20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

İki tablonun gücü!

“Kaplumbağa terbiyecisi” ile “Mihrap (Yaratılış)” isimli tabloların Osman Hamdi tarafından yapıldığını; hatta bu tablolardan ilkinin çok yüksek bir fiyata (Beş milyon lira – ki o zamanlar altı sıfır vardı) satıldığını hemen hemen herkes bilir. Peki ya “Kaplumbağa Terbiyecisi’nin” gündemimize ilk nasıl girdiğini, fiyatının neden bu kadar pahalı olduğunu ve “Mihrap” isimli tablonun da Demir Bank’ın envanterinden TMSF el koyduğu sırada kaybolduğunu kaç kişi biliyor? Şimdi gelin bu iki tablonun hikayesini bir de benden okuyun…


Bir hayatı bir blog sayfasına sığdırmak oldukça zor. Ancak buna rağmen iki tablonun hikayesini öğrenmek için bundan sonra yazılanlar elzem…

Bir önceki paragrafta sorduğum bütün soruların cevabını bulmamız açısından önce tabloları yapan Osman Hamdi’nin kim olduğuna bir bakalım; Arkeolog, sanat tarihçisi, ressam, müzeci, Kadıköy belediyesinin bilinen ilk belediye başkanı. Bu kadar çok unvanı taşıyan birinin hayatının tam bir doğrultuda gittiğini belirtmek kendimizi kandırmak olur; ama bu durum başarısız olduğu anlamına gelmiyor elbette.  

Sakız adasında çıkan bir isyan, henüz doğmamış olan Osman Hamdi’nin hayatını değiştirmiş. Bu isyan, Osmanlı donanması tarafından çok sert biçimde bastırılıyor. Adadan kaçan Rum asıllı insanların bir kısmı İzmir’e gidiyor. İşte bunlardan bir tanesi de İbrahim Ethem Efendi. Henüz çocuk olan Ethem, şehirdeki köle pazarında bir kapatan-ı deryaya satılıyor. Çocuğu olmayan bu rütbeli kişi, başka çocukları köle gibi değil çocuğu gibi bakıyor. Yeni babasının Ethem’i Paris’e okumaya göndermesiyle Türkiye’nin ilk maden mühendislerinden bir tanesi haline geliyor. Sadrazamlıkta dahil olmak üzere birçok bürokratik mertebede yer alıyor. Saray içinden bir kadınla evleniyor ve altı çocukları oluyor. 


İşte bunlardan en büyüğü Osman Hamdi. Takvimler 1839’u gösterip Tanzimat fermanı ilan edildikten üç yıl sonra doğan Hamdi, on sekiz yaşına gelince babası tarafından (padişahında izniyle) iki arkadaşıyla (Şeker Ahmed, Süleyman Seyyid)  Paris’te hukuk okumaya gönderildi. Burada bir yandan arkeoloji ve sanat derslerine girerken öte yandan doğuyu (Avrupa’ya göre) ve şarkı çizen oryantalist temsilcilerinden Jean Leon ve Gerome’dan ders aldı. On iki yıl burada kaldıktan sonra buradan Şam’a gidip hem Ahmet Mithat Efendi ile arkadaş oldu hem de çeşitli incelemelerde bulundu.

İstanbul’a Avrupa eğitimi almış ilk üç ressamdan biri olarak dönen Osman Hamdi,  çeşitli bürokratik işlerde çalıştı. Önce, 2.Abdülhamid emriyle Mimar Sinan Üniversitesi’nin temeli olan Sanayi-i Nefise Mektebi’ni kuran Hamdi, ikinci olarak İstanbul Arkeoloji müzesinin temelini atıp 29 yıl boyunca müdürlük yaptı. Yetmedi, Lübnan’da arkeolojik kazılara öncülük edip dönüşte de Adıyaman’da bulunan Komagene krallığının kazılarına dahil oldu.

Yaşadığı bütün bu süreçler ona çok şey kattığından hiç şüphe yok. O kadar ki bu durumların hepsi tablolarındaki tema ve figürlere yansıdı. Anadolu’da ilk kez “baş karakteri insan olan” tablolar yaparken, söz konusu karakterleri kendisi yahut yakın çevresinden resmetti. Tabloların özellikleri arasında metaforlar kullanmasıyla dikkat çekti. Pirimitif geleneği gibi resmedeceği tablo için önce uygun gördüğü mekânın fotoğrafını çekip daha sonra bu fotoğrafın kopyasını tabloda tema olarak kullandı. Figürlerini resmederken de tabloyu karelere bölerek resmine başlardı. Ana figür, genellikle kendisi olurdu. Örneğin konumuz haricindeki “Cami önünde” isimli tablosunda üç Osman Hamdi yüzü görürüz; aynı şekilde “Yeşil Cami’de Kuran dersi” isimli tabloda da iki Osman Hamdi yüzü dikkat çeker.

Kaplumbağa terbiyecisi tablosuna geldiğimizde, tablonun neden bu kadar pahalı olduğundan da önce tabloda ne anlatılmaya çalışıldığına bakmakta yarar var. Baştan belirtelim; söz konusu tablo Osman Hamdi’den oldukça fazla parça taşıyor.

Öncelikle hangi renklerin neden kullanıldığını sadece sanat tarihçileri bilebilir elbette. O sebeple bu kısmı geçmek zorundayım. Bunun haricinde yavaşlığıyla dikkat çeken beş kaplumbağadan üçü pencerenin aydınlık tarafında bulunurken, ikisi karanlık tarafa doğru ilerliyor. Bunun yanında ayakta kırmızı kıyafetiyle ve hemen hemen her caminin önünde bulunabilecek şekilde kaftanı olan kırmızı giyimli kişi, ellili yaşlarında yorgun yüzüyle dikkat çekiyor. İki elini arkaya bağlamış ama dikkat çeken taraf elleri boşta değil; bir kaval duruyor. Sırtında ufak bir tambur. Boynuna doladığı ufak ipin ucunda da tamburu çalmak için yıpranmış bir tokmak. Aydınlık taraftaki kaplumbağaların önünde yapraklar var. Henüz hiç birisi yaprakları yememiş. Pencerenin yanındaki duvarlar, kaplumbağa terbiyecisi gibi yıpranmış. Pencerenin hemen önünde bulunan ahşaba Arapça bir yazı işlenmiş; “Kalplerin şifası sevgi ile buluşmaktır” Tablonun yapım tarihi 1906. 

Ancak bir sene sonra tablo tekrar yapılıyor. Bu kez dünürüne hediye için! İkinci tablo birincisinden farklı. Camın önünde bulunan ahşaba bu kez “Allah, Muhammet” yazılmış. Tema daha aydınlık. Camın önünde su testisi var; diğerinde yoktu. Belki de iki tablo arasındaki tek ortak yan, temaların büyük kısmını kaplayan Bursa Yeşil Caminin ikinci katındaki altıgen çiniler.  

“Sanat için tek bir anlam çıkarmak mümkün değildir; çıkartılırsa zaten bu sanat değildir” düsturu ile hareket eden biri olarak iki ayrı zamanda yapılmış “kaplumbağa terbiyecisi”  tablosunu yorumlamak zordur ancak benim de destek verdiğim, çok sayıda sanat tarihçisinin katıldığı yorum şu şekilde:

Kaplumbağalar, bürokrasi ve yeniliğe kapalı toplumu göstermekle beraber, ışığın tarafında olanlar bir nebze olsun değişebilir umudu taşımakta. Karanlık tarafa doğru giden iki kaplumbağa ise hiçbir surette değişmek istemeyen kişileri temsil etmekte. Resmin büyük kısmını kaplayan baş figür, sanat ile bunu değiştirmeye çalışmakta ancak başarılı olamadığı için pencerenin önünde bulunan işlemede yazdığı gibi tek kurtuluş yolu “kalplerin şifası sevgi ile buluşmaktır”  başka bir ifade ile söylenirse eğer sevgidir. Baş figürün sırtında taşıdığı kaplumbağa şeklindeki tambur ise kendisinin de her ne kadar aydında olsa bu toplumun içinde yaşadığı için ufak bir şekilde etkilendiğini gösteriyor. Böylelikle bir öz eleştiri yapmış oluyor.

Bu öz eleştiriyi nereden biliyoruz? Osman Hamdi’nin İstibdat döneminde 2. Abdülhamid ile çalıştığı bir sır değil. Hatta bazı çevreler tarafından Yıldız Sarayından hiç çıkmadığına dair eleştiriler alıyor. Yetmiyor, bu konuda yakın çevresine yazdığı mektuplarda alttan alta rahatsızlığını dile getiriyor. Ancak aynı Hamdi, Hürriyet devrimi gerçekleştikten hemen sonra özgürlüğe kavuştuğuna dair de yine yakın çevresine mektuplar yazıyor. Bir de üstüne baş karakterin Osman Hamdi olarak tasvir edilmesi eklenince “o tamburun şekli boşuna değil” diyesi geliyor insanın.     

 1907’de yapılan ikinci kaplumbağa terbiyecisi tablosu hakkında pek fazla yorum bulunmuyor. Hal böyle olunca “ikinci tablo ile birinci tablo arasında neden bu kadar fark var? Hangi koşullar değişti? Hangisi değişmedi?” Soruları ortada duruyor.

Gelelim “Mihrap” diğer adıyla “Yaratılış” isimli tabloya. Aslında Osman Hamdi, söz konusu tabloya hiçbir şekilde isim vermedi. Ancak sanat tarihçilerinin tabloda kullanılan temaları dikkate alarak kullandıkları isimler bunlar oldu.

Mihrap tablosuna gelirsek; yine bir oryantalizm örneği ile karşı karşıyayız. Baş örtüsü olmayan, göğüs dekoltesi varmışçasına açık; yan profilden hamile bir kadın görüyoruz: Osman Hamdi’nin kızı. Arkasında mihrap olan kadın oturur pozisyonda. Resmin dikkat çeken yönlerinden bir tanesi, mihrabın içi haricinde her tarafının aydınlık olması. Kadın sarı bir giysi giyinmiş; göz alıcı şekilde parlak bir renk. Ayaklarının altında Kuran, Budizm ve Zerdüştlük kutsal kitapları var. Muhafazakâr kesim tarafından dini değerleri aşağılamakla suçlanmasına sebep verdi bu durum. Hal böyle olunca 2014 yılında bir üniversiteye ismi verilmesi için önerge verilince mecliste ciddi tartışmalara yol açtı.

Peki gerçekten bu böyle miydi? Neden batı dinleri yoktu da doğu dinleri vardı? Aslında cevap basit: Yaşadığı topraklardaki dinleri eleştiriyordu Osman Hamdi; hem de biz şu anda bunu yapma cesareti bile bulamadığımız anda!

Yazının başında belirtmiş olduğum Osman Hamdi’nin hocası olan Jean Leon’ın kendisi öğrenciyken hocasıyla birlikte Paris’ten Vatikan’a gitti. Buradaki şapellerden çok etkilenen Leon, ustalaştığı zaman öğrencilerine de bu etkiyi verdi. Bu durum, Mihrap’ın Adem’in yaratılışı isimli Michelangelo’nun resmine içerik olarak benzemesiyle sonuçlandı; yaratılış miti! Lakin tek farkla. Osman Hamdi: materyalist!

Osman Hamdi’ye fotoğraf çekimi ile kopyacı demiştim. Şimdide bu konuyu daha fazla açmak istiyorum. Elbette dönemin ilklerini taşıyan kişi kopya çekmekten başka bir şey yapamaz; bu bir kenara. Asıl demek istediğim Kaplumbağa terbiyecisi tablosunu nereden esinlendiği? Şam’da bulunduğu sırada babasının gönderdiği Fransızca dergilerin birinde, Japonya kaynaklı bir karikatür dikkatini çekiyor; yaşlı bir adam kaplumbağaları elindeki tefle eğitmeye çalışıyor!

Peki ya Mihrap? O da yine Jean Leon’un yapmış olduğu bir kadın heykelinin resim hali. Tek fark var: Birisi sol peyzajdan yapılmış, diğeriyse sağ peyzajdan!

Bütün bu uzun anlatımlardan sonra gelelim neden herkesin yüzyıl gibi bir zaman sonra tablonun bu kadar popüler olduğuna…

Öncelikle hikâye yüzyıl sürmüyor. Aksine her şey tablo koleksiyoncusu armatör Salim Birkök’ün oğlu gibi büyüttüğü evlatlığını öldürmesiyle başlıyor. Salim, kasten öldürmek suçundan hapis cezasına çarptırılıyor. Zaten yaşlı olan Salim, cezasını çekmeye devam ederken bir sanat tarihçisi ziyaretine geliyor. Yalısındaki tabloları görmek istediğini söylüyor. Salim kabul ediyor. Sanat tarihçisi profesör, yalının içinde on tane Osman Hamdi’ye ait tablo tespit ediyor. Bu durumu makalelerle yazıyor ve kamuoyunda yankı uyandırıyor. Salim’in ölümü sonrası alacaklılar malları paylaşırken tabloların tamamı resim heykel müzesine devrediliyor. Müzenin açık arttırması karşılığında Erol Aksoy, İktisat bankası adına satın alıyor. Ancak 2004 yılında bankanın iflası neticesinde TMSF, tabloları açık arttırmaya çıkarıyor. En yüksek rakamı veren (yazının başında belirtildiği gibi beş milyon lira!) Koç holding, kaplumbağa terbiyecisi tablosunu Pera müzesine bağışlıyor. [1]

İkinci kaplumbağa terbiyecisi tablosuysa şimdilerde Atlı köşk olarak bilinen Sabancı müzesinde sergileniyor. Paris’te tesadüf eseri müzayedeye çıktı ve tablonun değeriyle kıyaslandığında oldukça ucuza alındı.

Mihrap isimli tablonun kaderiyse pek iyi değil maalesef. Başta da belirttiğimiz gibi TMSF tarafından el konulan bankanın “envanterinde gözüken” ancak ne olduysa (!) birden yok oldu. Nereye gittiği nasıl gittiğine dair ufak ipuçları haricinde pek bir şey yok.[2]    

Bu uzun blog yazısını Osman Hamdi Bey’e teşekkür ederek bitirebilirim elbette ama eklemek gereken en az onun kadar önemli bir konu var: Burjuvazinin neden bu kadar sanata düşkün olduğu…

Burjuvazi orta çağdan beri hiçbir zaman aslında sanattan anlamadı ama buna rağmen müthiş ilgili. Peki neden? Cevap oldukça basit aslında: Çok fazla sıcak parası (bu konu özelinde başka bir deyişle artık değeri) olan burjuvazi parasını stoklayacak yerlerden bir tanesi olarak sanatçıların eserlerini görüyor. Dolayısıyla buna uluslararası anlamda “çek” bile diyebiliriz.[3]

Sonuç olarak, iki tablo mu bizi buraya kadar getirdi yoksa Osman Hamdi mi yahut da sanatın gücü mü bunca bilgiyi yazmama rağmen bilemiyorum!            



[1] 1906 yılında yapılan tablo

[2] Söz konusu ipuçlarının tamamı basında yazılan şeyler elbette

[3] Meraklısı https://www.artfulliving.com.tr/sanat/sanat-piyasalarinda-kara-para-i-3255 adresine bakabilir 

---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme