Seksen Günde Devr-i Alem 150 yaşında! / Çevirmen Ayşe Meral'in satırlarıyla
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yazan :
Ayşe Meral (Alfa kitap çevirmeni)
Seksen Günde Devr-i Alem ve yazarı Jules Verne’den bahsetmeden önce biraz tarihsel bağlamı oturtturmak istiyorum. Yazarın klasik biyografisini vermenin çok faydalı olacağını düşünmediğim için Jules Verne’i kendi dönemine yerleştirmekle başlamak sanırım daha anlamlı olacaktır. Bu dönem, Fransız tarihinin en hareketli ve çalkantılı dönemidir. Hızlı bir kronoloji verecek olursak: Jules Verne (1828-1905) Restauration döneminde doğmuş, yirmili yaşlarında yani 1848’de meydana gelen ayaklanmaların düşüşünü hızlandırdığı Temmuz Monarşisi’ne, bu kısa monarşiden sonra kurulan II. Cumhuriyete ve cumhurbaşkanı seçilen Louis-Napoléon’un (III. Napoléon) görev süresinin sonunda 2 Aralık 1851’de gerçekleştirdiği darbeyle kurulan II. İmparatorluk dönemine ve ardından III. Napoléon’un askerî yenilgisi ve tutsak edilmesiyle 2 Aralık 1870’de kurulan ve 1940’ta Vichy Régime’yle son bulacak olan III. Cumhuriyete tanık olmuştur; kısacası yazarımız, bir kraliyet dönemi, iki cumhuriyet, bir imparatorluk, 1870 Savaşını, Paris’in kuşatılmasını ve Komünü yaşamıştır.
Siyasi olayların yanı sıra asıl büyük devrim tüm dünyayı değiştirecek olan sanayi devrimidir. Jules Verne’in doğduğu dünyada yolculuk etmek için hâlâ at arabaları kullanılıyordu. O dönemde Paris’e 130 km mesafede bulunan Rouen kentine gitmek 12 saat sürüyordu. Fransa’da henüz demir yolu yoktu, hattâ bazı bilginler insan organizmasının saatte 50 km hıza dayanamayacağını savunuyorlardı. Böyle bir hızda akciğerlerimiz normal şekilde soluk alıp veremeyeceği için insan boğularak ölürmüş. Fizik ise bunun aksini kanıtladı. Böylece demiryolları ilk Temmuz Monarşisi döneminde ortaya çıkacak ve asıl III. Napoléon döneminde gelişecekti: 1847’de 1.800 km demiryolu yapılırken 1870’te 18.000 km’e yani on katına ulaşmıştı. Jules Verne’nin yaşadığı (Nantes) liman kenti de bu teknolojik gelişmelere tanık olmuştur: Tahtadan yapılmış yelkenli gemilerin yerini demir gövdeli buharlı gemiler alacaktı; balon ile hava yolculukları başlayacaktı; coğrafyada, jeolojide büyük keşifler yapılacaktı.
Elbette
bu hızlı sosyal ve siyasal değişim ve dönüşümlerin yanı sıra edebiyat alanında yeni
akımlar ortaya çıkmıştır: Romantizm, Realizm, Natüralizm, Sembolizm. Romanlarda
bu değişimlerden payını alacaktı: Chateaubriand (Mezar Ötesinden Hatıralar
- 1848), Madame de Staël (Corinne – 1807) vb. ile otobiyografiler; Hugo (Notre-Dame’ın
Kamburu – 1831, Doksan Üç – 1874), Alexandre Dumas (Üç
Silahlaşörler – 1844), vb. ile tarihî romanlar; Balzac (İnsanlık
Komedyası – 1829-1850), Alphonse Daudet (Küçük Şeyler – 1868), Jules
Vallès (L’Enfant – 1879) vb. ile realist romanlar; Victor Hugo (Sefiller
– 1862), George Sand (Consuelo – 1842, La Mare au diable -1846, La
Petite Fadette – 1849) ile sosyal romanlar; Émile Zola (Rougon-Macquart
– 1870-1893) ile natüralist romanlar. Jules Verne’nin romanlarına (68 başlıktan
oluşan Olağanüstü Yolculuklar dizisi) gelince, o dönemin eleştirmenleri bu türe
farklı adlar vermişlerdir: “Bilimsel romanlar”, “coğrafya romanları”, “bilimsel
macera romanları”, “bilimsel varsayım romanları”; oysa Wells Verne’nin
romanlarını “öngörü romanları” olarak adlandırmıştır. Günümüzde ise bilim-kurgunun
kurucusu olarak ondan bahsedilir.
Burada
Jules Verne’in başarısında katkısı olan editöründen de bahsetmek yerinde
olacaktır. Jules Verne bu Pierre-Jules Hetzel ile tanıştığında, Bulvar
tiyatrosu ya da eğlence tiyatrosu için kaleme aldığı komedi ve lirik komediler,
coğrafik, fantastik ve bilimsel özellikler taşıyan birkaç öykü yazmış on yıllık
bir yazardı. Jules Verne’den on beş yaş büyük olan Hetzel, Lamartine’i ünlü
Cumhuriyet çağrısında bulunmaya ikna eden ve II. Cumhuriyet döneminde Dışişleri
Bakanlığı’nda kabine şefi olmuş birisidir. III. Napoléon döneminde Victor Hugo
gibi sürgün edilince Brüksel’de sürgün edilmiş cumhuriyetçilerin yayımcısı
olmuştur. 1859’da ateşkesin ilan edilmesiyle Paris’e dönmüş ve o sürgündeyken
Lorraine ve Alsace bölgelerinde halk kütüphaneleri ağı kurmuş eski dostu Jean
Macé ile yeniden iletişime geçmiş ve böylece birinin editörlük bilgisi
diğerinin dağıtım bilgisiyle birleşmişti. Hetzel ve Macé, Louis Hachette ya da
Pierre Larousse gibi başka yayımcıların da paylaştığı ve bilgiyi eğlenceli
şekilde aktarma ve yayma amacıyla laik ilkeler üzerinde bir yayımcılık kurma
projesini geliştirmişlerdi. Eğitim ve ahlak alanında neredeyse tekel oluşturmuş
olan dinsel yayımcılığın rakibi haline gelerek bu genel hareket toplumun çağdaş
demokrasiye doğru ilerlemesine eşlik edecek ve bunu destekleyecekti.
Aslında
Hetzel ve Macé’nin bu güdümlülüğünden çok uzak olsa da Jules Verne bu projeleri
için bilgi birikimi sayesinde ve sürükleyici serüven tarzında bu bilgiyi
aktarma şekliyle aradıkları kişiydi. 1861’de Jules Verne, Hetzel’e İngiltere ve
İskoçya’ya yaptığı gezisini anlatan [Voyage en Angleterre et en Écosse,
İngiltere’ye ve İskoçya’ya Yolculuk] bir romanı teklif edecek ancak bu
çalışması kabul edilmeyecekti, böylece Jules Verne Havada Yolculuk
başlıklı bir metinle yayımcısına döndü. Ancak Hetzel bilimi vülgerleştiren bir
edebiyat yaratma projesi dahilinde bu metni daha bilimsel hale getirerek
yeniden üzerinde çalışmasını istedi. Birkaç hafta sonra Jules Verne Balonla
Beş Hafta adını alacak bir metin teslim etti. 15 Ocak 1863’te yayımlanan
kitap Fransız sınırlarını bile aşan bir başarı elde edecekti. Kitabın ilk
baskısı 2.000 olup yazarı hayattayken toplam 76.000 adet satılacaktı. Ayrıca
4.751 kez çevrilmiş olan bu eser, en çok çevrilen eserler sıralamasında Agatha
Christie’in arkasında ve Shakespeare’in önünde yer alır. Bu ilk eseriyle Jules
Verne 35 yaşında Hetzel ile yirmi yıllık bir anlaşma imzalamış ve o güne kadar
benzeri görülmemiş bir edebî tür başlatmıştı: Olağanüstü Yolculuklar. Bu
dizinin amacı, Balzac’ın İnsanlık Komedyası ya da Zola’nın Rougon-Macarlar
ile toplumsal düzlemde yapmak istediğini bilim alanında yapmaktı yani “Modern
bilimin topladığı coğrafi, jeolojik, fizik ve astronotik alanlardaki tüm
bilgileri özetlemek ve yazara özgü olan çekici ve pitoresk bir tarzda evrenin
tarihini yeniden yazmak”. Jules Verne’in hayal gücünün besleyeceği bu uçsuz
bucaksız proje yine de gerçekle iç içe kalmayı başarmıştır.
