Distopya Yaşayan Filistin
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
İnsanlık tarihi, ölüm korkusuyla yazılmış kıyamet hikayeleriyle dolu. Bu korku, savaşların ve katliamların da temelini oluşturuyor. "Kazık çakacağız bu dünyaya" dercesine, ölmemek için ölmeyi seçen insanın trajik çelişkisi. Her şey tersine dönmüş gibi, sanki bir distopya.
Distopya kavramı, günümüz insanının içine düştüğü trajedinin özeti
niteliğinde. Ölmemek ve doğduğu gezegende hakimiyetini sürdürebilmek için
anlatılarla yaşayan insanın bu çabasını anlamak isteyenler, edebiyat, kültür,
sanat ve felsefeye ispat niteliğinde bakabilirler. Çünkü bu alanlar insanın ta
kendisinden beslenir. Daha mı somut bir şey istiyorsunuz? Filistin’de
yaşananlara bakabilirsiniz.
Distopik dünya, Filistin ve İsrail arasındaki tarihsel
çatışmayı ele alarak incelersek, insanlığın içinde bulunduğu trajedi daha net
bir şekilde görülecektir. Filistin'in İsrail tarafından işgal edilmesi ve bu
işgalin uzun süreli devamı, distopyanın yaşandığı bir dünya tasvirine fazlasıyla
benzer bir tablo çizer.
Bu yönüyle Filistin ile distopya kavramı çakışır. Distopya,
insanlığın bir dünya savaşından sağ kurtulması, totaliter elitin teknoloji ve
sürekli gözetim yoluyla kitleleri kontrol etmesi, makinelerin insanlar üzerinde
kontrol sahibi olması, bireysel özgürlüğün kaybı, insan iletişiminin azalması,
toplumdan kopma, manevi veya etik değerlerin tamamen kaybı gibi unsurları
içerebilir. Bu şekilde distopya, gelecekteki olumsuz ve baskıcı bir toplum
yapısını tasvir eden bir kavram olarak karşımıza çıkmakta.
Distopya Nedir?
Bu yakıcı ve somut sonuçlardan sonra iki sözlük anlamına bakmak elzem. Önce ütopyadan bahsedelim.
"Ütopya" kelimesi, 1516 yılında İngiliz yazar ve siyaset adamı Sir
Thomas More tarafından kullanıldı. Eski Yunanca'da "olmayan yer"
anlamına gelen bu kelime, aslında siyasi bir idealin hayali bir ülkede vücut
bulması anlamına geliyor.[1]
Distopya ise İngilizce dystopia’nın “kötümser ütopya” sözcüğünden alıntı.
Kelime ilk defa 1868’de İngiliz filozof. J. Stuart Mill tarafından kullanıldı.[2]
Dolasıyla, yukarıdaki tanımları da dahil ettiğimiz de Filistin’de yaşanan acı
gerçeklikleri tanımlamak için de çok net bir şekilde distopya yaşandığı
söylenebilir.
Edebiyatta Distopya
Edebiyatta da Filistin-İsrail çatışması ve işgali, distopyanın temel unsurlarını
yansıtan eserleriyle tam olarak beklenildiği gibi benzerlikler gösterir.
Örneğin, Margaret Atwood'un "Damızlık Kızın Öyküsü" romanındaki
totaliter rejim, Filistin'deki işgalin getirdiği baskı ve kontrolü anımsatır.
Benzer şekilde, George Orwell'in "1984"ü, sürekli gözetim altında
yaşayan insanların mücadelesini ve özgürlük arayışını temsil eder.
Distopya, korku türünden ziyade bir uyarı niteliğindedir. H.G. Wells'in
"Dünyalar Savaşı" eserinde, insanlığın güçsüzlüğü ve kainatın
efendisi olmadığı vurgulanır. Marslıların Dünyayı işgal etmeleri ve bu
işgalcilerin bir virüsle yok olana kadar hiçbir şey yapamaması insanlığın
kırılganlığını gözler önüne serer. Bu, İsrail'in Filistin topraklarını işgal
etmesiyle de paralellik gösterir. İşgalci güç, teknolojik üstünlüğüne rağmen
beklenmedik bir şekilde yenilebilir, tıpkı Marslıların yenildiği gibi.
Anthony Burgess'in "Otomatik Portakal"ı, insanlığın yozlaşmasını
anlatır. Emperyalist ve işgalci bir ülkedeki yozlaşma, okuyucuyu kendi üzerinde
düşünmeye iter. Bu durum, İsrail'in Filistin'i işgal etmesiyle benzerlik
gösterir. İşgalci güç, kendi içindeki yozlaşma nedeniyle uzun vadede başarısız
olabilir.
Philip K. Dick'in "Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?" adlı
eseri, günümüzdeki Androidlere taş atar bir yönüyle dikkat çekicidir. Google
ile İsrail hükümetinin yaptığı "Nimbus Projesi" anlaşması, bu durumu
örnekler niteliktedir. İsrail'in yapay zeka teknolojisini kullanarak Filistin
halkını daha fazla kontrol altına alma potansiyeli, distopik bir geleceğe
işaret eder.
Margaret Atwood'un "Damızlık Kızın Öyküsü", totaliter bir rejimde
kadınların baskı altında tutulduğu bir dünyayı tasvir eder. Bu durum, İsrail
işgali altındaki Filistin'de kadınların karşılaştığı zorluklarla benzerlik
gösterir. Filistinli kadınlar, hem işgal güçleri hem de kendi ataerkil
toplumları tarafından baskı altında tutulmaktadır.
Distopya türü, gelecekte yaşanabilecek olumsuz senaryoları ele alarak
okuyucuyu düşünmeye ve bilinçlenmeye teşvik eder. İsrail'in Filistin'i işgal
etmesi, distopik bir geleceğin gerçekleşmekte olduğunun bir örneği olarak
görülebilir. Bu durum, insan hakları, özgürlük ve adalet gibi evrensel
değerlerin önemini bir kez daha hatırlatır.
Roman, Offred adında bir Damızlık Kızın bakış açısından anlatılır. Offred,
Komutan Fred Waterford ve karısı Serena Joy'un evinde yaşar ve tek amacı
Komutan'ı hamile bırakmaktır. Offred, geçmiş yaşamını, kocasını ve kızını
özlemle hatırlar ve Gilead rejiminin baskıcı doğasına karşı sessizce direnmeye
çalışır; Atomize edilmiş bir toplumun çırpınışlarının yanında aynı zamanda da
kadınların eril düzendeki konumu hakkında fazlaca düşündürücü ve dönem olarak
olmasa da erilliği teşhir anlamında oldukça gerçekçidir.
Elbette ki George Orwell'in "1984"ü, totaliter bir rejimin sürekli
gözetim ve manipülasyon aracılığıyla bireyleri kontrol ettiği bir distopik
dünyayı tasvir eder. Bu eser, Filistin'in İsrail tarafından tarihsel olarak
işgal edilmesi gibi uzun süreli baskı ve kontrol altında yaşayan toplulukların
deneyimlerine benzerlikler taşır. Orwell'ın eseri, özgür düşüncenin ve
mahremiyetin önemini hatırlatırken, insanların yaşadıkları ülkelerde fiili bir
savaş olmasa da, "özgür" kisvesi altında yaşayan insanlar için, yaşadıkları
gerçeklikle fazlasıyla benzerlikler kurabilir. Bu eser, bireylerin özgürlükleri
ve insan hakları için mücadele etmeleri gerektiği konusunda derin bir uyarı
niteliği taşır.
Sinemada Distopya
Sinemada da bu çatışma ve işgal, distopik bir bakış
açısıyla ele alınmıştır. Terry Gilliam'in "Brazil" filmi, devletin
baskıcı kontrolünü ve sistemdeki çürümeyi hicivle anlatırken, Alfonso Cuarón'un
"Son Umut"u ise distopik bir gelecekteki krizi ve mücadeleyi işler.
Terry Gilliam'ın "Brazil" filmi, devletin baskıcı kontrolünü ve
sistemdeki çürümeyi hicvederek, İsrail'in Filistin üzerindeki kontrolünü ve bu
kontrolün yarattığı bozuk düzeni anımsatır. Filmdeki "Bilgi
özgürleştirir" yazısı, İsrail'in propagandasını eleştirirken, borularla
sağlanan gereksinimler, Filistinlilerin temel ihtiyaçlarının İsrail tarafından
kontrol edilmesine gönderme yapar. Ana karakterin sistemi sorgulaması, Filistin
halkının direnişini temsil eder.
Alfonso Cuarón'un "Son Umut" filmi, üreme yeteneğinin
kaybolmasıyla yaşanan krizi anlatır. Bu kriz, Filistin halkının yaşadığı
varoluşsal krize benzetilebilir. Neslinin tükenmesi tehdidi altındaki
Filistinliler, tıpkı filmdeki karakterler gibi bölünmüş ve çaresizdir.
İsrail'in sıkı kontrolü, Filistinlilerin gelecek umutlarını tüketmekte ve
onları zorlu bir mücadeleye sürüklemektedir.
Her iki film de distopik bir geleceği tasvir ederken, günümüzdeki
Filistin-İsrail çatışmasının olası sonuçlarına dair bir uyarı niteliği taşır.
Devletin baskıcı kontrolü, propaganda, temel ihtiyaçların kontrol altına
alınması, varoluşsal krizler ve gelecek kaygısı gibi temalar, hem distopik
filmlerde hem de Filistin'in gerçekliğinde ortak noktalar olarak karşımıza
çıkar.
Felsefe ve Gerçeklikte Distopya
Felsefe ve gerçeklik düzleminde, Michel Foucault'nun "Hapishanenin
Doğuşu" adlı eseri, modern iktidar ilişkilerini ve kontrol mekanizmalarını
incelerken, Zygmunt Bauman'ın "Akışkan Modernite" kavramı,
günümüzdeki belirsizlik ve değişim sürecini anlamamıza yardımcı olur. Bu iki
önemli düşünürün eserleri, Filistin'in İsrail tarafından tarihsel olarak işgal
edilmesi gibi güncel bir distopya örneğini anlamak ve çözümlemek için de önemli
birer araç sunar.
Eline alet aldığı andan itibaren kendini doğaya karşı ispatlamaya çalışan
insan, doğadan fiziksel olarak kopmamak yerine bunun tam tersini yapıp aklını
orada bıraktı sadece. Böylece vahşiliğine modern süsü verip hakimiyetini
hapishanelerle, işgallerle sağlamaya çalıştı. Foucault'nun "Hapishanenin
Doğuşu" eseri, bu noktada, modern toplumdaki iktidar ilişkilerini,
disiplin mekanizmalarını ve bunların bireyler üzerindeki etkilerini analiz
eder. İsrail'in Filistin topraklarını işgali ve kontrolü, Foucault'nun analizleriyle
paralellik gösterir. İşgal altındaki topraklarda kurulan kontrol mekanizmaları,
hapishane sistemiyle benzerlikler taşır ve bireylerin özgürlüklerini kısıtlar.
Zygmunt Bauman'ın "Akışkan Modernite" kavramı ise, günümüzdeki
belirsizlik ve değişim sürecini anlamamıza yardımcı olur. Filistin'in işgal
altında olduğu bu distopik durumda, belirsizlik ve sürekli değişim ön
plandadır. Geleneksel değerlerin ve kurumların çözülmesi, bireylerin
kimliklerini ve yaşamlarını yeniden inşa etme çabalarını beraberinde getirir.
Bu durum, Filistin halkı için yeni fırsatlar sunarken, aynı zamanda kaygı,
belirsizlik ve sosyal eşitsizlik gibi sorunları da beraberinde getirir.
Foucault ve Bauman'ın eserleri, Filistin'in İsrail tarafından işgalini
anlamak ve çözümlemek için önemli birer araç sunar. Bu eserler, sadece tarihsel
bir analize değil, aynı zamanda günümüzdeki iktidar ilişkilerini, kontrol
mekanizmalarını ve belirsizliği anlamamıza da yardımcı olur. Bu sayede,
Filistin'deki distopik durumu daha iyi anlayabilir ve çözüm yolları aramaya
başlayabiliriz.
Tüm bu eserler ve düşünce akımları, insanlığı uyarmak ve harekete geçmeye
çağırmak için birer araçtır. Filistin için de çok net bir şekilde bu böyledir.
[1] Nisanyan
Sözlük, erişim: 01.06.2024, https://www.nisanyansozluk.com/kelime/%C3%BCtopya
[2] Nisanyan
Sözlük, erişim: 01.06.2024, https://www.nisanyansozluk.com/kelime/distopya
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder