Klişe bir giriş olacak ama “İstanbul’un dibinde çok güzel
bir şehir var: Edirne”
Osmanlı’nın kısada olsa başkenti olmuş, fetret devrinde
önemli bir bölge olan, Balkan savaşlarında ağır bedeller ödemiş, sınır şehri
olmanın bedelini de her zaman çekmekte olan Edirne’ye, Osmanlı’nın kuruluş
dönemini “yaşayıp, görmek” üzere Edirne’ye, Kurtuluş savaşında Yunanistan
askerlerinin isyan ettiği Edirne’ye gitmeye karar verdik. Çorlu otogarından
araba ile 1,5 saat gibi bir mesafede burası.
Buradan sadece iki üç firma Edirne’ye götürüyor. Bunların
başında Bulgar arabaları yer alıyor. Bu yüzden sabahın erken saatlerinde ama
saat başı kalkan otobüslerden birine binebildik. Kişi başı 25 lira tutuyor.
Lüleburgaz’a da uğrayan otobüs, buradan yolculara fırından yeni çıkmış
poğaçaları veriyor. Sıcak sıcak yediğimiz poğaçaların yanında dileyen içecek
bir şeyler içebiliyor. Trakya’nın nasıl sanayileştiğini yol boyunca net bir
şekilde görürken 7’de bindiğimiz ve içi muhacirler ile dolu olan otobüs sekiz
buçukta bizi Edirne otogarının yanında bırakıp Bulgaristan’a devam
ediyor.Otogar’dan Edirne’nin merkezi olan Selimiye’ye gitmek üzere 3 numaralı
otobüs ile kişi başı 3 lira vererek biniyoruz. Selimiye’ye doğru yaklaştıkça
kervansaraylar,camiler, çeşmeler artmaya başlıyor. Otobüsün tekerleği döndükçe
sanki tarih kitaplarında birkaç sayfa ile anlatılan Osmanlı’nın kuruluş
dönemine gidiyoruz. Zamanda yolculuk gibi. Zaman makinesi keşfedilmiş
sanki.
Nihayet Kırkpınarşehri Edirne’ye ayak bastık. Şehir hakkında ufakta olsa bir giriş yapmak
gerekirse eğer: İstanbul’un hemen yanı başında… Antik Yunanca’da Anadolu: Yunanistan’ın
doğusu Fırat’ın batısı anlamına gelmekte. Bu sebeple Anadolu’nun ilk şehri de sayılabilir
burası. Ama bununla da kalmaz Trakya’nın Türkiye toprakları üzerinde ki ilk
şehri olması anlamında da önem taşır. Yunanistan ve Bulgaristan ile kapı
komşudur. Bu sebeple Yunanistanlı ve Bulgaristanlı kişileri buralarda çokça
görebilirsiniz. Öyle ki pazar alışverişine bile geldikleri olur. Zaten üç
bölgenin de Trakya üzerinde yer alması
kültürlerinde bir biriyle etkileşim içinde olmasına sebep veriyor. Burada
bulunan bir çok dükkanının camekanında Bulgarca ve Rumca yazılar
görebilirsiniz.
Öncelikle söylemek gerekir belli bir plan yaparak gelmedik
buraya. Tek kuralımız var: “Edirne’nin sokaklarında kaybolmak!” Kale içi
denilen bölge İstanbul’un eski İstanbul denilen sur içi denilen bölgesine
oldukça benziyor. Ancak Edirne’nin bu surlarından hiçbir şey ayakta kalmamış. Kırkpınar
güreşleri bu, şimdi var olmayan surların içinde yapılıyor. Kanunu Sultan
Süleyman tarafından yapılan Edirne Sarayının ek binasının önünde. Adalet
kasrının önünde…
550 yıllık bir
gelenekten bahsediyorum burada. Osmanlı’nın savaşların hemen öncesinde bir
birleriyle güreş tutmaları bir gelenekti. Bu gelenek, askeri güçlü kılıyor,
pratik yapmasına sebebiyet veriyordu. Efsaneye göre, Osmanlının kurucusu
Osman’ın kardeşi Orhan zamanında Bizans’dan topraklar alınırken ordu yeşil bir
alanda dinlenir. Bu sırada iki kardeş bir biriyle hiç durmadan, yemeden içmeden
güreşe dururlar. Hiç durmadan bunu yaptıkları için en sonunda takatleri
kalmayıp düşer ve ölürler. Bu duruma üzülen askerler cenazeyi kaldırırlar ancak
tören yapmazlar. Seferden dönüşte mezarlığa tekrar bakmak isteyen askerler
gözlerine inanamayıp mezarın oradan kırk tane pınarın çıktığını görürler. O
günden bugüne kırkpınarın devam ettiği söylene gelir.
