Minibüslerle morarmış sokaklar
Buğdayın parayla değişildiği
Paranın ekmekle değişildiği
Ekmeğin tütünle değişildiği
Tütünün acıyla değişildiği
Ve artık hiçbir şeyle değişilmediği acının.
Cemal Süreya
Neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir ekmeğin tarihi. Onun
üzerine kitaplar yazılmıştır. Sözler söylenmiştir. Şiirler okunmuştur. Duygular
ekmek ile dile getirilmiştir. Ekmeği yapan buğday, bereket yerine geçmiştir.
“Bugün, en yeni arkeolojik ve arkeobotanik veriler,
arkeometrik ölçümler ışığında buğdayın günümüzden yaklaşık 14 bin yıl önce
karşımıza çıktığını biliyoruz. Tabii, o zaman buğday vahşi, yabani; bugün
tarlalardan hasat ettiğimiz, marketlerden satın aldığımız haline hiç de
benzemiyor.”
O dönemlerde oraklarla
yapılan hasatlar, buğdayın sapından da yararlanmaya sebebiyet vermiş. O saplar,
yeri gelmiş evin çatısı olmuş, yeri gelmiş başka buğdayları taşımak için kullanılan
sepet. Dolayısıyla buğdayla tanışan insanlık bir yandan da yavaş yavaş yerleşik
hayata geçmiş. Bana kalırsa bunun en belirgin göstergesi, buzul çağdan ılıman
iklime geçiş döneminde tanrılara teşekkür etmek maksatlı, yılın belirli
zamanında ibadethane olarak kullanılan Göbekli
tepe’nin civarında bulunan buğday tarlaları. Yaşanan dönemde her şeyin kolektif
bir şekilde yapıldığı, ancak yerleşik hayata geçilmemiş olduğu düşünüldüğü
zaman, bu tarlaların ibadete gelen insanların gıda ihtiyacını karşılamak maksatlı
oluşturulduğunu anlıyoruz.
Başka bir deyiş ile insanlığın kendi hayatı
değişmiş, buğdayın da hayatı değişmiş. Çatalöyük’de de bilinen en eski “ikinci”
buğday taneleri bulunmuştur.Buğdayı öğütmüş insanlık, bunu bazen taş ile
yapmış, bazen değirmen ile bazen de “yel değirmeni” ile.
Yel değirmeni denilince de ilk akla Donkişot geliyor ister
istemez. Onları düşman olarak gören Donkişot. Kötülerin düşmanı Donkişot. İspanya’da
yaşamıştır o. Ama Yel değirmenin de ki buğdaydan çıkan un gibi bembeyaz
tertemiz olmasını istiyor Dünya’nın. Temizliğin de simgesidir ekmek. Alın teri
gibi temizdir buğday. Çok emek ister. İnat eder öğütülmemek için. Ama her şeye
rağmen ezile ezile un olur. O un ekmek olur. Ekmek öyle çok insanlığın
kültürüne işlemiştir ki, ekmeğin piştiği yer üzerine bile nice yazılar yazılıdır.
Belki de o yüzden, fırınlar örgütlenmek için hep en önde gelen yerlerden
olmuşlardır. 1980 askeri darbesi sonrası, aynı fırınlar bu sefer faşistlerin
önde gelen yerlerinden oldu.
Asker de demişken, savaşlarda elinde un olan her zaman güçlü
oldu. Açlıkla mücadele eden insanlar, başka çareleri olmadığı için en bereketli
yemekleri buğdayı ellerinde bulundururlardı. Undan yapılan hamur, hem doyurucu
olurdu hem de ucuz. Öyle ki, pizza’nın da İtalya’da bu dönemde çıktığını belirtmek gerekli. Yine İtalya’da
aynı undan pizza’dan da önce makarna da yapılmaktaydı. Yetmedi, aynı ekmek Mısır’da
para yerine bile kullanıldı.
Peki nerede saklanıyordu bu unlar?
Osmanlı döneminde İstanbul’da bulunan ve şimdilerde
kasetçiler çarşısının bulunduğu “un kapanı” şehrin un deposu konumundaydı. Aç
insanlar, çeşitli zamanlarda bu depoyu yağmalamaya kalktıkları da bilinen bir
gerçektir.
İslam mitoslarından birisine göre, Adem ile Havva Cennetten
kovulduktan sonra açlık için ne yapacaklarını bilemezler, Cebrail meleği onlara
şu anda bilinen ilk buğdayın keşfedildiği Güneydoğu Anadolu bölgesi diye
bilinen Mezopotamya’da buğday ektirir. Onları nasıl hasat edeceğini ve ekmek
yapacağını gösterir. Bu durum mitosun, gerçeğe nasıl uyarlanmaya çalışıldığını
göstermekte.
Yetmemiş, dini ayinlerde, törenlerde bile kullanılır olmuş
buğday. “Un, tuz, ekmek gördüm…” ile başlayan yeniçeri yemin törenleri de
bunlardan ilk akla gelenlerinden birisi.
Atasözlerine de yansımıştır ekmek…
Açın karnında ekmek durmaz.
Ağaç yeşert meyve getirsin, oğlan büyüt ekmek getirsin
Buğday ekmeğin yoksa buğday dilin de mi yok? Gibi gibi.
Davamız ekmek davasıysa ve un gibi temiz bir Dünya istiyorsak bunları bilmek gerekli.
Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarımızla iki milyardan artığız,
kadın, erkek, çoluk çocuk.
Ekmek hepimize yetmiyor,
kitap da yetmiyor,
ama keder
dilediğin kadar,
yorgunluk da göz alabildiğine.
Nazım Hikmet Ran
*************************************************************************
Şimdi de benden el yapımı bir ekmek tarifi gelsin…
Malzemeler:
1/2 yaş maya
Tuz
5 Su bardağı un
2 çay kaşığı tuz
1 bardak süt
isteğe göre göz kararı pul biber
isteğe göre 1 kaşıt tere yağı
isteğe göre 1 tatlı kaşığı zeytinyağı
1 bardak su
Tarifi:
5 su bardağı unu bir kabın içine koyup ortasına yaş maya,
tuz, pul biber, tere yağı, zeytinyağı koyuyoruz. Sonra süt ve suyu ilave
ediyoruz. Hamurun elimize yapışması gidene kadar yoğurmaya başlıyoruz.
İsterseniz yapışmayan yerlere biraz daha un ekleyebilirsiniz. Hamur tam kıvama
geldikten sonra kabın ağzını kapatıp havlu ile sıcak kalması için sarıyoruz.
Yarım saat veya kırk dakika sonra hamurun kabardığını görüp tepsiye hamuru yayıyoruz.
Daha sonra 120 derece de 40 dakika pişiriyoruz. Bu kadar basit.
Afiyet olsun!
************************************************************************
Yorumlar
Yorum Gönder