20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

Marx'ın Pratiğine Örnek: İşçi Anketi




Araştırmasının ve hazırlık aşamasının Onur Bütün tarafından yapıldığı “Marx’ın işçi anketi” isimli kitap, Ayrıntı yayınlarından 2018 yılında basıldı. Söz konusu kitabın  konusu başlığından  anlaşıldığı gibi Marx’ın işçi sınıfına doldurtmak istediği bir anket. Ama sadece bunu demek de kitap hakkında  yavanlık yaratır. Kitap, anketin Marx tarafından neden yapılmak istendiğini açıklamasının yanında aynı zamanda neden işçi sınıfını seçtiğini, seçtiği sınıfın anketin çıkacağı döneme kadar hangi koşullardan hangi koşullara geldiğini, tüm bunların ışığında da hangi amaç ile bu anketi kullanmak istenildiğini, başka bir deyişle anket sonuçlarından elde ettiği veriler ile neler yapılmak istendiğini, anket bitiminde hedeflenenlerin ne kadar başarılı olup olmadığını anlatıyor. Yetmiyor, birde üstüne söz konusu bu anketin türkçeye kazandırılması sırasında hangi maceralardan geçtiğini anlatıyor. 

1880 yılında basılmış olan anket üzerine ivedilikle araştırmalarını yaptığı belli olan Bütün’ün, üzerinde durduğu önemli noktalardan bir tanesi de Marx’ın sadece bir aydın gibi fil dişi kuleden sınıfları incelediği iddiasının ne kadar yersiz olduğu konusu. Bu iddianın aksine kendinden ve özel yaşamından çokça feragat eden Marx’ın, gündüzleri sendikalar, siyasi partiler, kooperatifler ve dernekler ile nasıl vakit geçirip sadece teoride değil aynı zamanda pratikte de neler yaptığını şu cümleler ile açıklıyor:

“Yaşamı boyunca “kendi hayatının hırsızı” olan Marx; gündüzlerini direniş örgütleri, sendikalar, kooperatifler ve partilerde çalışan işçiler, sosyalistler, anarşistlerle görüşmeler, toplantılar yaparak geçirir. Okuma yazma sürecini uykusundan, çocuklarından, eşinden ve kendine ayıracağı zamandan çalarak yaratır.

Üstelik kendisiyle birlikte ailesi de mütemadiyen yoksulluk çemberindedir. Beş çocuğunun ve eşinin ölümüne tanık olur. Engels’in maddi desteğinin yanı sıra, gazete ve dergilere yazdığı yazılar, makaleler için aldığı paralar dışında eşinin ve kendisinin ailesinden kalan ufak miras payları dışında bir gelire de sahip değildir. Dolayısıyla Marx’ı ölüme yürürken “kapanarak çalışan” bir figür olarak betimlemek olsa olsa aydınların, entelijansiyanın kendi alışkanlığıdır. Marx, “kendi hayatının hırsızıdır.” [1]

İşte bu bahsi geçen pratiği gerçekleştirmek için her fırsatı değerlendiren Marx ve onun kadim dostu ama ondan da önce yoldaşı Engels’in kitap ve metin kronolojisini aynı kitabın son sayfalarında görebilirsiniz. Hatta o sayfalara bakarken dikkatinizi Marx’ın üniversiteye gittiği zaman diliminden  2 senesi ve ağır hasta olduğu ölümünden önceki iki sene haricinde her senenin nasıl dolu olduğunu, o vefat edince de zaten bu yolu hep birlikte yürüdüğü  Engels’in kendi yoluyla birlikte yoldaşı  Marx’ın yerine, son nefesine kadar nasıl devrimci Marksizm bayrağını taşımaya devam ettiğini göreceksiniz. Bu, Marx ve Engels’in hayatını bilmesine rağmen, onlara “hayranlık beslediğini ve onları örnek aldığını söyleyen” yetmeyip,  mücadele etmemek için de kırk takla atan, kırk bahane uyduran “Marksist olmayan devrimcilere” iyi bir not!




Önce 11 sonra da 101 tane anket sorusunu hazırlayan Marx, elde ettiği veriler ile işçi sınıfının kendi kaderlerini ellerine alması için, başka bir ifade ile yönetime geçmelerinin önünü açmak için, bir fırsat yaratmayı hedefliyordu. Bunun içinde soruların sadece bilgi edinmek maksatlı değil, bu anketin hem işçilerle kontak sağlamaya yarayacağını hem de sorular vasıtasıyla çokta göstermeden sınıf mücadelesi için eğitim vermeye yarayacağını yetmeyip,  soruların da 101 tane olması sebebiyle işçilerin oturup en az 3 – 4 saat boyunca sınıfları hakkında konuşacaklarını hesap ediyordu. Dolayısıyla verilerde işin bonusu olacaktı.Ayrıca, Fransa açısından zaman olarak en iyi dönemden geçiyorlardı. Paris Komünü ile birlikte sosyal haklar anlamında işçi sınıfı bir çok kazanım sağlanmış birde üstüne Fransa burjuvazisi seçime gidiyordu. Hal böyle olunca propaganda için de güzel bir fırsattı. Yetmiyor, birde üstüne anket aracılığıyla Fransa İşçi Partisinin programı için çeşitli veriler gelmesi planlanıyordu. Sadece ulusal değil, aynı zamanda enternasyonal bağlantılar ile kopyalarda basıldı. Zaten soruların hiç birisi ulusal değil aksine uluslar arası kapitalist düzenin sorunlarını teşhir edercesine hazırlanmış sorulardı. Ancak her ne kadar kitapta çok hızlı bir geçiş yapılmış olsa da bu anket başarıyla sonuçlanmadı. Çok az bir katılım oldu. Bu yönüyle Marx’ın Kapital’i gibi uzun soluklu ve derinlemesine anlatılan bir kitabın işçiler tarafından çok okunacağını düşünüp okunmamış olması gibi bir sonuçla karşılaşıldı. Bu olumsuz duruma rağmen, işçilerin doldurduğu kadar olan veriler Fransız İşçi Partisinin programın yazılmasında işe yaradı. Günümüzde dahi geçerliliğini koruyan  bir çok slogan ve geçiş programı oluşturuldu.

Az önce burjuvazinin seçim döneminden bahsettim. Bu kısımda ayrıca durulmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Seçim dönemlerinin propaganda ve ajitasyonların özgürce yapıldığı bir zaman olması sebebiyle insanların ilk aklına  burjuva partilerinin yapmış oldukları seçim propaganda ve ajitasyonları gelir. Aslında bunun tam tersi de geçerlidir. Yani, yine aynı seçim zamanında devrimciler de propaganda yapabilir. Hatta yapmıştır da. Yapma da devam ediyorlar... Marx’da tam olarak bunu yapmaya çalıştı. Elbette ki seçim sebebiyle anketler, kamuoyu yoklaması adı altında yapılıyordu. Ancak hiç kimse işçi sınıfının durumunu tam da seçimler zamanında yapmıyordu! Çalışma koşullarının nasıl olduğunu, hangi ücret ile hangi sosyal haklar ile çalıştıklarından işçilerin kendisinden başka kimsenin haberi yoktu. İşte bu seçim sırasında iyi bir fırsattı. Bu fırsatta kullanılmış oldu.

Anket sorularının içinde ki 3 – 4 soru haricinde (mesela buharlı sistem) güncelliğini yitirmiş bir durum bulunmuyor. O kadar ki, Onur Bütün, “neden bu sorular ne siyasi partiler nede sendikalar tarafından kullanılmıyor?” diye sormadan edemiyor.(soruların ne kadar detaylı olduğunu kitabı okuyanlar göreceklerdir) Bu sorunun cevabı elbette ki başka bir yazının konusu ancak sorunun çarpıcı olması çok açık. Malum, az önce belirttiğimiz gibi anketi hazırlayan Marx’in öncelikli işi veri değildi.Şüphesiz ki günümüzde sınıf çalışması yapan örgütlerin  yapacağı ankette de veri değerlendirmesi olmayabilir.  Ama oladabilir. önemli olan Marx gibi hangi amaçla kullanacağız. Bu yönüyle kitap, neyi ne şekilde kullanmamız gerektiğine dair düşünmemiz gerektiğini söyleyip, dolaylı da olsa pratik bir taktikte veriyor.


Buraya kadar söylediklerimiz kitabın ana fikri olmakla birlikte emekten bu kadar bahsedip, kitabın çevirisini yapan ve Türkiye’de ilk dağıtımı başlaması sürecini de anlatmadan geçmemiş yazar. Bunun için birinci elden kaynağını da bulmuş. Onunla röportaj dahi yapmış. Ancak bu röportajın yapıldığı kişinin çok fazla hatıralarla yaşamasının sebebiyle durumla dalga geçer gibi bir hal oluşturmuş. Bu yönüyle kitabın içeriğine pek uyduğu söylenemez. İlgili kısım şu şekilde:

“(…)Bizim bir araya gelişimizin tarihi Sinematek tarihi ile eşzamanlı gelişti. Sürekli filmler izliyorduk. Yine aynı dönemde Robert Kolej’de, 1966 – 67 yıllarında kısa film / belgesel yarışmaları düzenlenmeye başladı. Biz de kısa filmler çekmeye başlamıştık. Ancak film çekmek, kamera satın almak, ekipmanı bulmak, çalışan arkadaşları organize etmek öyle kolay bir iş değildi. Paramız da yoktu. Film yapmaktan daha kolaydı dergi çıkarmak. (Gülüşmeler!) Yaklaşık 15 kişi bir araya geldik ve dergi çıkarmaya karar Verdik. Herkes cebinden onar lira çıkarsa dergiyi basabiliyorduk. 16 sayfalık tek forma dergiydi Genç Sinema Dergisi… sadece iki kez, iki formanın bir arada olduğu daha hacimli dergi bastık. Ve toplam 14 sayı hayatına devam edebildi dergimiz.
Şöyle ilginç bir şey olmuştu; sanırım 12. sasıydı. Ben Ankara’daydım, o sayıyı İstanbul’daki arkadaşlar çıkarmıştı. O dönemdeki politik ortamın gazına kapılarak başlığa “Proleter Devrimci Sinema Dergisi” yazmışlar, ben çok kızdım bu işe, “nasıl birdenbire proleter devrimci olduk?” diye sordum arkadaşlara… İstanbul’a döndüm, proleter vurgusunu çıkarttık öyle dağıtıldı dergi…Zaten dergimizin alt başlığında Devrimci Sinema Dergisi yer alıyordu. Dönemin atmosferi ve urviyerizmi(işçicilik) arkadaşlarımı etkilemişti sanırım. (Gülüşmeler)  

İşçi Anketi’nin fotokopisini önce kütüphaneden aldım, sonra orijinalini bir sahaftan buldum. Ancak anketi çeviren kişi yada kişilerin adı yazılmamış, çeviri işini yapan kimdi? Ve anketi çevirme nedeniniz neydi?
  
-Ahmet Soner: Sol tandanslı yayınlar o dönemde çok ilgi görüyor ve yeni yeni Türkçeye çevriliyor, basılıyordu. Biz de “basılmayan bir şey bulalım ve yayınlayalım” diye düşündük.Araya taraya bu anketi bulduk. Marx,Lenin fark etmezdi. basılmamış olsun, bizim için bu kadarı yeterliydi. Boğaziçi Üniversitesi’nden bir arkadaşım vardı, Tanju Kurtarel. Tanju, o dönem Türk Hava Yolları’nda çalışıyordu, o yüzden adını çevirmen olarak yazamadık. Sakıncalı olabilirdi. Emekli olduktan sonra bir süre derginin sahibi olarak da adı geçebildi.Metni de öneren ve çeviren Tanju’dur. [2]   

Son olarak, yazının başında Fransız İşçi Partisi’nin programının hazırlanmasında söz konusu anketin bir çok noktada yararlanıldığını belirtmeye çalışmıştım. Kitap açısından bu kısmı şu şekilde bitirmek, kitabın ana fikirlerinden birine dikkat çekmek anlamına geliyor: Medeniyet adı altında pazarlanan ve sırf sömürü üzerine kurulmuş olan kapitalist sistem 1800’lü yıllarda da aynı yöntemleri kullanıyordu. Dolayısıyla geçmişte yapılan mücadelelerden ders çıkarmak bu noktada çok önemli. Tam burada bir örnek ile demek istediğimi somutlamak istiyorum. Fransız İşçi Partisi programının ilgili bölümünde şöyle bir cümle geçiyor:   

  1. Siyasi Kısım

  1. Basın, Toplantılar ve dernekler hakkındaki ve hepsinden önemlisi uluslar arası İşçi Birliği [Birinci Enternasyonal] karşıtı tüm yasaların yürürlükten kaldırılması. Livret’nin işçi sınıfı üzerindeki idari denetimin ve yurttaşlık yasasının işçiyi patron ve kadını erkek karşısında aşağı kılan tüm maddelerinin kaldırılması (…)
Buradaki Livret nedir peki? Onur Bütün, verdiği dipnotta şöyle açıklıyor: 1. “Livrent”, yeni bir işe giren bir işçinin, eski işverenine olan tüm borç ve yükümlülüklerinin ortadan kalktığını kanıtlamak üzere hukuken sunmak zorunda olduğu bir belgeydi. Bu uygulamayla, nihai olarak, 1890 yılında son verilmişti. 

Bir nevi çalışma belgesi olan Livrent uygulamasının1890 yılında son verildiği söylenmiş olmasına rağmen günümüzde günümüz de bir çok firma tarafından “referans mektubu gibi” istenmekte. Ancak dikkatinizi diğer ibareye çekmek istiyorum “tüm borç…” neyin borcu? Çalışma borcu mu? Hayır. O zaman neyin borcu? Kimin kime borcu?! Avanstan bahsediyor! Yani maddi borç. “O neymiş ki canım” diyebilirsiniz.Yahut, “ne kadar saçma bir uygulamaymış” da diyebilirsiniz. Ancak muhtemeldir ki bu tepkileri verenler “bazı” “kurumsal” diye geçinen firmaların işe giriş sırasında istediği “borcu yoktur” kağıdından haberi yoktur. Elbette sermayeyi savunacak değilim. Ama bunun bahanesini açıklamazsam olmaz: “ borcunu ödemeyen, iş borcunu da ödemez”miş! Buyrun size sömürü! Buyrun size 1800’lü yıllar, buyrun size Livrent! Başka söze gerek var mı?




[1] a.g.e. syf. 41
[2] a.g.e. syf. 29 - 30

---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme