife Kale’nin
dışında şehrin kurulmasına izin verilmez. Ceneviz’liler dahil bir çok devlete
ev sahipliği yapar. Şehirin belli bir dönem sadece kadınlar tarafından yönetildiğine
dair rivayetler mevcuttur.
Öyle ki bu
rivayetlerden birisi Kadife kalenin günümüze kadar olan Kadife ismine kadar
gider.
Evliya Çelebi
Seyehatname’sinde dahi bahsedilen bu sürece
göre günümüzde Kadifekale olarak bilinen tepeye Türk döneminde Kadifekale
adının verilmesi İzmir’in içinde bulunduğu bölgeye hükmeden Kraliçe Kaydafe’den
kaynaklandığı ve zaman içinde bugünkü haline dönüştüğü genel kabul görülür.
Kaleyi Türkler elegeçirdiği zaman bir daha savunma yapılmaması için Mehmet
Çelebi, kalenin surlarını yıktırır. Yıktırır çünkü kale öyle güçlüdür ki,
şehrin tüm kale dışı kasabaları ele geçirilse bile kalenin içi asla ele
geçirelemez. Buna rağmen onun torunlarından biri olan Fatih Sultan Mehmet
kalenin surlarını tekrar onartır. Kalenin içine girdiğimiz zaman daha önce
klise olan ama daha sonra cami olarak 18.y.y’a kadar kullanıldığı tahmin edilen
bir cami kalıntısı bulunur.
Caminin
hemen yanında su deposu için kullanılmak üzere sarnıçlar mevcut.
Sarnıçların biraz ilerisinde su taksimleri
mevcut. Şu anda bu taksimlerin üstünde İzmir Su var. Kalenin iç tarafında
yapılaşmalar dikkatimizi çekiyor. Bu yönüyle diğer gezilerimizde de karşımıza
çıkan sur içi yapılaşma geleneğinin burada da devam ettiğini görebiliyoruz.
Kentsel dönüşüm, tarihi koruyoruz adı altında yıkımlara devam ederken kaleye
doğru çıkmış. Ancak buralarda alış veriş merkezi yapılacağının herkes
bilincinde. Surlardan bir tanesinin üstüne çıkıyoruz şimdi de. Manzara nefes
kesici.
İşin ironik tarafı bunca tarihe
rağmen burada ziyaretlere gelen çoğu kişi bura hakkında kısıtlı bilgilerden
haberi olmamakla birlikte sadece manzarayı izlemeye geliyorlar. Şeyh
Bedreddin’in örgütlenme merkezi gibi olan Karaburun ufukta gözüküyor.
Kentin tamamı ayakların altında. Önümüzde
körfez, arkamızda dağın eteklerine yapılmış olan İzmir. Sınıfsal farklılıkları
yapılaşmaların şeklinden hemen anlayabiliyoruz burada.
Şimdi
gözlerimizi kalenin eteklerinden birine kurulmuş olan Agora’ya çeviriyoruz.
Oraya bakarken aklımıza kazıların devam ettiği
bir çok yazıda belirtildiği geliyor. Acaba durum böyle mi? Şimdi güzergahımızı
o tarafa çeviriyoruz.
Aşağa inme vakti…
Tekrar kent yoksullarının evleri arasından belediye otobüsü kıvrıla kıvrıla
aşağıya iniyor. Şimdi Eşrefpaşa caddesindeyiz. Bu caddenin kabadayıları
meşhurmuş. Hani ayakkabısının topuğuna basanından. Şimdilerde spotçular
sokakları zincir gibi kaplamış. İstanbul’un Tahtakale semtine oldukça benzeyen
bu cadde Agora’ya kadar dayanıyor.
Caddenin sonlarına doğru Agora hamamı bizi
karşılıyor. Onu görür görmez sağa sapıyoruz. Artık dönemin çarşısındayız. Giriş
ücretli. Müze kartı olanlar ücretsiz girebilir ama. 12 liraya içeri giriyoruz.
Alanda uzun zamandır kazı yapılmıyor. Kadife Kale’de ki kentsel dönüşüm gibi
burada da kazıların şehrin tamamına yayılacağından korkulduğu belli. Alanın sağ
tarafında
Eşrefpaşa mezarlığının
kalıntıları mevcut. Öyle ki, Helenislik dönemden günümüz Cumhuriyet’in
kuruluşuna kadar burası mezarlık olarak kullanılmış. Burada ki yapılardan
çarşının meydanı olduğunu anlıyoruz. Sütunlardan bir çok kalıntı parçaları
ortada toplanmış. Sağlam sütunlar ayakta dimdik duruyor hala. Aşağıya iniyoruz.
Burasının 4 katlı olduğu tahmin edilmesine rağmen 2. Kat’dan daha aşağıya
inilmemiş durumda. Su kaynakları bizi karşılıyor. Kaynağın nereden geldiği
belli olmamakla birlikte o dönemden günümüze halen su borularının sağlam
kalması bizleri şaşırtıyor. Sarnıç kalıntılarını görünce çarşının aşağı
tarafının su deposu olarak kullanıldığını anlıyoruz. Öyle ki, halen az da olsa
su kanallarından sular akmaya devam ediyor.
Agora’nın üst tarafı yine İstanbul Tahtakale gibi borsacılar ve halk
mahkemelerinin kurulduğu bilinmekte. Yeri gelmişken söylemekte yarar var:
Roma’nın şehir planlamacılığında diğer şehirlerden farklı bir yapılaşma
yapmadığı için Osmanlı’dan da daha ilerde mimari yapılaşma yapabildiğini
anlayabiliyoruz. Ancak Roma’nın da Helenislik dönemden çok şey öğrendiği, öyle
ki Agora’yı asıl kuranların Helenler olduğu bilinmekte. Tüm bu dönemlerden de
Osmanlı mimarisinin etkilendiği yapılaşmalardan çok açık bir şekilde ortada.
Agora’da bu örneklerden bir tanesi.
Agora’nın şehrin çarşısı olduğu
düşünüldüğünde halen bu geleneğin devam ettiğini bilmek hoşumuza gidiyor.
Caddenin hemen hemen sonunda bulunan Agora’ya sapmadan önce yol üstünde irili
ufaklı bir çok sinegogdan yahut kiliseden camiiye çevrildiği belli olan
ibadethaneler dikkatimizi çekiyor. Kimisi yaşlı, kimisi genç olan bu yapıların
içinde ibadet saati olmadığı sıralarda gezilebilir elbette.
Agora’dan çıkıyoruz şimdi. Yine Eşrefpaşa caddesinin az
ilerisinden tarihi bir Pazar karşılıyor bizi: Havra sokağı. Sokak bir nevi
İstanbul Kadıköy’de ki balıkçılar çarşısına benziyor. Pazarcılar çeşitli
şekillerde şovlarını yapıyorlar.
Manav bağırıyor: “domatezlerimizi tazeeee….
Buyruuuunnn” Kasap’da ona benzer şeyler söylüyor. Balıkçı zaten buranın en
eskilerinden.
Sokak bitince
Kemeraltı’na resmi olarak giriş yapıyoruz. Resmi olarak diyorum çünkü çok geniş
bir bölge Kemeraltı olarak anılıyor burada. Bunun içinde Havra Sokağı’da dahil.
Bu çarşıya bizim gibi gezmek için geliyorsanız eğer, sokaklarda kaybolmak tarih
içinde yüzmek gibi gelebilir size. Bu yönüyle de Edirne’yi anımsatıyor bize.
Resmen bir dönemi dondurmuşlar gibi. Kızlarağası’da kum pişmiş Türk Kahvesi
içmek bu kadar uzun yolun tüm yorgunluğunu alır.
Kızlarağası hanı, İzmir’deki hanların en büyüğü ve en görkemlisidir. Anıtsal bir özelliğe sahip olduğu gibi, mimari özelliği bakımından tek örnek olması Osmanlı hanları arasında ona özgünlük kazandırmakta. Yakup Bey tarafından, 1598 yılında yaptırılan ve günümüzde İzmir'in en büyük camisi olan Hisar Camisi'nin batı yanının birkaç metre yakınına inşa edildi. Vaktiyle deniz kenarında inşa edilen han zamanla denizin dolması sebebiyle sahilden 200 metre kadar uzak kaldı. “Ben buraya girmeden bir yemek yesem iyi olacak” diyorsanız eğer, az ileride bulunan Bergama Köftecisinden köfte yemenizi tavsiye ederim. Porsiyonu azdır ama acılı köftesi gerçekten güzeldir. Buradan çıkıp yol boyunca ara sokaklarda seprilmiş bir çok Osmanli camiisini görebilirsiniz. Bunların içinde de aynı Eşrefpaşa’da ki gibi sinegogdan çevrilmiş bir çokları da mevcut.
Pasaport iskelesine gelmeden önce Konak Pier isminde şimdilerde
alışveriş merkezi olarak kullanılan bu yer Fransız gümrüğü olarak 19. yüzyılda
yapılan, ardından kılavuz kaptan köşkü, balık hali,otobüs hareket amirliği, bir
bölümü deniz kuvvetleri tesisi gibi birçok alanda kullanıldı.
Alsancak iskelesinin hemen üstünde alış verişlik yahut da
gezebilecek her hangi bir şey olmayan Kıbrıs şehitleri caddesinde öğlen
saatlerinde sadece kalabalık ile birlikte gezmek ayrı bir keyif. Ancak bizim pek
de vaktimiz yok buna. Sizin varsa tavsiye sebebi.
Caddenin hemen yanında yer alan Can yücel sokak öğrencilerin
ucuz mekanlar olması sebebiyle uğrak yerlerinden bir tanesi. Burada yer alan
dilimi 4 liraya butik Vegas Pizza’da birkaç dilim pizzaları midenize
indirebilirsiniz.
|
Kemar Altı'da bulunan Sinegogdan çevrilmiş Cami |
Yeri gelmişken şunu da belirtmekte yarar var: çok kere
İstanbul ile İzmir’i karşılaştırdığımız düşünebilinir ancak kültürü korumak
anlamında yanlış ne yapılırsa yapılsın bu kültürü en az İstanbul kadar
koruduğunu görebildiğim ve İstanbul’a en yakın şehirlerden bir tanesi İzmir.
Dolayısıyla bir yarış gibi değil ancak güzellik olarak karşılaştırma yapmaya
çalışıyoruz.
Bir çok şehirde tarihi yapı üzerinde bilgilendirme yazıları
mevcutken İzmir’de bunun hiçbir şekilde söz konusu olmadığını görüyoruz. Bu
kadar güzel bir şehirde nasıl bunun yapılmadığına anlam veremeden yolumuza
devam ediyoruz.
Şimdi ki yönümüz Asansör. İzmir dergisi’nde yazan bilgilere
göre Asansör hakkında şu bilgilere ulaşabiliyoruz: “
yapının tarihsel süreçteki durumu
incelendiğinde (…) işadamı Şerif Remzi Reyent’e satıldığı, daha
sonra yeğeni Ayla Öktem’e miras kaldığı, 1983 yılında Öktem’in binayı
İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağışladığı, 1985’de
elektrikli sisteme dönüştürüldüğü, 1992-1994 yılları arasında ise
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edildiği
öğrenilmektedir. Söz konusu tarihlerde, ana yaklaşım aksı ile
birlikte değerlendirilerek onarımı gerçekleştirilen yapı, halen
İzmir Büyükşehir Belediyesi mülkiyetinde ve işletmesindedir.” Bunların
yanında Asansör için kabaca söylemek gerekirse iki semt arasında merdiven
çıkmadan bağı kurmak için kurulmuş.
|
Tarihi İzmir Asansör |
Asansör ile üst kata çıktığımız zaman Kadife kale kadar
olmasa da İzmir’i bu sefer güney batı açısından görüyoruz. Asansör’ün yanında
ki dar iki alanın açısı rahat rahat gözlemlenmeye izin vermese de Asansör’ün
hemen yanında kurulmuş olan belediye lokantasında atıştırmalık yemekleri uygun
ücretlere önümüzde yer alan manzara ile birlikte yiyebiliriz.
Asansör’den tekrar Milli Kütüphane caddesine indiğimiz
zaman, dilerseniz soğuk içeceklerimizi ahşap veya taş bir konağın içinde
içebiliriz. İçeceklerimizi de içip güzel bir sohbetten sonra cadde de
ilerlemeye devam edebiliriz. Şimdilerde caddeye ismini veren Milli kütüphane
yıkılmış ve yerine yeni bir kütüphane inşaatı yapılırken tiyatro salonlarının
caddeye serpilmesi caddeye güzellik
katıyor.
Yolun sağ tarafını başka bir cadde kesiyor. Bu caddeden
yukarı doğru çıkıp Arkeoloji müzesine giriyoruz. Ama ondan önce aynı bahçeyi
kullanan etnografya müzesine gidiyoruz. Müze 3 katlı olmasına rağmen sadece bir
katı kullanılıyor. Pek özen gösterilmemiş ege bölgesinde ki giyim kuşamlar
sergileniyor burada. Binadan çıkıp,
hemen karşısında ki arkeoloji binasına giriyoruz. Burası kültür bakanlığında
yer aldığı için müze kart ile ücretsiz giriş yapabilirken aynı zamanda müze
kartınız yoksa 12 lira bilet ücreti verip de giriş sağlanabiliyor. Üç katlı
müzenin iki katına ziyaret gerçekleştirilebiliniyor. İlk kısım insanlık tarihi
ile başlarken daha sonra Anadolu’nun tarihi ile devam edip en sonunda Ege ve
İzmir bölgesinin arkeolojik kalıntıları yer alıyor. Müzede yönlendirme
tabelalarının olmaması karışıklığa sebebiyet verdiğini de söylemek gerek.
Normalde müzenin hemen altında oyuncak müzesi yer alıyor
ancak bizim ona uğrayacak vaktimiz pek yok. O yüzden oraya uğramadan Konak
iskelesine geçiyoruz. İskelede bisiklet kiralamak için bisim kartlarımızı 5
liraya alıp 10 liralık dolduruyoruz. Saati 3 lira olan bisikletlerimize
atlıyoruz. Şimdi ki hedefimiz körfezi gezmek. 2.Abdülhamid’in saltanatının yıl
dönümü anısına kendi tarafından yaptırılan, Alman kraliyeti tarafından da saati
armağan edilen Konak saat kulesinden başlayıp, karşı yakaya varmaya çalışacağız
pedallara basarak. Ama unutmayın kordon boyu bittiği zaman bisiklet yolu da
bitiyor. Dolayısıyla TEM ile bazen yan yana gidiyoruz. Dikkatli olmakta yarar
var.
Ama birde işin güzel bir yanı
olarak bisikletlilere İzmir’lilerin saygı göstermesi diğer şehirler açısından
artı puanları da oluşturuyor.
Hazır konu ulaşıma gelmişken, ufak bir tavsiyede de
bulunmakta yarar var: İzmir, İstanbul’dan gelmiş kişiler için oldukça kısa
mesafelerden oluşmasına rağmen sürekli tranvay, otobüs, tren ve vapur çilesi çeken bir yer.O yüzden
internetten sürekli olarak saatleri kontrol etmemiz şart. Aksi halde
beklemekten ayaklarınızda derman kalmayabilir.
Şimdi Bostanlı pazarı (Bospa)’ya uğrayalım. Oldukça revaçta
olan bu Pazar, İzmir pazarlarına göre pahalı olmakla birlikte İstanbul’a göre
makul düzeyde.
İsterseniz yine karşı yaka çarşı da kumrucu şevki’de kumru
yiyebilir, akşam da bira patates yapabilirsiniz.
İzmir’in büyük yangınları söndüğü zaman tarihini de yanında
götürdü. O yüzden o günden bu güne fazla kaynak kalmadı.
Birkaç günde İzmir’i geze geze bitirmek mümkün değil. Bu
ancak 80 günde devri alem ile olabilir bu. Her sokakta her caddede bir tarihin
olduğu bu şehirin Helenistlik ismi Smryna. Smryna’nın günümüzde ki anlamı güneşin doğdu yer.
Güneş her akşam batarken son ışıklarıyla Smryna’a veda eder ertesi sabaha kadar…
---
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.
https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz
Yorumlar
Yorum Gönder