Kayıtlar

Aralık, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

Sen Şarkılarını Söyle, Bir Gün Hayat Sana Eşlik Eder Elbet...: Inside Llewyn Davis / Seyfi Demirci'nin Kaleminden

Resim
  Llewyn Davis’de anlatılan Green Village, Peter, Paul ve Mary’yi yaratan, Bob Dylan'ın elektronik gitara geçtiğinde dünyayı değiştiren folk müzik dünyası değildir. Hit plakların ve büyük paraların gelmesinden önceki karanlık çağların dünyasıdır; eski şarkılar, inançlı küçük bir çevre içinde değiş tokuş edilmektedir. Çoğu, New York sokaklarında, Long Island’ın, New Jersey’in prefabrik varoşlarında büyümüş çocuklardır. Eisenhover’lı 1950’lerin kasvetinden ve konformizminden kaçmaya çalışırlar. Bazıları aileleriyle yaşayan üniversite öğrencileridir, bazıları da New York’un Küçük İtalya’sındaki, Aşağı Doğu Yakası’ndaki aylık kirası yirmi beş, otuz dolar olan apartman dairelerinde otururlar.   Amerikalı folk/blues gitaristi ve müzik tarihçisi Eliijah Wald , modern sinemanın en önemli ismi olan Coen Biraderlerin, 2013 yılında sinematografisinden bize sunduğu nadide eseri "Inside Llewyn Davis"i bu şekilde açıklamaktaydı. 1960'lı yıllarda Beat kültürünün başladığı yer olan

İşkenceye Karşı Bir Haykırış, Primo Levi ve Auschwitz / Buse Pekkonuk'un Kaleminden

Resim
  İtalyan Edebiyatı dendiğinde Dante Alighieri, Fracesco D’Assisi, Franesco Petrarca; günümüze yaklaştığımızda Umberto Eco, Italo Calvino ve Italo Svevo gibi klasikleşmiş ve kültleşmiş bazı önemli isimler gelir aklımıza hemen. İtalyan dilinin babası olarak görülen Dante, otuz beş yaşında, yolun yarısında, varlığı bile net olarak bilinmeyen aşığını cennetindeki melek olarak nitelendirip “İlahi Komedya”yı yazmasaydı, günümüzde İtalyanca böylesine güzel ve ahenkli bir dil olmayabilirdi. Dante günümüzde hala birçok yazara ilham ve örnek olur. Bunlardan biri de tartışmasız Primo Levi’dir.   Primo Levi’yi anlayabilmek için öncelikle doğumundan Auschwitz kampına kadar olan döneme bakmalıyız. Kendisi Torino’da yani Kuzey İtalya’nın Piemonte bölgesinde dünyaya gelmiştir (Torino Alpler’e çok yakın bir konumdadır). Entelektüel bir ailenin çocuğudur Levi, ataları ise İspanya kökenli Yahudilerdir. Liseyi ve üniversiteyi de Torino’da okumuş ve kimyager olmuştur. Eğitim hayatında Yahudi olmasının d

Size Sunulan Değil, Sizin Çabalayarak Kurduğunuz Gerçek Yaşama Dair Bir Hikaye: Captain Fantastic / Seyfi Demirci'nin Kaleminden

Resim
   Eğer hiç umut olmadığını düşünürsen, hiç umut olmayacağını garantilemiş olursun. Eğer özgürlük için bir içgüdün olduğunu, bir şeyleri değiştirme şansın olduğunu düşünürsen, dünyayı daha iyi hale getirmek için katkıda bulunma olasılığın var demektir.                                                                                                                                              Noam Chomsky Gittikçe büyüyen, betonlaşan şehirlerde yaşamımıza devam ediyoruz ve bir kaçış yolu arıyoruz. Çünkü bu dar kalıpların içinde hepimiz, her gün aynı monotonlukta yaşamaktayız. Kalıplaşmış düşüncelerin eşliğinde, bize sunulan hayatı yaşamakta, düşünmemizi istenilenleri düşünüp, bize dayatılanların içerisine gömülmekteyiz. Dar ve kalıplaşmış eğitim sisteminin bize sunduğu normları öğrenmeye zorlanıyoruz. Artık nasıl düşünmemiz gerektiği değil, neyi düşünmemiz gerektiği sunuluyor bize. Bir şekilde bu dört duvarlı, sıkıştığımız hayattan kaçmak istiyoruz. Gerçek okul doğaya ve gerçek öğretme

OBRUK: BİR ÇÖKÜŞÜN HİKAYESİ / KURAK GÜNLER FİLM ELEŞTİRİSİ - Kitap Dedektifi'nin Kaleminden

Resim
   Çiçeği burnunda bir savcı olan Emre'nin tayini Yanıklar kasabasına çıkar. İşini büyük bir ciddiyetle yapmaya çalışan Emre, Belediye Başkanı Selim Bey ve kasaba halkı tarafından saygıyla karşılanır. Yeraltı suyunun kullanılmasının çevre kurulları ve mahkemelerce yasaklanması kasabada ciddi bir sorun yaratır. Selim Bey de büyük borularla yeraltı sularını kasabaya bağlayacak olan projesini hayata geçirmeye çalışır. Ancak Selim, yerel bir gazete sahibi olan Murat başta olmak üzere ciddi bir muhalefetle karşı karşıya kalır. Murat, Emre'yi belediye başkanına karşı kışkırtmaya çalışsa da Emre olaylara temkinli yaklaşır. Kısa bir süre sonra yapılacak olan yerel seçimlerde taraf olmaktan kaçınmaya çalışan Emre, ona karşı yükselen sesler sonucu kendisini zor bir durumun içinde bulur. Çok geçmeden Emre, bir kısır döngü içine hapsolur. [1]    Yönetmen ve senaristliğini Emin Alper’in yaptığı “Kurak Günler” filmini yüzeysel olarak incelediğimizde karşımıza çıkan özet tablo aslında bu ka

‘Sevdiğin İşi Yap’ Kültürü ve Zararları” Yazısının Zararları / Kitap Dedektifi yazdı

Resim
  Kendi gibi düşünmeyeni elitist olmakla suçlamak, tek taraflı bakış açısını tüm çıplaklığıyla göstermekle birlikte, sözde bu düşünce yapısıyla işçi sınıfını kurtardıktan sonra nasıl bir dünya kurulmak istediği gözler önüne serilmekte. [1] Önce birey kurtulacak ki toplum kurtulsun. Sonra toplum kurtulacak ki birey yeni bir dünya kurmak için adım atabilsin. Bir çok tartışmada “toplum mu birey içindir, birey mi toplum içindir?” Sorusuyla beraber, ayrı bir tartışma konusu olarak “devlet mi toplum içindir toplum mu devlet içindir?” sorusu konuşulmakta. Bu, kavramsal olarak önemli bir tartışma olmakla birlikte aslında aynı durumun iki farklı boyutuna işaret eder: makro ve mikro bakış açısı. İlk iki öznenin kelime anlamı TDK’ya göre sırasıyla şöyle: Birey: 1-isim, ruh bilimi. İnsan topluluklarını oluşturan, insanların benzer yanlarını kendinde taşımakla birlikte, kendine özgü ayırıcı özellikleri de bulunan tek can, fert. 2-isim, toplum bilimi. Toplumları oluşturan ve düşünsel, duygu

MODERNLEŞME VE SANAYİLEŞME İLİŞKİSİ İLE TOPLUMDAKİ MODERNLEŞMENİN SONUÇLARI / Merve Çolak'ın Kaleminden

Resim
Modernleşme sürecindeki toplumun en büyük değişim göstergelerinden biri muhakkak ki artan nüfus sayısıdır. Gelişmekte ve değişmekte olan bu toplum, artış gösteren nüfus sayısı ve de sanayileşme ile birlikte kent yaşamına doğru geçiş yapmaya, yani toplumun büyük kısmı göçebe hayat tarzı yaşamaya başlamıştır. Sanayileşmeden önce yaşanılan toplum daha çok insanların kendi gereksinimlerini karşıladığı, ekonominin tarıma dayandığı, statik bir sosyal yapının olduğu eğitimsiz bir toplumdan oluşurken, sanayileşmeden sonra yeni iş olanaklarının, hizmet sektörlerinin, kentleşme eğilimine dayanan ve eğitimli birey sayısının fazla olduğu bir topluma evrilmiştir. Sanayileşme ile beraber var olan toplum ve geçiş yapılan kent hayatı, insanların gereksinimlerine paralel bir yeni yaşam tarzı/ yaşam alanı ortaya çıkarmıştır. Bu devrimdeki farklılıklara bakıldığında toplumun iş bölümündeki evriminde de değişiklikler meydana gelmiştir. Sanayileşme öncesinde iş bölümü bireylerin ne yapabildiklerine bakar

GECE, TOPLUM VE BİREY / Emete Naz Mertoğlu'nun Kaleminden

Resim
  Bilge Karasu'nun yazdığı ikinci ve son romanı olan ''Gece'', kanımca yazarın yazdığı, hatta Türk edebiyatında yazılmış en karışık, soyut ve sembolik eserlerden biridir. Postmodernizmin etkilerinin görülmesi ve distopik bir evrende geçmesi eserin okunmasını güçleştirse de yazar aslında okuyucuya, üzerinde çalışabileceği pek çok materyal ve çözmeye çalışacağı pek çok tema sunmuştur. Benim dikkate değer bulduğum ve değineceğim temalar, eserin oluşumunu etkileyen siyasi ve kültürel olayların birey üzerindeki etkileri olacaktır. Bunların yanı sıra yazarın kendi hayatının, mekân-zaman ilişkisinin, post -modernizmin ve bir edebiyat türü olarak distopyanın üzerinde duracağım.   Romanın daha ilk sayfalarında yazarın özellikle seçtiği ve bence romanı çok güzel özetleyen bir alıntıda şöyle yazıyor: ''Kendini kuran bireyin devinimliği, gerçek dünyanın oluşumudur.'' Kitabı okudukça daha çok anlam kazanan bu söz, kitap boyunca vurgulanmak istenen çok önemli bi

En He Du An Na / Gülcan Ay'ın Kaleminden

Resim
          1927'de bir İngiliz arkeolog olan Sir Leonard Woolley, ritüel ayinler yapan rahipleri tasvir eden (Pennsylvania müzesinde saklanan) neredeyse yok edilmiş bir kaymaktaşı disk keşfetti.  Diskin diğer tarafında şu yazı korunmuştur: "Enheduana, Ziru-Kurum, tanrı Nana'nın karısı, dünyanın kralı Sargon'un kızı, tanrıça İnanna'nın tapınağında." Dünyanın ilk kadın yazarının Homer'den bin beş yüz yıl önce ve Aristoteles'ten iki bin yıl önce yaşadığı tahmin ediliyor. Bugün Irak olarak bildiğimiz bölgede bulunan beyaz bir kireç taşı diskin üzerinde bir tapınak ritüeline başkanlık eden bir kadın imgesi yontulmuş. Kadının başında bir başlık ve üzerinde uzun bir tören cübbesi bulunmakta. Arkasında ve önünde bulunan sunaklara içki döken iki erkek görevli var. Diskin arkasındaki yazıtta kadının bir başrahibe ve Kral Sargon'un kızı olan “En He Du An Na” olduğu yazmakta. Kil tablette bir anlatı şiirinin sözleri bulunuyor: Kutsal konutta yerimi aldım Başr