Doymak
bilmeyen merakıyla Jules Verne çok sayıda bilimsel eser okuyarak, notlar alarak
ve böylece romanlarında kullanabileceği devasa bir bilgi birikimi oluşturmuştur.
Pek yolculuk etmemiş olsa da -sadece İngiltere, İskoçya ve Norveç’e gitmiştir-
okuduğu coğrafya kitaplarından ve Humboldt ve Arago gibi büyük kaşiflerin seyahatnamelerinden
ilham alarak Jules Verne’in kurgu ile gerçeği birleştirerek kendi coğrafyasını
kurduğunu söyleyebiliriz. Jules Verne’de yazmak kadar okumak da yazarlığın bir
parçasıydı.
Elbette
böyle muazzam bir projeyi yerine getirmek için yöntemli bir çalışma
kaçınılmazdı. Bu kadar farklı yerleri ve maceraları hayal eden birinden
beklenenin tersine Jules Verne “hücreye benzetilecek kadar ufacık bir oda”da,
titiz bir şekilde kesilmiş ve masanın köşesine konmuş kağıt destesi ve kalem
dışında hiçbir şeyin yer almadığı bu yalın odada, sabahın beşinden öğlen on
bire kadar çalışıp bir şeyler yiyip saat üçe kadar biraz kestirdikten sonra bir
bardak süt içip akşam sekize kadar tekrar işe koyulurdu. Hetzel ile yaptığın
anlaşmaya uymak için -yılda iki ya da üç roman teslim etmesi gerekiyordu-
yazarlık işini elbette düzenli yapması şarttı.
Yaptığı
mülakatlardan ortaya çıkan çalışma yöntemini ise şöyle özetleyebiliriz: İlk
aşamada öykülendirilecek olayın “başını, ortasını ve sonunu” belirtecek bir
sinopsisin belirlenmesi; eğer olay örgüsünün bu bölümleri belirlenemiyorsa
projeden vazgeçiliyordu; ikinci aşamada genel plan belirlendikten sonra hikâyenin
bölümlendirilmesi ve bölüm planının oluşturulması gerçekleştiriliyordu; üçüncü
aşamada ise kitabın müsvedde hali yazıya dökülüyordu. Bu hazırlık metni
sayfanın yarısında yer alıyordu diğer yarısı ise kenara not düşmek ve
düzeltmeler için boş bırakılıyordu; asıl yazı işi dördüncü aşamada başlıyordu;
hazırlanan metin “sekiz ya da dokuz” kez okunduktan ve gerekli düzeltmeler
getirildikten sonra yayımlanacak metin tamamlanmış oluyordu. Victor Hugo ya da
Sand gibi bazı yazarlar eserlerine müdahale edilmemesini anlaşmalarında
belirtirken, Jules Verne Hetzel’in rehberliğini kabul etmiş ve hikâyelerinin
gelişim ve sonuçlarını ona takdim ederek hikayelere yön vermesine karşı
çıkmamıştır. Ancak birazdan göreceğimiz gibi Hetzel’in müdahaleleri tavsiyeyi
aşıp denetimci olabilmiştir.
Az
çok herkesin okumuş olduğu Seksen Günde Devr-i Alem’i özetlemek yerine
eserle ilgili pek bilinmeyen bazı bilgiler aktarmak sanırım daha ilgi çekici
olacaktır. Seksen Günde Devr-i Alem’de aslında kosmografik[1] bir şakayı temel alır:
Sürekli doğuya doğru yolculuk eden bir yolcunun bir gün kazanması. Tracey
Greaves ile yaptığı bir söyleşide Jules Vernes asıl bu olayın Seksen Günde
Devr-i Alem’i yazmasına neden olduğunu açıklamıştır: “Elimde böyle bir son
olunca romanı yazmaya karar verdim. Bu son olmasaydı muhtemelen bu kitabı
yazmış olmazdım.” (The World, 8 Aralık 1889)
Jules
Verne bu fikri Edgar Poe ve eserleri [Edgar Poe et ses oeuvres] adlı
denemesini hazırlarken fark ettiği Edgar A. Poe’nun Bir Haftada Üç Pazar adlı
öyküsünden ilham almıştır. Olayı şöyle özetler:
“Bir
Haftada Üç Pazar adlı öyküyü belirterek [Edgar Poe’nun] eserlerinin dizinini
hazırlıyordum. Bu öykü diğerlerine göre biraz tuhaf olsa da daha az hüzünlüydü.
Üç pazarın yer aldığı bir hafta nasıl olabilirdi? Aslında üç kişi açısından
olabilir ve Poe de bunu kanıtladı. Gerçekten de dünyanın çevresi yirmi beş bin
mil kadardır ve Dünya doğudan batıya doğru yirmi dört saatte ekseni etrafında
bir tur atmış oluyor; bu da saatte yaklaşık bin millik bir hız eder. Diyelim ki
üç kişiden biri Londra’dan yola çıktı ve batıya doğru bin mil yol aldı;
Londra’da kalan kişiye göre güneşi bir saat önceden görecektir. Bin mil daha
giderse iki saat önce görecektir; tüm dünyayı katedip başlangıç noktaya
döndüğünde diğer kişi üzerinde bir gün önde olacaktır. Üçüncü bir kişinin aynı
yolculuğu aynı koşullarda ama ters yönde yaptığını varsayalım; doğuya doğru
ilerleyerek dünyanın etrafını dolaştıktan sonra ikinci kişiye göre bir gün
geride olacaktır; bu durumda bir pazar günü başlangıç noktasında bir araya
gelen bu üç kişiye ne olacak? Birinci kişi için Pazar dün, ikincisi için bugün
ve üçüncüsü için yarındır. Gördüğünüz gibi bu olay tuhaf terimlerle anlatılan
kozmografik bir şakadır.”
Burada
Jules Verne’in Edgar Poe’nun ifadesini tersten söylediğini fark ederiz, çünkü
batıya doğru ilerleyen kişi Güneşi Londra’da kalan kişiden önce değil sonra
görecektir. Buradaki hata da William L. Hugues’un yaptığı çevirideki yanlıştan
ileri geliyor. Aynı şekilde Dünya’nın çevresi 25.000 mil ve hattâ Edgar Poe’nun
söylediği gibi 24.000 mil de değil, tam olarak 21.600 deniz milidir.
Macellan’ın
günlüklerinde yer alan bu hayalet günü Jean Cocteau’da tecrübe etmiştir. Seksen
Günde Devr-i Alem’den 60 yıl sonra kendisi de 80 günde dünya turunu tamamladığında
-ki uçak kullanmamaya karar verdiği için bu süreyi tutturmakta o da
zorlanmıştı- “28 Mayıs Salı günü akşamı yolcular yattılar ve … salı sabahı
uyandılar. 28 anonim bir gün olacak şekilde uzamıştı” diye anlatır Jean
Cocteau.
Kitabın
bu konuyu kullanan son bölümü, Jules Verne ile Hetzel arasında Philippe
Scheinhardt’ın araştırmaları sırasında açığa çıkardığı bir görüş ayrılığına
neden olmuştur. Olayı kısaca burada açıklayalım. Jules Verne, editörüne
“hayalet gün” fikrinin mekanizmasını birkaç kez açıklamıştır:
“Aklımda
bir sürü bilimsel bilgi var. Böylece, Paris’te bir cafedeyken bir gün Siecle
gazetesini bir yolcunun yirmi dört günde dünya turu yapabileceğini okurken
meridyen farkıyla yolcuma yolculuğu sırasında bir gün kazandırıp
kaybettirebileceğim aklıma geldi. Kitabımın sonunu bulmuştum. Hikâye ise çok
sonra yazıldı. Bazen şekil vermeden bir fikri zihnimde yıllarca -bazen on ya da
on beş yıl- tutuyorum.”
Jules Verne’in yazım yöntemini hatırlarız
(“Başını, ortasını ve sonunu bilmeden asla bir kitaba başlamıyorum”). Bu
doğrultuda Jules Verne için kitabı hazırdı. Ancak editörünün kendisine yol
göstermesini o ana kadar kabul eden Jules Verne Hetzel’in bu noktadaki
değişikliklerde sorun yaşamıştır. Oğlunun tavsiyesi üzerine Hetzel 8 Kasım
1872’de yazara şöyle bir mektup göndermişti:
“Jules’ün
[oğlu] Devr-i Alem’in sonuna ilişkin iyi bir fikri var. Günleri gösteren
bir saatten bahsetmiştiniz. [Kahraman] geldiğinde bu saat durmuş olmayabilir. Asıl
bahse katılanlar fark etmeliler; sanırım Fogg’u bulmak onlara düşüyor,
döndüğünde evini basmalılar. Evi gözetliyor olmalılar – kısacası, baştaki bahis
duygusuna geri dönüşün uyandırdığı duygu karşılık gelmeli. Bu da olmazsa olmaz,
mantıklı, gerekli bir karşı kuvvet olacak. Jules’ün bu noktada çok iyi bir
fikri var, bence onu gazete içinde kullanmalıyız. Bunu bir saat düşünün ve metne
nasıl şekil vermem gerektiğini bildirin.”
Ancak
baba ve oğul Hetzel’in bu tavsiyesinin buyurgan tavrına karşı Jules Verne gene
de olayların örgüsüne daha iyi hâkim olduğu için itiraz etmiştir:
“Fogg
evine döndüğünde duvar saatini durmuş bulduğu doğrudur ve zaten olay da böyle
olmalı, çünkü bu saat günleri de gösterdiği için Fogg bir gün kazandığını
görecektir, oysa bunu bilmemeli. Jules’ün Fogg’u evinde arattırma fikri ise
benim hazırladığım sonu mahvedecektir. Fogg o beklenen tarihte kulüpte
bekleniyor olmalı. Bahsettiğiniz o duygu dönüşte var zaten; o dönmeden üç gün
önce, çünkü hatırlarsanız yaptığım değişikliklere göre tüm İngiltere Fix ile
birlikte yanılıp Fogg’u hırsız sanıyor. Fogg’un İngiltere’ye varmasından üç gün
önce gerçek hırsız tutuklandığı için tüm dikkatler tekrar bahse yöneldi ve bu
yüzden Fogg’u da herkes büyük bir heyecanla bekliyor. Ancak hiç kimse Fogg’un
Londra’ya dönmüş olduğundan kuşkulanmamalı. Hiç kimsenin, hattâ komşularının da
bundan habersiz olduğunu iyice belirtmek için bir iki şey eklerim. Ev kapalı
kalacak. Fogg’un muhalifleri -muhtemelen hatırlamıyorsunuzdur- Fogg’un dönmek
üzere olup olmadığını öğrenmek için her şey yapmışlardı; Amerika’ya telgraf
çektiler; son gemiyle gelen yolcuların listelerini araştırdılar. Bunu
tekrarlıyorum, her şeyi yaptılar, hatta son gün Fogg’un evine bakılması için
birilerini bile gönderdiler, ama hiçbir şey Fogg’un döndüğünü haber vermemeli.
Onu kulüpte bekliyor olmalılar ve Fogg’un beklenmedik gelişi ancak kulüpte etki
yaratacaktır.”
Burada
aslında iki farklı yaklaşım karşı karşıya gelir: Hetzel’in savunduğu kurgunun
retorik yorumu kitabın başı ile sonu arasında paralellik kurarak metnin
hazırladığı okurun duygusal katılımının karşısında yazarın
kazanılmış/kaybedilmiş günün yarattığı merakı temel alan stratejisi yer alır.
Bu da Fogg’un saatinin durmuş olmasından kaynaklı bilgi eksikliği ile Fogg’un
dönüşünden üç gün önce hırsızın tutuklanmasıyla yanılgıya düşen Fix ve
İngiltere açısından da bilgi eksikliği ile belirsizliğin oluşması sonuca
sürükleyicilik kazandırmıştır. Bu belirsizlik de böylece tüm dikkatlerin bahse
tekrar odaklanmasını sağlar. Seksen Günde Devr-i Alem kitap halinde
çıkmadan önce Le Temps gazetesinde bölüm bölüm yayınlanıyordu ve zamanın
kısıtlı olmasını fırsat bilerek Jules Verne metnin son halini Hetzel’e
göndermeden gazeteye iletmişti. Böylece Jules Verne, kolay kolay pes etmeyen Hetzel’in
eserine müdahaleler getirmesinin önüne geçmeyi ve bu kitabı yazmasına neden
olan o “hayalet gün” esrarını daha vurucu şekilde kullanmayı başarmış oldu. Kitabın başarısı ise Jules Verne’in haklı
çıkarmıştır.
Hayalet
günün dışında belli bir sürede dünya turu yapma düşüncesi o dönemde var olan ve
kitabın yayımlanmasından önce bile popüler bir konuydu. Hattâ Seksen Günde
Devr-i Alem başlığı bile Jules Verne’in bulduğu bir başlık değildi. Giovanni Francesco Gemelli Careri
gerçekleştirdiği bir dünya turundan sonra 1699’da Giro Del Mondo adında
bir kitap yayımlamıştı; Yunan seyyah Pausanias (M.S. II. yüzyıl) Voyage
autour du monde [dünya turu] başlığıyla 1797’de Fransızcaya çevrilen bir
kitabın yazarıydı. Jules Verne’in dostu Jacques Arago 1853’te yayımlanan Voyage
autour du monde adlı bir kitap yazmıştı. Jules Verne’e ilham vermiş
olabilecek bir başka kaynak ise Amerikalı iş adamı ve seyyah George Francis
Train de olabilir. Train dört kez dünya turu yapmış, 1870’te yaptığı yolculuk
seksen gün sürmüş ve kitaptaki gibi o da bir tren kiralamış ve tutsak
edilmiştir. Hattâ 1890’da bir konferansında “Dört kez dünya turu yaptım. Hızlı
yolculuğun kralıyım, Argonotlarlardan biriyim. Jules Verne’in Phileas
Fogg’uyum: Seksen günde dünya turunu Jules Verne’in bunu başaran kahramanı icat
etmesinden iki yıl önce başardım.” diye övünmüştü. Gene de seksen günden daha
kısa süren ilk dünya turu romandan sonra 1889’da iki gazetecinin başlattığı
yarışta gerçekleşti: Amerikalı Elisabeth Bisland dünya turunu yermiş üç günde
gerçekleştirirken, başka bir Amerikalı Nellie Bly yetmiş iki gün ile rekoru
kırmıştır. Nellie Bly bu yolculuğunu Around the World in Seventy-Two Days
adlı eserinde anlatmıştır ve 1890’da bu yolculuk sırasında Jules Verne ile
tanışmıştır. Aynı yıl George Francis Train altmış yedi gün ile son rekoru kırmıştır.
Bunun dışında kitapta Henrietta buharlı geminin kömür kalmadığı için direğini
ve tahtalarını yakması olayı 1838’de buhar ile Atlantik Okyanusu’nu ilk geçen
Sirius gemisinin başına gelmiştir.
Aslında ilham kaynağı ne olursa olsun Jules Verne’in kitaplarında bizi cezbeden şey yazarın üslubu, anlattığı olayların sürükleyiciliği, kitabı ilginçleştiren kahramanlardır. Phileas Fogg’un soğuk, saat gibi ayarlı, neredeyse makineyi andıran o mesafeliliğini ve pimpirikliliğini Prenses Aouda’nın hassasiyeti, düşünceliliği, zarafeti dengeler. Başına illa bir şeyler gelen Passepartout ise serüvenleri salt dram ve olaylar zinciri olmaktan kurtararak esere keyif katan bir karakterdir. Maalesef Jules Verne’in kitaplarının sanki çocuklar için yazılmış kitaplar olarak akılda kalması üzücü bir durumdur. Kendisi de bu durumdan mustaripti ve iki kez Fransız Akademisi’ne başvurmasına rağmen kabul edilmemesi karşısında “Hayatımda beni en çok üzen şey, Fransız edebiyatında hiç yerim olmamış olmasıdır” diye yazmıştır. Ben de herkes gibi Jules Verne’in eserlerini çocukken okudum. Ancak büyüdükten sonra Jules Verne’i çevirme fırsatını bulduğumda, aslında bu konuda hepimizin yanıldığını fark ettim. İnsanın üzerine ağırlık çöktüğünde ve oturduğumuz yerde uzaklara kaçmak istediğimizde Jules Verne okumak gerçekten de iyi geliyor. Ve zaman makinesi icat edilene kadar, herkesi Jules Verne’in kitaplarıyla zamanda yolculuk etmeye davet ediyorum.
[1]
Astronominin basit matematik ve fizik kavramları kullanan betimsel bölümü.
Katkılarından dolayı Alfa Kitap'a teşekkürler
---
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder