İki tablonun gücü!
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
“Kaplumbağa terbiyecisi” ile “Mihrap (Yaratılış)” isimli
tabloların Osman Hamdi tarafından yapıldığını; hatta bu tablolardan ilkinin çok
yüksek bir fiyata (Beş milyon lira – ki o zamanlar altı sıfır vardı) satıldığını
hemen hemen herkes bilir. Peki ya “Kaplumbağa Terbiyecisi’nin” gündemimize ilk
nasıl girdiğini, fiyatının neden bu kadar pahalı olduğunu ve “Mihrap” isimli
tablonun da Demir Bank’ın envanterinden TMSF el koyduğu sırada kaybolduğunu kaç
kişi biliyor? Şimdi gelin bu iki tablonun hikayesini bir de benden okuyun…
Bir hayatı bir blog sayfasına sığdırmak oldukça zor. Ancak
buna rağmen iki tablonun hikayesini öğrenmek için bundan sonra yazılanlar elzem…
Bir önceki paragrafta sorduğum bütün soruların cevabını
bulmamız açısından önce tabloları yapan Osman Hamdi’nin kim olduğuna bir bakalım;
Arkeolog, sanat tarihçisi, ressam, müzeci, Kadıköy belediyesinin bilinen ilk
belediye başkanı. Bu kadar çok unvanı taşıyan birinin hayatının tam bir
doğrultuda gittiğini belirtmek kendimizi kandırmak olur; ama bu durum başarısız
olduğu anlamına gelmiyor elbette.
Sakız adasında çıkan bir isyan, henüz doğmamış olan Osman Hamdi’nin hayatını değiştirmiş. Bu isyan, Osmanlı donanması tarafından çok sert biçimde bastırılıyor. Adadan kaçan Rum asıllı insanların bir kısmı İzmir’e gidiyor. İşte bunlardan bir tanesi de İbrahim Ethem Efendi. Henüz çocuk olan Ethem, şehirdeki köle pazarında bir kapatan-ı deryaya satılıyor. Çocuğu olmayan bu rütbeli kişi, başka çocukları köle gibi değil çocuğu gibi bakıyor. Yeni babasının Ethem’i Paris’e okumaya göndermesiyle Türkiye’nin ilk maden mühendislerinden bir tanesi haline geliyor. Sadrazamlıkta dahil olmak üzere birçok bürokratik mertebede yer alıyor. Saray içinden bir kadınla evleniyor ve altı çocukları oluyor.
İşte
bunlardan en büyüğü Osman Hamdi. Takvimler 1839’u gösterip Tanzimat fermanı
ilan edildikten üç yıl sonra doğan Hamdi, on sekiz yaşına gelince babası
tarafından (padişahında izniyle) iki arkadaşıyla (Şeker Ahmed, Süleyman Seyyid)
Paris’te hukuk okumaya gönderildi. Burada
bir yandan arkeoloji ve sanat derslerine girerken öte yandan doğuyu (Avrupa’ya
göre) ve şarkı çizen oryantalist temsilcilerinden Jean Leon ve Gerome’dan ders
aldı. On iki yıl burada kaldıktan sonra buradan Şam’a gidip hem Ahmet Mithat Efendi
ile arkadaş oldu hem de çeşitli incelemelerde bulundu.
İstanbul’a Avrupa eğitimi almış ilk üç ressamdan biri olarak
dönen Osman Hamdi, çeşitli bürokratik
işlerde çalıştı. Önce, 2.Abdülhamid emriyle Mimar Sinan Üniversitesi’nin temeli
olan Sanayi-i Nefise Mektebi’ni kuran Hamdi, ikinci olarak İstanbul Arkeoloji
müzesinin temelini atıp 29 yıl boyunca müdürlük yaptı. Yetmedi, Lübnan’da arkeolojik
kazılara öncülük edip dönüşte de Adıyaman’da bulunan Komagene krallığının
kazılarına dahil oldu.
Yaşadığı bütün bu süreçler ona çok şey kattığından hiç şüphe
yok. O kadar ki bu durumların hepsi tablolarındaki tema ve figürlere yansıdı.
Anadolu’da ilk kez “baş karakteri insan olan” tablolar yaparken, söz konusu
karakterleri kendisi yahut yakın çevresinden resmetti. Tabloların özellikleri
arasında metaforlar kullanmasıyla dikkat çekti. Pirimitif geleneği gibi resmedeceği
tablo için önce uygun gördüğü mekânın fotoğrafını çekip daha sonra bu
fotoğrafın kopyasını tabloda tema olarak kullandı. Figürlerini resmederken de
tabloyu karelere bölerek resmine başlardı. Ana figür, genellikle kendisi
olurdu. Örneğin konumuz haricindeki “Cami önünde” isimli tablosunda üç Osman
Hamdi yüzü görürüz; aynı şekilde “Yeşil Cami’de Kuran dersi” isimli tabloda da
iki Osman Hamdi yüzü dikkat çeker.
Kaplumbağa terbiyecisi tablosuna geldiğimizde, tablonun
neden bu kadar pahalı olduğundan da önce tabloda ne anlatılmaya çalışıldığına
bakmakta yarar var. Baştan belirtelim; söz konusu tablo Osman Hamdi’den oldukça
fazla parça taşıyor.
Öncelikle hangi renklerin neden kullanıldığını sadece sanat tarihçileri bilebilir elbette. O sebeple bu kısmı geçmek zorundayım. Bunun haricinde yavaşlığıyla dikkat çeken beş kaplumbağadan üçü pencerenin aydınlık tarafında bulunurken, ikisi karanlık tarafa doğru ilerliyor. Bunun yanında ayakta kırmızı kıyafetiyle ve hemen hemen her caminin önünde bulunabilecek şekilde kaftanı olan kırmızı giyimli kişi, ellili yaşlarında yorgun yüzüyle dikkat çekiyor. İki elini arkaya bağlamış ama dikkat çeken taraf elleri boşta değil; bir kaval duruyor. Sırtında ufak bir tambur. Boynuna doladığı ufak ipin ucunda da tamburu çalmak için yıpranmış bir tokmak. Aydınlık taraftaki kaplumbağaların önünde yapraklar var. Henüz hiç birisi yaprakları yememiş. Pencerenin yanındaki duvarlar, kaplumbağa terbiyecisi gibi yıpranmış. Pencerenin hemen önünde bulunan ahşaba Arapça bir yazı işlenmiş; “Kalplerin şifası sevgi ile buluşmaktır” Tablonun yapım tarihi 1906.
Ancak bir sene sonra tablo tekrar yapılıyor. Bu kez dünürüne hediye için! İkinci tablo birincisinden farklı. Camın önünde bulunan ahşaba bu kez “Allah, Muhammet” yazılmış. Tema daha aydınlık. Camın önünde su testisi var; diğerinde yoktu. Belki de iki tablo arasındaki tek ortak yan, temaların büyük kısmını kaplayan Bursa Yeşil Caminin ikinci katındaki altıgen çiniler.
“Sanat için tek bir anlam çıkarmak mümkün değildir; çıkartılırsa
zaten bu sanat değildir” düsturu ile hareket eden biri olarak iki ayrı zamanda
yapılmış “kaplumbağa terbiyecisi” tablosunu
yorumlamak zordur ancak benim de destek verdiğim, çok sayıda sanat tarihçisinin
katıldığı yorum şu şekilde:
Kaplumbağalar, bürokrasi ve yeniliğe kapalı toplumu
göstermekle beraber, ışığın tarafında olanlar bir nebze olsun değişebilir umudu
taşımakta. Karanlık tarafa doğru giden iki kaplumbağa ise hiçbir surette
değişmek istemeyen kişileri temsil etmekte. Resmin büyük kısmını kaplayan baş
figür, sanat ile bunu değiştirmeye çalışmakta ancak başarılı olamadığı için pencerenin
önünde bulunan işlemede yazdığı gibi tek kurtuluş yolu “kalplerin şifası sevgi
ile buluşmaktır” başka bir ifade ile
söylenirse eğer sevgidir. Baş figürün sırtında taşıdığı kaplumbağa şeklindeki
tambur ise kendisinin de her ne kadar aydında olsa bu toplumun içinde yaşadığı
için ufak bir şekilde etkilendiğini gösteriyor. Böylelikle bir öz eleştiri
yapmış oluyor.
Bu öz eleştiriyi nereden biliyoruz? Osman Hamdi’nin İstibdat
döneminde 2. Abdülhamid ile çalıştığı bir sır değil. Hatta bazı çevreler tarafından
Yıldız Sarayından hiç çıkmadığına dair eleştiriler alıyor. Yetmiyor, bu konuda yakın
çevresine yazdığı mektuplarda alttan alta rahatsızlığını dile getiriyor. Ancak
aynı Hamdi, Hürriyet devrimi gerçekleştikten hemen sonra özgürlüğe kavuştuğuna
dair de yine yakın çevresine mektuplar yazıyor. Bir de üstüne baş karakterin
Osman Hamdi olarak tasvir edilmesi eklenince “o tamburun şekli boşuna değil”
diyesi geliyor insanın.
1907’de yapılan
ikinci kaplumbağa terbiyecisi tablosu hakkında pek fazla yorum bulunmuyor. Hal
böyle olunca “ikinci tablo ile birinci tablo arasında neden bu kadar fark var?
Hangi koşullar değişti? Hangisi değişmedi?” Soruları ortada duruyor.
Gelelim “Mihrap” diğer adıyla “Yaratılış” isimli tabloya.
Aslında Osman Hamdi, söz konusu tabloya hiçbir şekilde isim vermedi. Ancak sanat
tarihçilerinin tabloda kullanılan temaları dikkate alarak kullandıkları isimler
bunlar oldu.
Mihrap tablosuna gelirsek; yine bir oryantalizm örneği ile
karşı karşıyayız. Baş örtüsü olmayan, göğüs dekoltesi varmışçasına açık; yan
profilden hamile bir kadın görüyoruz: Osman Hamdi’nin kızı. Arkasında mihrap
olan kadın oturur pozisyonda. Resmin dikkat çeken yönlerinden bir tanesi, mihrabın
içi haricinde her tarafının aydınlık olması. Kadın sarı bir giysi giyinmiş; göz
alıcı şekilde parlak bir renk. Ayaklarının altında Kuran, Budizm ve Zerdüştlük
kutsal kitapları var. Muhafazakâr kesim tarafından dini değerleri aşağılamakla
suçlanmasına sebep verdi bu durum. Hal böyle olunca 2014 yılında bir
üniversiteye ismi verilmesi için önerge verilince mecliste ciddi tartışmalara yol
açtı.
Peki gerçekten bu böyle miydi? Neden batı dinleri yoktu da
doğu dinleri vardı? Aslında cevap basit: Yaşadığı topraklardaki dinleri
eleştiriyordu Osman Hamdi; hem de biz şu anda bunu yapma cesareti bile bulamadığımız
anda!
Yazının başında belirtmiş olduğum Osman Hamdi’nin hocası
olan Jean Leon’ın kendisi öğrenciyken hocasıyla birlikte Paris’ten Vatikan’a
gitti. Buradaki şapellerden çok etkilenen Leon, ustalaştığı zaman öğrencilerine
de bu etkiyi verdi. Bu durum, Mihrap’ın Adem’in yaratılışı isimli Michelangelo’nun
resmine içerik olarak benzemesiyle sonuçlandı; yaratılış miti! Lakin tek
farkla. Osman Hamdi: materyalist!
Osman Hamdi’ye fotoğraf çekimi ile kopyacı demiştim. Şimdide
bu konuyu daha fazla açmak istiyorum. Elbette dönemin ilklerini taşıyan kişi kopya
çekmekten başka bir şey yapamaz; bu bir kenara. Asıl demek istediğim Kaplumbağa
terbiyecisi tablosunu nereden esinlendiği? Şam’da bulunduğu sırada babasının
gönderdiği Fransızca dergilerin birinde, Japonya kaynaklı bir karikatür
dikkatini çekiyor; yaşlı bir adam kaplumbağaları elindeki tefle eğitmeye
çalışıyor!
Peki ya Mihrap? O da yine Jean Leon’un yapmış olduğu bir
kadın heykelinin resim hali. Tek fark var: Birisi sol peyzajdan yapılmış,
diğeriyse sağ peyzajdan!
Bütün bu uzun anlatımlardan sonra gelelim neden herkesin yüzyıl
gibi bir zaman sonra tablonun bu kadar popüler olduğuna…
Öncelikle hikâye yüzyıl sürmüyor. Aksine her şey tablo
koleksiyoncusu armatör Salim Birkök’ün oğlu gibi büyüttüğü evlatlığını
öldürmesiyle başlıyor. Salim, kasten öldürmek suçundan hapis cezasına
çarptırılıyor. Zaten yaşlı olan Salim, cezasını çekmeye devam ederken bir sanat
tarihçisi ziyaretine geliyor. Yalısındaki tabloları görmek istediğini söylüyor.
Salim kabul ediyor. Sanat tarihçisi profesör, yalının içinde on tane Osman
Hamdi’ye ait tablo tespit ediyor. Bu durumu makalelerle yazıyor ve kamuoyunda
yankı uyandırıyor. Salim’in ölümü sonrası alacaklılar malları paylaşırken
tabloların tamamı resim heykel müzesine devrediliyor. Müzenin açık arttırması
karşılığında Erol Aksoy, İktisat bankası adına satın alıyor. Ancak 2004 yılında
bankanın iflası neticesinde TMSF, tabloları açık arttırmaya çıkarıyor. En
yüksek rakamı veren (yazının başında belirtildiği gibi beş milyon lira!) Koç
holding, kaplumbağa terbiyecisi tablosunu Pera müzesine bağışlıyor. [1]
İkinci kaplumbağa terbiyecisi tablosuysa şimdilerde Atlı
köşk olarak bilinen Sabancı müzesinde sergileniyor. Paris’te tesadüf eseri müzayedeye
çıktı ve tablonun değeriyle kıyaslandığında oldukça ucuza alındı.
Mihrap isimli tablonun kaderiyse pek iyi değil maalesef. Başta
da belirttiğimiz gibi TMSF tarafından el konulan bankanın “envanterinde gözüken”
ancak ne olduysa (!) birden yok oldu. Nereye gittiği nasıl gittiğine dair ufak ipuçları
haricinde pek bir şey yok.[2]
Bu uzun blog yazısını Osman Hamdi Bey’e teşekkür ederek bitirebilirim
elbette ama eklemek gereken en az onun kadar önemli bir konu var: Burjuvazinin
neden bu kadar sanata düşkün olduğu…
Burjuvazi orta çağdan beri hiçbir zaman aslında sanattan
anlamadı ama buna rağmen müthiş ilgili. Peki neden? Cevap oldukça basit aslında:
Çok fazla sıcak parası (bu konu özelinde başka bir deyişle artık değeri) olan
burjuvazi parasını stoklayacak yerlerden bir tanesi olarak sanatçıların
eserlerini görüyor. Dolayısıyla buna uluslararası anlamda “çek” bile
diyebiliriz.[3]
Sonuç olarak, iki tablo mu bizi buraya kadar getirdi yoksa Osman Hamdi mi yahut da sanatın gücü mü bunca bilgiyi yazmama rağmen bilemiyorum!
[3] Meraklısı https://www.artfulliving.com.tr/sanat/sanat-piyasalarinda-kara-para-i-3255 adresine bakabilir
---
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder