Araştırmasının ve hazırlık aşamasının Onur Bütün tarafından
yapıldığı “Marx’ın işçi anketi” isimli kitap, Ayrıntı yayınlarından 2018
yılında basıldı. Söz konusu kitabın
konusu başlığından anlaşıldığı
gibi Marx’ın işçi sınıfına doldurtmak istediği bir anket. Ama sadece bunu demek
de kitap hakkında yavanlık yaratır.
Kitap, anketin Marx tarafından neden yapılmak istendiğini açıklamasının yanında
aynı zamanda neden işçi sınıfını seçtiğini, seçtiği sınıfın anketin çıkacağı
döneme kadar hangi koşullardan hangi koşullara geldiğini, tüm bunların ışığında
da hangi amaç ile bu anketi kullanmak istenildiğini, başka bir deyişle anket
sonuçlarından elde ettiği veriler ile neler yapılmak istendiğini, anket
bitiminde hedeflenenlerin ne kadar başarılı olup olmadığını anlatıyor.
Yetmiyor, birde üstüne söz konusu bu anketin türkçeye kazandırılması sırasında
hangi maceralardan geçtiğini anlatıyor.
1880 yılında basılmış olan anket üzerine ivedilikle
araştırmalarını yaptığı belli olan Bütün’ün, üzerinde durduğu önemli
noktalardan bir tanesi de Marx’ın sadece bir aydın gibi fil dişi kuleden
sınıfları incelediği iddiasının ne kadar yersiz olduğu konusu. Bu iddianın
aksine kendinden ve özel yaşamından çokça feragat eden Marx’ın, gündüzleri sendikalar,
siyasi partiler, kooperatifler ve dernekler ile nasıl vakit geçirip sadece
teoride değil aynı zamanda pratikte de neler yaptığını şu cümleler ile açıklıyor:
“Yaşamı boyunca “kendi
hayatının hırsızı” olan Marx; gündüzlerini direniş örgütleri, sendikalar,
kooperatifler ve partilerde çalışan işçiler, sosyalistler, anarşistlerle
görüşmeler, toplantılar yaparak geçirir. Okuma yazma sürecini uykusundan,
çocuklarından, eşinden ve kendine ayıracağı zamandan çalarak yaratır.
Üstelik kendisiyle
birlikte ailesi de mütemadiyen yoksulluk çemberindedir. Beş çocuğunun ve eşinin
ölümüne tanık olur. Engels’in maddi desteğinin yanı sıra, gazete ve dergilere
yazdığı yazılar, makaleler için aldığı paralar dışında eşinin ve kendisinin
ailesinden kalan ufak miras payları dışında bir gelire de sahip değildir.
Dolayısıyla Marx’ı ölüme yürürken “kapanarak çalışan” bir figür olarak
betimlemek olsa olsa aydınların, entelijansiyanın kendi alışkanlığıdır. Marx,
“kendi hayatının hırsızıdır.”
İşte bu bahsi geçen pratiği gerçekleştirmek için her fırsatı
değerlendiren Marx ve onun kadim dostu ama ondan da önce yoldaşı Engels’in
kitap ve metin kronolojisini aynı kitabın son sayfalarında görebilirsiniz.
Hatta o sayfalara bakarken dikkatinizi Marx’ın üniversiteye gittiği zaman
diliminden 2 senesi ve ağır hasta olduğu
ölümünden önceki iki sene haricinde her senenin nasıl dolu olduğunu, o vefat
edince de zaten bu yolu hep birlikte yürüdüğü
Engels’in kendi yoluyla birlikte yoldaşı
Marx’ın yerine, son nefesine kadar nasıl devrimci Marksizm bayrağını
taşımaya devam ettiğini göreceksiniz. Bu, Marx ve Engels’in hayatını bilmesine
rağmen, onlara “hayranlık beslediğini ve onları örnek aldığını söyleyen”
yetmeyip, mücadele etmemek için de kırk
takla atan, kırk bahane uyduran “Marksist olmayan devrimcilere” iyi bir not!
Önce 11 sonra da 101 tane anket sorusunu hazırlayan Marx,
elde ettiği veriler ile işçi sınıfının kendi kaderlerini ellerine alması için,
başka bir ifade ile yönetime geçmelerinin önünü açmak için, bir fırsat
yaratmayı hedefliyordu. Bunun içinde soruların sadece bilgi edinmek maksatlı
değil, bu anketin hem işçilerle kontak sağlamaya yarayacağını hem de sorular
vasıtasıyla çokta göstermeden sınıf mücadelesi için eğitim vermeye yarayacağını
yetmeyip, soruların da 101 tane olması
sebebiyle işçilerin oturup en az 3 – 4 saat boyunca sınıfları hakkında
konuşacaklarını hesap ediyordu. Dolayısıyla verilerde işin bonusu olacaktı.Ayrıca,
Fransa açısından zaman olarak en iyi dönemden geçiyorlardı. Paris Komünü ile
birlikte sosyal haklar anlamında işçi sınıfı bir çok kazanım sağlanmış birde
üstüne Fransa burjuvazisi seçime gidiyordu. Hal böyle olunca propaganda için de
güzel bir fırsattı. Yetmiyor, birde üstüne anket aracılığıyla Fransa İşçi
Partisinin programı için çeşitli veriler gelmesi planlanıyordu. Sadece ulusal
değil, aynı zamanda enternasyonal bağlantılar ile kopyalarda basıldı. Zaten
soruların hiç birisi ulusal değil aksine uluslar arası kapitalist düzenin
sorunlarını teşhir edercesine hazırlanmış sorulardı. Ancak her ne kadar kitapta
çok hızlı bir geçiş yapılmış olsa da bu anket başarıyla sonuçlanmadı. Çok az
bir katılım oldu. Bu yönüyle Marx’ın Kapital’i gibi uzun soluklu ve
derinlemesine anlatılan bir kitabın işçiler tarafından çok okunacağını düşünüp
okunmamış olması gibi bir sonuçla karşılaşıldı. Bu olumsuz duruma rağmen, işçilerin
doldurduğu kadar olan veriler Fransız İşçi Partisinin programın yazılmasında
işe yaradı. Günümüzde dahi geçerliliğini koruyan bir çok slogan ve geçiş programı oluşturuldu.
Az önce burjuvazinin seçim döneminden bahsettim. Bu kısımda
ayrıca durulmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Seçim dönemlerinin propaganda
ve ajitasyonların özgürce yapıldığı bir zaman olması sebebiyle insanların ilk
aklına burjuva partilerinin yapmış
oldukları seçim propaganda ve ajitasyonları gelir. Aslında bunun tam tersi de
geçerlidir. Yani, yine aynı seçim zamanında devrimciler de propaganda
yapabilir. Hatta yapmıştır da. Yapma da devam ediyorlar... Marx’da tam olarak
bunu yapmaya çalıştı. Elbette ki seçim sebebiyle anketler, kamuoyu yoklaması
adı altında yapılıyordu. Ancak hiç kimse işçi sınıfının durumunu tam da
seçimler zamanında yapmıyordu! Çalışma koşullarının nasıl olduğunu, hangi ücret
ile hangi sosyal haklar ile çalıştıklarından işçilerin kendisinden başka
kimsenin haberi yoktu. İşte bu seçim sırasında iyi bir fırsattı. Bu fırsatta
kullanılmış oldu.
Anket sorularının içinde ki 3 – 4 soru haricinde (mesela
buharlı sistem) güncelliğini yitirmiş bir durum bulunmuyor. O kadar ki, Onur
Bütün, “neden bu sorular ne siyasi partiler nede sendikalar tarafından
kullanılmıyor?” diye sormadan edemiyor.(soruların ne kadar detaylı olduğunu
kitabı okuyanlar göreceklerdir) Bu sorunun cevabı elbette ki başka bir yazının
konusu ancak sorunun çarpıcı olması çok açık. Malum, az önce belirttiğimiz gibi
anketi hazırlayan Marx’in öncelikli işi veri değildi.Şüphesiz ki günümüzde
sınıf çalışması yapan örgütlerin
yapacağı ankette de veri değerlendirmesi olmayabilir. Ama oladabilir. önemli olan Marx gibi hangi
amaçla kullanacağız. Bu yönüyle kitap, neyi ne şekilde kullanmamız gerektiğine
dair düşünmemiz gerektiğini söyleyip, dolaylı da olsa pratik bir taktikte
veriyor.
Buraya kadar söylediklerimiz kitabın ana fikri olmakla
birlikte emekten bu kadar bahsedip, kitabın çevirisini yapan ve Türkiye’de ilk
dağıtımı başlaması sürecini de anlatmadan geçmemiş yazar. Bunun için birinci
elden kaynağını da bulmuş. Onunla röportaj dahi yapmış. Ancak bu röportajın
yapıldığı kişinin çok fazla hatıralarla yaşamasının sebebiyle durumla dalga
geçer gibi bir hal oluşturmuş. Bu yönüyle kitabın içeriğine pek uyduğu
söylenemez. İlgili kısım şu şekilde:
“(…)Bizim bir araya
gelişimizin tarihi Sinematek tarihi ile eşzamanlı gelişti. Sürekli filmler
izliyorduk. Yine aynı dönemde Robert Kolej’de, 1966 – 67 yıllarında kısa film /
belgesel yarışmaları düzenlenmeye başladı. Biz de kısa filmler çekmeye
başlamıştık. Ancak film çekmek, kamera satın almak, ekipmanı bulmak, çalışan
arkadaşları organize etmek öyle kolay bir iş değildi. Paramız da yoktu. Film
yapmaktan daha kolaydı dergi çıkarmak. (Gülüşmeler!) Yaklaşık 15 kişi bir araya
geldik ve dergi çıkarmaya karar Verdik. Herkes cebinden onar lira çıkarsa
dergiyi basabiliyorduk. 16 sayfalık tek forma dergiydi Genç Sinema Dergisi…
sadece iki kez, iki formanın bir arada olduğu daha hacimli dergi bastık. Ve
toplam 14 sayı hayatına devam edebildi dergimiz.
Şöyle ilginç bir şey
olmuştu; sanırım 12. sasıydı. Ben Ankara’daydım, o sayıyı İstanbul’daki
arkadaşlar çıkarmıştı. O dönemdeki politik ortamın gazına kapılarak başlığa
“Proleter Devrimci Sinema Dergisi” yazmışlar, ben çok kızdım bu işe, “nasıl
birdenbire proleter devrimci olduk?” diye sordum arkadaşlara… İstanbul’a
döndüm, proleter vurgusunu çıkarttık öyle dağıtıldı dergi…Zaten dergimizin alt
başlığında Devrimci Sinema Dergisi yer alıyordu. Dönemin atmosferi ve
urviyerizmi(işçicilik) arkadaşlarımı etkilemişti sanırım. (Gülüşmeler)
İşçi Anketi’nin fotokopisini önce kütüphaneden aldım, sonra orijinalini
bir sahaftan buldum. Ancak anketi çeviren kişi yada kişilerin adı yazılmamış,
çeviri işini yapan kimdi? Ve anketi çevirme nedeniniz neydi?
-Ahmet Soner: Sol
tandanslı yayınlar o dönemde çok ilgi görüyor ve yeni yeni Türkçeye çevriliyor,
basılıyordu. Biz de “basılmayan bir şey bulalım ve yayınlayalım” diye
düşündük.Araya taraya bu anketi bulduk. Marx,Lenin fark etmezdi. basılmamış
olsun, bizim için bu kadarı yeterliydi. Boğaziçi Üniversitesi’nden bir
arkadaşım vardı, Tanju Kurtarel. Tanju, o dönem Türk Hava Yolları’nda çalışıyordu,
o yüzden adını çevirmen olarak yazamadık. Sakıncalı olabilirdi. Emekli olduktan
sonra bir süre derginin sahibi olarak da adı geçebildi.Metni de öneren ve
çeviren Tanju’dur.
Son olarak, yazının başında Fransız İşçi Partisi’nin
programının hazırlanmasında söz konusu anketin bir çok noktada yararlanıldığını
belirtmeye çalışmıştım. Kitap açısından bu kısmı şu şekilde bitirmek, kitabın
ana fikirlerinden birine dikkat çekmek anlamına geliyor: Medeniyet adı altında
pazarlanan ve sırf sömürü üzerine kurulmuş olan kapitalist sistem 1800’lü
yıllarda da aynı yöntemleri kullanıyordu. Dolayısıyla geçmişte yapılan
mücadelelerden ders çıkarmak bu noktada çok önemli. Tam burada bir örnek ile
demek istediğimi somutlamak istiyorum. Fransız İşçi Partisi programının ilgili
bölümünde şöyle bir cümle geçiyor:
- Siyasi Kısım
- Basın, Toplantılar ve dernekler
hakkındaki ve hepsinden önemlisi uluslar arası İşçi Birliği [Birinci
Enternasyonal] karşıtı tüm yasaların yürürlükten kaldırılması. Livret’nin işçi sınıfı üzerindeki
idari denetimin ve yurttaşlık yasasının işçiyi patron ve kadını erkek
karşısında aşağı kılan tüm maddelerinin kaldırılması (…)
Buradaki Livret nedir peki? Onur Bütün, verdiği dipnotta
şöyle açıklıyor: 1. “Livrent”, yeni bir
işe giren bir işçinin, eski işverenine olan tüm borç ve yükümlülüklerinin ortadan
kalktığını kanıtlamak üzere hukuken sunmak zorunda olduğu bir belgeydi. Bu uygulamayla, nihai olarak, 1890 yılında
son verilmişti.
Bir nevi çalışma belgesi olan Livrent uygulamasının1890
yılında son verildiği söylenmiş olmasına rağmen günümüzde günümüz de bir çok
firma tarafından “referans mektubu gibi” istenmekte. Ancak dikkatinizi diğer
ibareye çekmek istiyorum “tüm borç…” neyin borcu? Çalışma borcu mu? Hayır. O
zaman neyin borcu? Kimin kime borcu?! Avanstan bahsediyor! Yani maddi borç. “O
neymiş ki canım” diyebilirsiniz.Yahut, “ne kadar saçma bir uygulamaymış” da
diyebilirsiniz. Ancak muhtemeldir ki bu tepkileri verenler “bazı” “kurumsal”
diye geçinen firmaların işe giriş sırasında istediği “borcu yoktur” kağıdından
haberi yoktur. Elbette sermayeyi savunacak değilim. Ama bunun bahanesini
açıklamazsam olmaz: “ borcunu ödemeyen, iş borcunu da ödemez”miş! Buyrun size
sömürü! Buyrun size 1800’lü yıllar, buyrun size Livrent! Başka söze gerek var
mı?
Yorumlar
Yorum Gönder