İşte bu geleneği devam ettirmek için Saraçlar caddesini
kesen balıkçılar sokağında ki Kırkpınar kültürünü tanıtma ve yaşatma derneği’nin
aile çay bahçesi ve mini müzesini gezdik. Bahçenin içinde baş pehlivanların
büstleri bulunmakta. Bizde baş pehlivan Adalı’nın yanında çayımızı yudumladık. J
Osmanlı ve Anadolu kültürünün Türkiye İslam anlayışı ile
harmanlanmasının yanında aynı zamanda Osmanlı’nın kuruluş zamında ki iç
karışıklığını iyi bir şekilde gözlemlemek amacıyla gezimize üç cami ile
başlıyoruz. Üçgen şeklinde karşılıklı bulunan üç camiden bahsediyorum. Üç
şerefli cami, Eski cami, Selimiye cami.
Üç şerefli Cami
1443 – 1447 yılları arasında Mimarı Hacı Alaaddin olan ve 2.Murat
tarafından yaptırılmış bir yapı karşımızda duruyor. Cami bir çok ilki
taşımasının yanında Mimar Sinan’a esin kaynağı olması sebebiyle de ayrı bir
önem taşıyor. Selimiye Cami’ne geldiğimiz zaman bu durumu çok iyi bir şekilde
görebileceğiz. Hadi gezmeye devam edelim…
Dört minaresinden hiç biri bir birine benzemiyor. Burada ki
benzememezlik halinin İslam felsefesine güzel bir şekilde oturtulduğunu
görebiliyoruz. Minarelerden bir tanesinin burmalı olmasından dolayı da halk
arasında “Burmalı cami” olarak da bilinir. Cami içinde ki kubbe çizimlerinin
hiç birisinin bir diğerine benzememesi de caminin bir diğer özelliği. Avlu
pencerelerinden ikisinin alınlıkları çini ile boyanmış halde. Yanımda ki
fotoğraf teknolojisinin o kadar gelişmiş olmaması sebebiyle ışıkların caminin
içine nasılda güzel süzüldüğünü çekemedim. Ancak gelip görülmesi gereken bir
güzellik. Pencerede kullanılan sanatın oldukça benzerini Eski cami ve Selimiye
cami’de görebiliyoruz.
Camiye ilklerin camisi demiştim. Şimdi onlardan biraz
bahsedelim. Osmanlı camilerinde harem taşlığı bulunan ilk deneme Üç Şerefeli'de
gerçekleştirilmiştir. Cami'ye girer girmez ana kubbenin altına gelinir ve bu Üç
Şerefeli'ye ait bir özelliktir. Kubbelerdeki orjinal kalem işleri Osmanlı
Camilerinde görülen en eski örneklerdir.Kubbede çeşitli meyvelerden oluşan
"Meyve Sofrası" görülür.
Üç Şerefeli Cami, Osmanlı Sanatında Erken ile Klasik Dönem
arasında yer alır.Burada ilk kez uygulanan bir planla karşılaşılır. 24 m.
çapındaki büyük merkezi kubbe, ikisi paye, dördü duvar payesi olmaküzere 6
dayağa oturur. Yanlarda daha küçük ikişer kubbe ile örtülü Kare bölümler
vardır. Yapı, bir yenilik olarak, enine dikdörtgen planlıdır. Böylece enine
gelişen mekana ulaşılmak istenmiştir.
