Hasan Ali Toptaş’ın “Ben bir gürgen dalıyım” isimli “çocuk kitabı” ilk olarak Damar yayınlarından 1997 yılında basıldı. Şimdilerde ise diğer kitapları gibi Everest yayınları tarafından basılmakta. Kitapta Ege bölgesinde yaşayan bir Gürgen ağacının, insanlarla yaşadığı sevgi, heyecan,öfke ve korku dolu ilişkisi anlatılıyor.Yazar, bunu anlatırken öyle sıfatlar kullanıyor ki.. özellikle ağacın kesilmeden önce ki diğer ağaçlarla olan ilişkisi sadece ilişki olmaktan çok aslında insanın doğayla olan akıl almaz bir “savaşını” anlatıyor. Bunu yaparken ağaçların neden bu savaşın tam ortasında olduğunu anlam veremediklerin gösteriyor. Kitabın ana gövdesini oluşturan bu kısım, kitabın sonuna kadar çeşitli şekillerde aktarılıyor. Çocuk kitaplarında sıkça kullanılan metaforlardan bu kitapta uzak duran yazar, sadece gürgen ağacının kesilmemek için insanlardan uçarak uzaklaşmak istemesini rüya ile tasvir ediyor. Bu yönüyle çaresiz bir gürgen ağacı görüyorken birden bire ağacın aklına direnmek geliveriyor. Madem ki kesilecektir, o zaman düzgün bir ağaç olacak ve kesilse bile güzel bir mobilya yahut oymalı bir bebek beşiği olabilirdi. Hem tüm bunlar odun olup, sobada yakılmaktan çok çok daha iyi geliyor ağaca.
Gürgen ağacının insanlar tarafından kesilmemek için gösterdiği direniş öyle bir noktaya geliyor ki direniş gürgen ağacı güzelleşmeye başlıyor. Ama bu güzellik trajik bir şekilde insanlara karşı verilen direnişle olmasına rağmen aynı insanların güzelliğinden etkilenip onu kesmesi ve köklerinden ayrılmasına sebebiyet veriyor. Veriyor vermesine ama köylünün de durumu perişan. Neden? Çünkü fakirlikten hastalanan çocuğunu bırakın okula hastaneye bile götüremeyen köylülerden ikisi tarafından kesiliyor ağaçlar. O kadar fakirler ki koruculara ve orman müdürlüğüne yakalanıp mahkemeye çıkıp ceza ödememek için acele ediyorlar
[1]ve gürgen ağacının da içinde yer aldığı ağaçları bir komyanetle birlikte bir marangoz köylüye getirip satıyorlar. Macera bitiyor mu burada peki? Hayır. Hatta daha yeni başlıyor. Bundan sonrasında savaş var. Aynı halkın farklı kültürde ki insanlarının bir birini öldürmesi var. Kent yoksullarının yaşadıkları acılar var. Mevzunun temel kaynağı fakirlik var başka bir deyişle.İcra avukatlarının fakirlerin gırtlağına yapışıp kursağında ki son lokmayı da almaları var. Yine satılan gürgen ağacı var. Marangozun atölyesinin önünde kesilmeyi beklerken pencere mi yoksa kapı mı olacağını heyecan ile bekleyen ağaçların en sonunda hiç beklenmeyen bir şekilde dar ağacı olması var. Evet yanlış okumadınız. Dar ağacı oluyor. Ve o ağacın kendinden nasıl utandığı, özellikle idam sonrası kendinden nasıl nefret ettiğini görüyorsunuz.
Özellikle final sahnesi olarak bir teşhir kitabı diyebiliriz elbette bu kitaba. Edebi olarak bir çocuk gibi olmaktan çok bu kadar savaş, insan öldürmenin olduğu bir kitabın çocuk kitabı olabileceğini düşünmek bence pekçe, çokça, fazlaca hataya düşmek oluyor. O halde bu kadar uzun detaylardan sonra kitabın ana gövdesinin sınıflar olduğunu görmüşsünüzdür. İnsanların fakir olması, bu fakirliği savunur gibi de bu düzen için ölmesi ancak en nihayetinde parayı, gıtlağa yapışan avukatların da aracılığıyla patronların aldığını, buna karşılık doğanın da bu talandan dolaylı değil, direk etkilendiğini görebiliyoruz.
Savaş karşıtlığının apaçık bir şekilde işlendiği kitapta, kendileri için utanç kaynağı silahın bastonu olabilme ihtimalini de ağaçlar kendi aralarında konuşuyorlar. Özellikle askerlerin çoğunlukta olması, dönemin asker darbesi zamanından bahsettiği var sayımını uyandırıyor.O kadar ki, erlerin komutanlar onlara müdahale edene kadar gayet neşeli bir şekilde bir birleriyle konuşmaları, erlerin de emir kulu olduğunun en büyük kanıtı olarak sunuluyor.
Buraya kadar her şey iyi hoş hatta gayet güzel ancak bir yerden sonra zaten bu kitabın az önce saydığımız gerekçelerle birlikte çocuk kitabı olmadığı açıkken, çocuk kitabı kimliğine sığınıp savaşları insanların anlamsız hırslarına bağlanması klasik bir “burjuva adeti”. Sanki savaşlar durduk yere, hiçbir sömürü olmadan, kimse kimsenin toprağını işgal etmeden, kimse kimseyi rahatsız etmeden durduk yere çıkıyormuş gibi bir yoruma bağlanıyor. Bunu elbette sadece Hasan Ali Toptaş yapmıyor. Elbette yazar bu konuda tek değil. Ama en tehlikesi de bu değil mi zaten? Yani bu görüşte tek olmamaları. Elbette ki herkes istediğini savunabilir. Ancak bu görüş ve düşünce toplumun yararına mıdır diye sormadan edemiyor insan. Yani senin toprakların işgal ediliyorken, bombalanırken sorun yokta “dinişle” cevap verince mi sorun var. Direnişi özellikle tırnak içine aldım ve özellikle kullandım. Çünkü hani direniş güzelleştirmişti gürgen ağacını. İnsanlara karşı ne için direniyor ağaç? Ölmemek için. Yaşamak için. O halde sömürgeciler tarafından öldürülmemek için direnmenin nesi kötü? Bunun için asker olması, bunun için savaş çıkması nesi kötü? Evet savaşlar kötü. Doğru. Ancak savaşı bir taraf başlatıyor. O taraf hangi taraf? Bu hiç mi önemli değil? İşte buyurun size kitapta ki tutarsızlık. O ağacı kesen, fukaranın gırtlağına yapışan avukatın (yanlış anlaşılmasın avukat diye geçiyor hikayede o yüzden bu kadar çok taktık avukatlara) patronun başka adamları. Yani önce yoksullaştırılan köylü, işçi, memur. O ağacı kesmeye zorlanıyor bir yönüyle. O halde bu düzene direnme çağrısı yapılmıyor mu az önce ki duruma ters bir şekilde? Evet bal gibi yapıyor. Ama yöntemde bir sıkıntı olduğu çok açık.
Son paragraf çerçevesinde ortaya çıkan gerçek direnmeyelim. En fazla pasif direniş yapalım. Sonuçta direnmemekte bir direnmektir saçmalığı çerçevesinde anarşist bir bakış açısı bulunuyor. Hayır hayır, zorlama yorum değil bu. Tamamen anlatılan budur. Aksini iddia eden varsa buyursun tartışalım! Kitap düpedüz anarşisttir. Ve yine apaçık bir şekilde politiktir! Çocuk kitabı değildir.
[1] Malumunuz zenginler için öyle bir dert hiçbir zaman olmamıştır.
---
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.
https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz
Yorumlar
Yorum Gönder