Kayıtlar

20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

Suat Derviş'den Emıle Zola'ya Selam

Resim
  Klişe hikayeler “aslında her şey…” cümlesi ile başlar; benimkisi de aynen öyle başladı. D&R’nin ‘yeni çıkanlar’ kitaplığının en üst rafında, gözüme ‘siyah kapaklı’ bir kitap ilişti. Kitabın yazarı Suat Derviş; başlığı ise ‘Fukara Ölüsü’ydü.   Popüler kültürde ismini çok işittiğim ama okumanın bir türlü fırsat olmadığı bir yazardı Suat Derviş. Hayatta bir çok şeyin tesadüfler silsilesi olduğuna inanan biri olarak başıma çok güzel bir tesadüf denk geldi. Söz konusu kitabı yine söz konusu kitapçıdan aldıktan yaklaşık bir hafta gibi bir zaman sonra yazar hakkında yeni üye olduğum online bir dergide makale olarak gördüm. Makalenin oldukça akıcı olması ve yazarı çok iyi tanıtmasının yanında az önce belirttiğim raftan satın aldığım yeni kitabı – sıralı kitap listemi delerek- okumama teşvik verdi.   Fukara Ölüsü’ne geçmeden önce yazar Suat Derviş hakkında yeterli bilgiler vermenin en doğrusu olduğunu düşünüyorum. [1]   “ Suat Derviş İstanbul’da doğmuştur.Doğum tarihi konusun

[Nazilerin] Kitap Soykırımı - 1 -

Resim
  1817'de Jena'da Pan-Germenist öğrenciler Wartburg Şatosu'nda büyük bir kitap yakma etkinliği düzenlemişti. Ama anlamlı fark şudur ki, orada söz konusu olan eserler gerçek değil temsiliydi, eski kağıttan defterlerin ilk sayfasına lanetlenen kitapların başlıkları elle yazılmıştı.   Ateşini kütüphanecilerin hazırladığı 10 Mayıs'taki yakma başladı, o sırada ''Alman kültürü için mücadele birliği" öğrenci derneklerine ülkeyi "Asyalı-Yahudi zehrinden" kurtarmayı hedefleyen talimatları veriyordu. Hermann Rauschning'e verdiği özel ifadelerde Führer şunu söylemişti: "Biz barbarız ve  barbar olmak istiyoruz. Bu şerefli bir sıfat."    Ama bu yalnızca bir yemdi. Diğer yandan, Hitler'in ağzından ateş püskürerek duyurduğu teatral kitap yakmalarla tam bir çelişki içinde, bütün Avrupa'da çok sayıda kütüphane (yalnızca Paris'teki Yahudi ve Slav cemaatlerinde iyi seçilmiş 352.000 kitap) özenle taşınacaktı.   İtfaiyeciler yakma yerine petr

Kayıp Tanrılar Ülkesi: Mitoloji Mi Yoksa Siyasi Mi?

Resim
    Kayıp Tanrılar Ülkesi; Ahmet Ümit, bizi bu kez Almanya’nın başkenti Berlin’in sokaklarına götürüyor. Baş karakterlerimiz: Berlin Emniyet Müdürlüğü Cinayet Masası başkomiseri Türk kökenli Yıldız Karasu ve yardımcısı Doğu Berlin doğumlu Tobias Becker…   Her şey Berlin’de enerji sektöründe kendini ispatlamış bir şirketin yazılım çalışanı Cemal’in evinde öldürülmesi ile başlar. Olay yerine gelen başkomiser Karasu ve yardımcısı Becker, Cemal’in öldürülüş şekline odaklanır. Zira cinayetin, antik dönem baş tanrısı Zeus’a adandığı izlenimi edinirler. Başlangıçta bu durum “Zeus’a inanan mı kaldı?” şaşkınlığı ile kendilerine çok saçma gelse de ipuçlarını takip ettikçe işler çok fena karışmaya başlar. O kadar ki; Cemal’in Türk kökenli ve eşcinsel olmasından dolayı husumetli olduğu Neo Nazilerden şüphelenmeye başlarlar. Yetmez, cinsel yöneliminden dolayı Cemal’i ailesinin ret ettiği ortaya çıkar.     Tüm bunları tek tek bulmaya başlayan iki polis memurunu çok büyük bir sıkıntı beklemek

Yozlaşmış toplumun "albüm"ü - Film incelemesi

Resim
Mehmet Can Mertoğlu’nun yazıp yönettiği 2016 yapımı bir filmden bahsedeceğim şimdi. Bol festival ödüllü, çok metaforlu bir film “Albüm” Bir çok film sayfasına bakarsak eğer filmin konusu: “ 30’lu yaşlarının sonlarında ki çift, uzun süredir evlidir ancak çocukları olmamaktadır. Buna karşılık evlat edinmek için başvuru yaparlar ancak başvurunun ortaya çıkmasından utanırlar. Bu yüzden kadın, doğum yapacakmış gibi hamile taklidi yapıp, karnına yastıkları yerleştirir. Yetmez, eşiyle birlikte geçmişe dönük hamilelik ve doğum fotoğraf albümü yapmaya koyulurlar.” Baştan söyleyelim filmin sadece bu tarafından bakanlar oldukça yanılırlar. Zaten kısa bir özetle filmleri anlamak hiçbir zaman mümkün olmadığı gibi “albüm” filmini de sadece aile albümü olarak yorumlamak filmi çok yavan bırakır. Ki bu yavanlık filmi eleştirmeden önce filmin birazdan anlatacağım yapım aşamasında ki emeği gözden yok etmek anlamına gelir. Bu hiçbir filme yapılmamalıdır. Albüm filmine de yapılmamalıdır. Az önce bahs

Feneryolu intiharları yahut cinayetleri - Kitap eleştirisi

Resim
Gencoy Sümer, resmi sitesinde kendisinden “Türkiye’nin en iyi dedektif romanı yazarı” olarak bahsediyor. Çaylak bir eleştirmen olarak bu durum için birazdan bahsedeceğim kitap çerçevesinde de hakkı varmış gibi. Bu söz konusu bahis, her ne kadar çok iddialı gibi gözükse de böylelikle bu durum olmasa bile, yani Türkiye’nin en iyi dedektif roman yazarı olmasa bile, bu hedefi ispatlaması için çok çalışması gerekecek. Dolayısıyla bu durum hem bir gerçekleşmiş olgu, hem de sürekli elinde tutmak için çok çalışılacak bir durum. Nasılda güzel ikircikli bir anlam. Yazarı biraz daha yakından tanımak maksatlı ufak bir biyografisine bakarsak eğer… Filyos doğumlu olan Gencoy Sümer, Kabataş Erkek Lisesinden mezun olduktan sonra İTÜ İşletme Mühendisliği Fakültesini bitirdi. İstanbul Üniversitesinde yüksek lisans ve doktora yapmış olan yazar, Polisiye Durumlar İnternet sitesinin kurucusu. Ve Türkiye'nin ilk dijital polisiye dergisi Dedektif'i yayımladı. İlk polisiye romanı olan “Feneryolu Cinay

Çocuk Kitabı Olmayan Çocuk Kitabından Anarşist Kesitler

Resim
Hasan Ali Toptaş’ın “Ben bir gürgen dalıyım” isimli “çocuk kitabı” ilk olarak Damar yayınlarından 1997 yılında basıldı. Şimdilerde ise diğer kitapları gibi Everest yayınları tarafından basılmakta. Kitapta Ege bölgesinde yaşayan bir Gürgen ağacının, insanlarla yaşadığı sevgi, heyecan,öfke ve korku dolu ilişkisi anlatılıyor.Yazar, bunu anlatırken öyle sıfatlar kullanıyor ki.. özellikle ağacın kesilmeden önce ki diğer ağaçlarla olan ilişkisi sadece ilişki olmaktan çok aslında insanın doğayla olan akıl almaz bir “savaşını” anlatıyor. Bunu yaparken ağaçların neden bu savaşın tam ortasında olduğunu anlam veremediklerin gösteriyor. Kitabın ana gövdesini oluşturan bu kısım, kitabın sonuna kadar çeşitli şekillerde aktarılıyor. Çocuk kitaplarında sıkça kullanılan metaforlardan bu kitapta uzak duran yazar, sadece gürgen ağacının kesilmemek için insanlardan uçarak uzaklaşmak istemesini rüya ile tasvir ediyor. Bu yönüyle çaresiz bir gürgen ağacı görüyorken birden bire ağacın aklına direnmek geliver

“Aaahh Belinda” filmi eleştiri yazılarını eleştirme yazısı

Resim
Yönetmenliğini Atıf Yılmaz, senaryonun da Barış Pırhasan’ın yaptığı ‘Aaahh Belinda’filmi 1986 yılında gösterime girdi. Komedi türünde kategorize edilen filmin baş rolünü Müjde Ar taşıyor. “Taşıyor” kelimesini özellikle kullandım çünkü aslında çoğu eleştirmenin aksine ben filmin “komedi” türünde olduğunu hiçbir şekilde düşünmüyorum. Aksine film toplumsal bir gerçekliği cesurca gözler önüne seriyor. Dolayısıyla baş rolü taşımak ağır gelmesine rağmen Müjde Ar tarafından harika bir şekilde kaldırılıyor. Filmin teşhir etmek istediği konu nedir peki? “Kadın meselesi” Yani öyle azımsanacak az buz bir bir konu değil. Tam bu noktada insanın aklına “hem de nasıl bu kadar ciddi bir konu anlatılır?” sorusu beliriyor. Cevaplayım…Elbette anlatılamaz! Neyden bahsettiğimi daha iyi anlatmak açısından konuyu biraz daha derinleştirmekte yarar var. Bunun için gelin birlikte hızlıca filmin özetini geçip, birkaç sahnesini inceleyelim… Serap isminde ki bir tiyatro sanatçısı, aynı arkadaşları gibi kendi de o