20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

Buğdayın unun ekmeğin emeğin hikayesi

Minibüslerle morarmış sokaklar
Buğdayın parayla değişildiği
Paranın ekmekle değişildiği
Ekmeğin tütünle değişildiği
Tütünün acıyla değişildiği
Ve artık hiçbir şeyle değişilmediği acının.


Cemal Süreya



Neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir ekmeğin tarihi. Onun üzerine kitaplar yazılmıştır. Sözler söylenmiştir. Şiirler okunmuştur. Duygular ekmek ile dile getirilmiştir. Ekmeği yapan buğday, bereket yerine geçmiştir.

“Bugün, en yeni arkeolojik ve arkeobotanik veriler, arkeometrik ölçümler ışığında buğdayın günümüzden yaklaşık 14 bin yıl önce karşımıza çıktığını biliyoruz. Tabii, o zaman buğday vahşi, yabani; bugün tarlalardan hasat ettiğimiz, marketlerden satın aldığımız haline hiç de benzemiyor.” [1] O dönemlerde oraklarla yapılan hasatlar, buğdayın sapından da yararlanmaya sebebiyet vermiş. O saplar, yeri gelmiş evin çatısı olmuş, yeri gelmiş başka buğdayları taşımak için kullanılan sepet. Dolayısıyla buğdayla tanışan insanlık bir yandan da yavaş yavaş yerleşik hayata geçmiş. Bana kalırsa bunun en belirgin göstergesi, buzul çağdan ılıman iklime geçiş döneminde tanrılara teşekkür etmek maksatlı, yılın belirli zamanında ibadethane olarak  kullanılan Göbekli tepe’nin civarında bulunan buğday tarlaları. Yaşanan dönemde her şeyin kolektif bir şekilde yapıldığı, ancak yerleşik hayata geçilmemiş olduğu düşünüldüğü zaman, bu tarlaların ibadete gelen insanların gıda ihtiyacını karşılamak maksatlı oluşturulduğunu anlıyoruz.[2]  Başka bir deyiş ile insanlığın kendi hayatı değişmiş, buğdayın da hayatı değişmiş. Çatalöyük’de de bilinen en eski “ikinci” buğday taneleri bulunmuştur.Buğdayı öğütmüş insanlık, bunu bazen taş ile yapmış, bazen değirmen ile bazen de “yel değirmeni” ile.


Yel değirmeni denilince de ilk akla Donkişot geliyor ister istemez. Onları düşman olarak gören Donkişot. Kötülerin düşmanı Donkişot. İspanya’da yaşamıştır o. Ama Yel değirmenin de ki buğdaydan çıkan un gibi bembeyaz tertemiz olmasını istiyor Dünya’nın. Temizliğin de simgesidir ekmek. Alın teri gibi temizdir buğday. Çok emek ister. İnat eder öğütülmemek için. Ama her şeye rağmen ezile ezile un olur. O un ekmek olur. Ekmek öyle çok insanlığın kültürüne işlemiştir ki, ekmeğin piştiği yer üzerine bile nice yazılar yazılıdır. Belki de o yüzden, fırınlar örgütlenmek için hep en önde gelen yerlerden olmuşlardır. 1980 askeri darbesi sonrası, aynı fırınlar bu sefer faşistlerin önde gelen yerlerinden oldu. [3]

Asker de demişken, savaşlarda elinde un olan her zaman güçlü oldu. Açlıkla mücadele eden insanlar, başka çareleri olmadığı için en bereketli yemekleri buğdayı ellerinde bulundururlardı. Undan yapılan hamur, hem doyurucu olurdu hem de ucuz. Öyle ki, pizza’nın da İtalya’da  bu dönemde çıktığını belirtmek gerekli. Yine İtalya’da aynı undan pizza’dan da önce makarna da yapılmaktaydı. Yetmedi, aynı ekmek Mısır’da para yerine bile kullanıldı.

Peki nerede saklanıyordu bu unlar?

Osmanlı döneminde İstanbul’da bulunan ve şimdilerde kasetçiler çarşısının bulunduğu “un kapanı” şehrin un deposu konumundaydı. Aç insanlar, çeşitli zamanlarda bu depoyu yağmalamaya kalktıkları da bilinen bir gerçektir.



İslam mitoslarından birisine göre, Adem ile Havva Cennetten kovulduktan sonra açlık için ne yapacaklarını bilemezler, Cebrail meleği onlara şu anda bilinen ilk buğdayın keşfedildiği Güneydoğu Anadolu bölgesi diye bilinen Mezopotamya’da buğday ektirir. Onları nasıl hasat edeceğini ve ekmek yapacağını gösterir. Bu durum mitosun, gerçeğe nasıl uyarlanmaya çalışıldığını göstermekte.



Yetmemiş, dini ayinlerde, törenlerde bile kullanılır olmuş buğday. “Un, tuz, ekmek gördüm…” ile başlayan yeniçeri yemin törenleri de bunlardan ilk akla gelenlerinden birisi.        


Atasözlerine de yansımıştır ekmek…


Açın karnında ekmek durmaz.


Ağaç yeşert meyve getirsin, oğlan büyüt ekmek getirsin


Buğday ekmeğin yoksa buğday dilin de mi yok?
Gibi gibi.


Davamız ekmek davasıysa ve un gibi temiz bir Dünya istiyorsak bunları bilmek gerekli.


Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarımızla iki milyardan artığız,
kadın, erkek, çoluk çocuk.
Ekmek hepimize yetmiyor,
kitap da yetmiyor,
ama keder
dilediğin kadar,
yorgunluk da göz alabildiğine.


Nazım Hikmet Ran


*************************************************************************


Şimdi de benden el yapımı bir ekmek tarifi gelsin…

Malzemeler:

1/2 yaş maya
Tuz
5 Su bardağı un
2 çay kaşığı tuz
1 bardak süt
isteğe göre göz kararı pul biber
isteğe göre 1 kaşıt tere yağı
isteğe göre 1 tatlı kaşığı zeytinyağı
1 bardak su

Tarifi:

5 su bardağı unu bir kabın içine koyup ortasına yaş maya, tuz, pul biber, tere yağı, zeytinyağı koyuyoruz. Sonra süt ve suyu ilave ediyoruz. Hamurun elimize yapışması gidene kadar yoğurmaya başlıyoruz. İsterseniz yapışmayan yerlere biraz daha un ekleyebilirsiniz. Hamur tam kıvama geldikten sonra kabın ağzını kapatıp havlu ile sıcak kalması için sarıyoruz. Yarım saat veya kırk dakika sonra hamurun kabardığını görüp tepsiye hamuru yayıyoruz. Daha sonra 120 derece de 40 dakika pişiriyoruz. Bu kadar basit.

Afiyet olsun!

************************************************************************





[1] Kuruyemiş ansiklopedisi, Overteam yayınları, 2017, syf:74
[2] Göbekli tepe hakkında detaylı bilgi için “Andrew Collins’in Göbekli tepe ve tanrıların doğuşu”  kitabını tavsiye ederim.  
[3] “Asi Ruhlu Kasabalı/ Etki yayınları - Mehmet İnanç Turan, Sait Almış” kitabının çeşitli bölümlerinde sosyalistlerin fırınlarda ki örgütlenmelerinden bahsetmekte. Ayrıca, Gorki’nin kendi hayatının bir kısmını anlattığı ekmek işçileri kitabı da fırın işçilerini detaylı bir şekilde anlatmakta.   

---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme