Kayıtlar

2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

İki tablonun gücü!

Resim
“Kaplumbağa terbiyecisi” ile “Mihrap (Yaratılış)” isimli tabloların Osman Hamdi tarafından yapıldığını; hatta bu tablolardan ilkinin çok yüksek bir fiyata (Beş milyon lira – ki o zamanlar altı sıfır vardı) satıldığını hemen hemen herkes bilir. Peki ya “Kaplumbağa Terbiyecisi’nin” gündemimize ilk nasıl girdiğini, fiyatının neden bu kadar pahalı olduğunu ve “Mihrap” isimli tablonun da Demir Bank’ın envanterinden TMSF el koyduğu sırada kaybolduğunu kaç kişi biliyor? Şimdi gelin bu iki tablonun hikayesini bir de benden okuyun… Bir hayatı bir blog sayfasına sığdırmak oldukça zor. Ancak buna rağmen iki tablonun hikayesini öğrenmek için bundan sonra yazılanlar elzem… Bir önceki paragrafta sorduğum bütün soruların cevabını bulmamız açısından önce tabloları yapan Osman Hamdi’nin kim olduğuna bir bakalım; Arkeolog, sanat tarihçisi, ressam, müzeci, Kadıköy belediyesinin bilinen ilk belediye başkanı. Bu kadar çok unvanı taşıyan birinin hayatının tam bir doğrultuda gittiğini belirtmek kendimizi

Suat Derviş'den Emıle Zola'ya Selam

Resim
  Klişe hikayeler “aslında her şey…” cümlesi ile başlar; benimkisi de aynen öyle başladı. D&R’nin ‘yeni çıkanlar’ kitaplığının en üst rafında, gözüme ‘siyah kapaklı’ bir kitap ilişti. Kitabın yazarı Suat Derviş; başlığı ise ‘Fukara Ölüsü’ydü.   Popüler kültürde ismini çok işittiğim ama okumanın bir türlü fırsat olmadığı bir yazardı Suat Derviş. Hayatta bir çok şeyin tesadüfler silsilesi olduğuna inanan biri olarak başıma çok güzel bir tesadüf denk geldi. Söz konusu kitabı yine söz konusu kitapçıdan aldıktan yaklaşık bir hafta gibi bir zaman sonra yazar hakkında yeni üye olduğum online bir dergide makale olarak gördüm. Makalenin oldukça akıcı olması ve yazarı çok iyi tanıtmasının yanında az önce belirttiğim raftan satın aldığım yeni kitabı – sıralı kitap listemi delerek- okumama teşvik verdi.   Fukara Ölüsü’ne geçmeden önce yazar Suat Derviş hakkında yeterli bilgiler vermenin en doğrusu olduğunu düşünüyorum. [1]   “ Suat Derviş İstanbul’da doğmuştur.Doğum tarihi konusun

[Nazilerin] Kitap Soykırımı - 1 -

Resim
  1817'de Jena'da Pan-Germenist öğrenciler Wartburg Şatosu'nda büyük bir kitap yakma etkinliği düzenlemişti. Ama anlamlı fark şudur ki, orada söz konusu olan eserler gerçek değil temsiliydi, eski kağıttan defterlerin ilk sayfasına lanetlenen kitapların başlıkları elle yazılmıştı.   Ateşini kütüphanecilerin hazırladığı 10 Mayıs'taki yakma başladı, o sırada ''Alman kültürü için mücadele birliği" öğrenci derneklerine ülkeyi "Asyalı-Yahudi zehrinden" kurtarmayı hedefleyen talimatları veriyordu. Hermann Rauschning'e verdiği özel ifadelerde Führer şunu söylemişti: "Biz barbarız ve  barbar olmak istiyoruz. Bu şerefli bir sıfat."    Ama bu yalnızca bir yemdi. Diğer yandan, Hitler'in ağzından ateş püskürerek duyurduğu teatral kitap yakmalarla tam bir çelişki içinde, bütün Avrupa'da çok sayıda kütüphane (yalnızca Paris'teki Yahudi ve Slav cemaatlerinde iyi seçilmiş 352.000 kitap) özenle taşınacaktı.   İtfaiyeciler yakma yerine petr

Kayıp Tanrılar Ülkesi: Mitoloji Mi Yoksa Siyasi Mi?

Resim
    Kayıp Tanrılar Ülkesi; Ahmet Ümit, bizi bu kez Almanya’nın başkenti Berlin’in sokaklarına götürüyor. Baş karakterlerimiz: Berlin Emniyet Müdürlüğü Cinayet Masası başkomiseri Türk kökenli Yıldız Karasu ve yardımcısı Doğu Berlin doğumlu Tobias Becker…   Her şey Berlin’de enerji sektöründe kendini ispatlamış bir şirketin yazılım çalışanı Cemal’in evinde öldürülmesi ile başlar. Olay yerine gelen başkomiser Karasu ve yardımcısı Becker, Cemal’in öldürülüş şekline odaklanır. Zira cinayetin, antik dönem baş tanrısı Zeus’a adandığı izlenimi edinirler. Başlangıçta bu durum “Zeus’a inanan mı kaldı?” şaşkınlığı ile kendilerine çok saçma gelse de ipuçlarını takip ettikçe işler çok fena karışmaya başlar. O kadar ki; Cemal’in Türk kökenli ve eşcinsel olmasından dolayı husumetli olduğu Neo Nazilerden şüphelenmeye başlarlar. Yetmez, cinsel yöneliminden dolayı Cemal’i ailesinin ret ettiği ortaya çıkar.     Tüm bunları tek tek bulmaya başlayan iki polis memurunu çok büyük bir sıkıntı beklemek

Yozlaşmış toplumun "albüm"ü - Film incelemesi

Resim
Mehmet Can Mertoğlu’nun yazıp yönettiği 2016 yapımı bir filmden bahsedeceğim şimdi. Bol festival ödüllü, çok metaforlu bir film “Albüm” Bir çok film sayfasına bakarsak eğer filmin konusu: “ 30’lu yaşlarının sonlarında ki çift, uzun süredir evlidir ancak çocukları olmamaktadır. Buna karşılık evlat edinmek için başvuru yaparlar ancak başvurunun ortaya çıkmasından utanırlar. Bu yüzden kadın, doğum yapacakmış gibi hamile taklidi yapıp, karnına yastıkları yerleştirir. Yetmez, eşiyle birlikte geçmişe dönük hamilelik ve doğum fotoğraf albümü yapmaya koyulurlar.” Baştan söyleyelim filmin sadece bu tarafından bakanlar oldukça yanılırlar. Zaten kısa bir özetle filmleri anlamak hiçbir zaman mümkün olmadığı gibi “albüm” filmini de sadece aile albümü olarak yorumlamak filmi çok yavan bırakır. Ki bu yavanlık filmi eleştirmeden önce filmin birazdan anlatacağım yapım aşamasında ki emeği gözden yok etmek anlamına gelir. Bu hiçbir filme yapılmamalıdır. Albüm filmine de yapılmamalıdır. Az önce bahs