İstanbul'daki bir çok ünlü caminin kubbesinden daha büyük
olan Üç Şerefeli'nin ana kubbesi (24 m.) kendi çapından daha büyük bir
dikdörtgen alanı örter. Bu geometrik tasarımıyla Mimar Sinan'ın bir çok altıgen
çardaklı yapısı için prototip oluşturmuştur.
Diğer yandan, Üç Şerefeli Cami'nden esinlenerek, altıgen
çardak üzerine inşa edilen camiler, dünya mekan mimarisinde özgün bir konuma
sahip yapılardır.
Mihrabın iki yanında, caminin denge durumunu kontrol için
iki silindir bulunur. Bunlar ayar terazileridir ve dönüyor oluşları caminin
dengede olduğunun göstergesidir.
Ses düzeninde eko özelliği belirgindir.
Kuzeybatıdaki tek şerefeli olan
minare 1610 yılında Sultan I.Ahmet tarafından; Burmalı minare ise Sultan
II.Mustafa tarafından yaptırılmıştır.
Caminin ilk ve asıl minaresi Üç
Şerefeli'dir.
Üç Şerefeli Caminin kapısı özgün
durumuyla neredeyse cami kadar ün yapmıştır.
Hadi şimdi Ulu Cami’ye diğer adı
Eski Cami olan cami’ye geçelim…
Eski
Cami (Ulu Cami)
Öncelikle Osmanlı’dan günümüze
kalmış olan en eski anıtsal yapı olduğunu belirtmekte yarar var. Aynı zamanda
devletin büyümesinin de simgesidir. Bana kalırsa, Fetret devrinin Trakya
bölgesine yayılmış, Çerkezköy’de bitmiş olan bir hikayenin ilk temeli bu camide
yatıyor. Her ne kadar cami kapısında Süleyman Çelebi’yi yerden yere vurup
Mehmet Çelebi’yi öve öve bitiremese de taht kavgalarını da hatta Şeyh
Bedreddin, Börklüce ve Torlak Kemal’in öncülüğünü yaptığı isyanı bile içeren
bir dönemin simgesel olarak ilk temeli bu camii ile başlar. Şimdi konumuz bu
olmadığı için lafı fazla uzatmadan camiden içeri gerelim.
Üç Şerefli Cami’nin mimarını
burada da görebiliyoruz: Mimar Hacı Alaaddin. Kafamızı kubbeye kaldırmadan önce
yerin fazlaca soğuk olması sebebiyle eklem hastası olan kişilerin camiye
girerken dikkatli olmasında yarar olduğunu bilmek gerekiyor. Cami oldukça
soğuk. Rutubetten ötürü de bir çok yazı yok olmaya yüz tutmuş. Ancak caminin
içinde ki ahşap işçiliği oldukça güzel. Bu yönüyle Üç Şerefli Camiden
ayrılıyor. O dönemden bu döneme cemaatin devlet kadar savaşçı olması gerektiği
düşüncesiyle Cuma namazlarında kılıç ile hutbe okunur. Caminin pencereleri ve
kapısı da aynı Üç Şerefli Camiye benzemekte. Burada kapının İslam felsefesi ve
Şamanlık inancında çok önemli olduğunu belirtmekte yarar var. (Hatta bu konu
hakkında ufakta olsa bir yazı yazmayı düşünüyorum
J )
(Selimiye'nin kapısı)
(Büyük Edirne Sinagogu kapısı)
Erken Dönem Camileri başlığı altında çok birimli veya çok
kubbeli Camiler grubuna girer.Merkezi kubbeyi taşıyan dört Paye ile dört duvar
üzerine dokuz Kubbelidir. Bir yanının dış ölçüsü 13 m. olan kare planlıdır. 13
m. çapında ve tümüyle yarım kubbe Biçiminde olan kubbeler, yan neflerle
Pandantiflere, ortada çeşitli geçiş öğelerine oturur. Orta kubbenin Trompları
mukarnas dolgusudur. Taç Kapı, son cemaat yeri girişi ve minber Ak
mermerdendir. Kuzey ve batı Yüzleri daha süslüdür. Son cemaat yeri girişindeki
kemer çevresinde bulunan rozetler ve sipiralli Süsleme, onarımda yapılmıştır.
İç mekanda yalnızca dört paye oluşu yapıya ferah bir görünüm
verir. Bu özelliğiyle Osmanlı mimarisinde Mekanın birleştirilmesi yönünden yeni
bir aşamayı oluşturur. Paye ve duvarlarda yer alan iri ak yazılar ve Barok
Süsleme, mekan etkisini zayıflatır. Camide süsleme yönünden en önemli bölüm
minberdir.
Kapı üzerindeki yazıtta Çelebi Sultan Mehmet'in adı vardır.
Doğu ve batı yüzeylerindeki geçme yıldızlar ve Rumiler ilginçtir. 5 kemerli son
cemaat yeri ve biri tek öbürü iki şerefeli, iki minaresi vardır. Cami, çevrede
ki kervansaraylar ile birlikte 1748'de yangından, 1752'de depremden zarar görmüştür.
Eski Cami, 1754'te Sultan I.Mahmut Döneminde, 1924 ve 1934'te onarılmıştır.
II. Murat döneminde Edirne'ye gelen ve Camiye girerek vaaz
verdiği Söylenen Hacı Bayram Veli'nin anısına duyulan saygı nedeniyle vaaz
Kürsüsü imamlarca kullanılmaz.
Fatih'in tarihçilerinden Beşir Çelebi'nin naklettiğine göre;
Hacı Bayram Veli Edirne'ye II.Murat tarafından getirildikten sonra; bir gün,
Eski Cami'ye gider. Camiye girdiğinde, orta kubbenin altında ibadete meşgul
olan Hz.Muhammet'i görür. Orada ne yaptığını sorduğunda Peygamber kendisine:
"Bu cami benimdir, ümmetimle bile olurum. Ya Şeyh!
Zinhar bu makamı hali görmesinler. Daim gelüp bunda hacet dilesinler."
der.
Şimdi yolun karşısına geçiyoruz.
Rotamız Selimiye camii.
Selimiye Cami
Selimiye Cami’ne gelmeden hemen
önce Mimar Sinan’ın gösterişli heykeli dikkatimizi çekiyor. Heykel sanki,
arkasında bulunan Selimiye Cami için “eserimle gurur duyuyorum” der gibi
duruyor. Heykelin sağ tarafında ise başka bir heykel mevcut. İstanbul’un
fethinde kullanılan döküm topların birer minyatürü. Macar bir döküm ustasının
ustabaşılığı ile yaptırılan bu toplar, yaklaşık olarak yedi sekiz kişilik bir
ekiple şekil buluyor. Topların deneme atışı için Edirne ahalisinin önceden
uyarıldığı hatta fazlaca abartıyla “deneme için top atışları yapılırken çıkan
sesten Edirne’de kırılmadık cam çerçeve kalmadığı” söylenir. Topların
İstanbul’a getirilmesinin iki ay kadar sürdüğü, bunun için yüzlerce yeniçerinin
görevlendirildiği söylenir.
Nihayet Selimiye Cami’ne geldik.
Anadolu’da kapıya çok önem verilir. Mesela Muğla’nın köylerinde ki her evin
kapısının farklı şekillerde olduğu ve açıkça buna önem verildiği görülür.
Kiliselerde ve camilerde de aynı gösterişi görebiliyoruz. Cemaatin girmesi için
enlemesine değil boylamasına olarak büyük olan ana cami kapısı, Eski cami ve Üç
şerefli Cami’den farklı şekilde işlenmiş. 2.Selim tarafından yaptırılan caminin
arka kapıları ise oldukça sade yapılmış. Burada ki kapılarda yukarıdan kapının
yanına doğru bir zincir asılı. Bu zincir, “dışarıda ki tüm kötülüklerden, seni
bu hayata bağlı tutan zincirleri dışarıda bırak ve öyle gir içeri” anlamını
taşımakta. Buradan içeri girdiğimiz an hemen sağ tarafta din alimlerinin
mezarları dikkatimizi çekiyor. Özellikle bu kapıdan içerisi oldukça gösterişli
gözükmekte. Dış bahçeden iç bahçeye girdiğimiz an abdest alanı dikkatimizi
çekiyor. Gözlerimizi 180 derece çevirdiğimizde çevremizde küçük kubbeler göreceğiz. Şimdi yavaş yavaş
caminin içine doğru ilerleyelim. Caminin girişinde ki kapıda iki tane hat
yazısı dikkatimizi çekiyor.İçeri girer girmez, ana kubbe ile karşılaşırız. Osmanlı’nın
kuruluş döneminde Selçuklu mimarisinin etkileri görülürken, camiden içeri girer
girmez ana kubbe ile karşılaşıyoruz. Bu durum üç şerefli camiden de tanıdık
gelecek size. Bu tanıdıklık sadece bununla da kalmıyor. Üç şerefli camiyi
gezerken söylediğimiz gibi bir çok ortak nokta mevcut. Bunlardan bir tanesi de
minarelerin iç yapısı. Müezzinler aynı minarenin üç yerinden girmiş oldukları
halde bir birleriyle karşılaşmazlar. Bu durum da Üç şerefli camide ikidir.Müezzin
Mahfili caminin orta yerinde ahşap yapısıyla durmakta. Müezzinlerin cemaate
seslenip, imam ile de sürekli temasta bulunması açısından yüksek yapılmıştır.
Mahfilin hemen altında ufak bir abdest tazelemek için yer yapılmıştır. Mihber,
tek parça mermerden yapılmıştır. Hünkar mahfili ise, padişahla birlikte
bürokratların namaz esnasında suikast ile öldürülmesini engellemek için
yapılmış olan bir alandır. Caminin yan tarafında cami külliyesi bulunmakta.
İçeri girmek için caminin bir etkinliğine katılmak gerekli. Aksi halde içeri
girilemediği için dışarıdan bakabiliyoruz sadece.
Karnımız acıktı. Meşhur Edirne
Ciğercisi Aydın usta için yola koyuluyoruz. Sur içinde ki balık pazarı
sokağının sonunda yer alıyor dükkanı. Ancak maalesef hafta sonu kapalı
oluyormuş. O yüzden onun yerine Edirneli Ali Usta’nın yerine gidiyoruz. Oldukça
kalabalık bir yer burası. Girenler çıkanlar belli değil. Onun vermiş olduğu
ilgisizlikle karşılıyorlar bizi. Ciğeri çok güzel değil. Orta ölçekte. Fiyatı da
kişi başı porsiyon 22 lira. Karnımızı iyice doyurduktan sonra Rüstempaşa
kervansarayı’na giriyoruz. 1700’li yıllarda çıkan büyük yangından her taraf
gibi burası da nasibini almış. Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamı Rüstem Paşa
tarafından yaptırılan bu yapı iki katlıdır. Aşağısında dönemin alış veriş
merkezi mevcut. Buradan Edirne’ye has hediyelik eşyalar alabilirsiniz. Biz
gelin süpürgesini aldık
J Edirne’ye ait olan bu süpürge, gelinin kaynanayı gözetlemek için
süpürgesine ayna taktırması, nazar deymesin diye de nazar boncuğu taktırması
ile meşhurdur
J
Şimdi son durağımız, Edirne Büyük
Sinagogu. Kale içinin sonlarına doğru adımlarımızı atarken ahşap konakların
çokluğu ile büyülenmiş gibi gidiyoruz. Anlatmaya başlarken söylemiştik “buranın
sokaklarında kaybolmak bir başka güzel!” Saraçlar Caddesi başta olmak üzere konaklarla
ve hareketli çarşısıyla dikkat çeken bir cadde burası. Buranın yan
sokaklarından kıvrılıp sinagoga doğru ilerlemeye devam ediyoruz. Öncelikle
sinagogun arka tarafında yer alan ibadethanenin yönetim binasından içeri
giriyoruz. Burada Edirne’yi tanıtım için bir sergi mevcut. Ama ondan da önce
Kıspet ustasının (pehlivanların gerçek deriden yapılmış olan şortlarına verilmiş
ad) standı ile karşılaşıyoruz: Adem Kayın. Usta olduğu ilk kıspeti sergiliyor
gururla. Fiyatlar yüksek gibi gelse de gerçek el yapımı olduğu için az bile
diyebileceğimiz şekilde ürünlerini müşterilerine sergiliyor. Yukarıda ki katta
Edirne Kadınları hakkında bir sergi mevcut. Bir çok Edirneli kadını Edirne
tarihi ile birlikte görebiliyoruz. Buradan çıkıp, sinagoga gidiyoruz şimdide.
Büyük Edirne Sinagogu
2 Eylül 1905’deEdirne’de çıkan
büyük yangın sonrası Kaleiçi Metropolit mahallesinde boş bir evde çıkan yangın
büyür. Su yokluğundan dolayı itfaiye yangını18 saatte söndürebildi. Yangının
hasarı oldukça büyüktü. 1430 bina tamamen yanar. Yardıma muhtaç insan sayısı
4072 kişidir. Bunlardan 3378’i Yahudi. Bölge bu olaydan sonra yangınlık olarak
anılmaya başlandı. Yangınlıkta 13 sinagogda yok olmuştu. 20 bin Yahudi’nin ibadethanesi
artık yoktu. Artık yeni bir sinagog inşası gerekliydi. Avrupa’dan toplanan
paralarla yeni büyük bir inşa başlaması ön görüldü. 2.Abdülhamid ‘in izniyle
daha önce Mayor ve Pulya sinagoglarının olduğu yerde bir inşaat başladı. Zaman
içerisinde cemaatini kaybeden Edirne Büyük Sinagogu 2007 yılında Edirne
Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yardım programına alındı. 2010 yılında
restorasyon başladı. İlk haline sadık kalınarak yapılan sinagog 2014 yılında
bitirildi. Günümüzde Edirne’de az sayıda kalan Yahudi cemaatinin olması
sebebiyle sadece özel günlerde ibadet yapılan bir yer olmasına sebep verdi.
Başka ibadethanelerle kıyaslandığında oldukça sadece bir yapı olan sinagog,
kapı işlemeleriyle ayrıca dikkatimizi çekiyor.
Saatin epey ilerlemesinden günübirlik olan gezimizi
bitirirken Edirne’nin eserleri, güzellikleri ve tarihi halen bitmiyor. Bir
tarih halen Edirne’de yaşıyor.
Bizim ancak başka bir gün gidebileceğimiz yerleri
sıralayalım yinede:
·
Osmanlı’nın ilk tıp merkezlerinden biri: 2. Beyezıd
külliyesi ve Şifahane
·
Edirne’nin arka bahçesi, ormanla kaplı, tertemiz
havası olan: Karaağaç
·
Kahvaltı yapmak, manzaranın tadını çıkarmak için
ideal bir yer: Meriç
·
Edirne tarihinin detaylarını öğrenmek isteyenler
müzeye: Edirne arkeoloji müzesi, Edirne Türk ve İslam eserleri müzesi
·
Balkan savaşlarının Edirne’ye büyük bir etkisi
bulunmakta. Bunun detayları için: Balkan müzesi, Balkan şehitliği
·
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu Dünya’ya
kabul ettirdiği antlaşmanın anıtı: Lozan Anıtı
·
Edirne denilince akla ilk gelen yer: Kırkpınar
er meydanı
·
Vedalaşmaların ve buluşmaların yeri: Karaağaç
tren garı
·
Dinlerin şehrinde bir kilise: Sweti George Bulgar
kilisesi
---
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.
https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz
Harika bir gezi yazısı olmuş. Kalemine sağlık değerli kardeşim.
YanıtlaSil