Kayıtlar

nazım hikmet etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

CAN SIKINTISI ÜZERINE FELSEFI VE MODERN YAKLAŞIMLAR

 Can sıkıntısı, insanlık tarihi boyunca bireysel ve toplumsal bir mesele olarak tartışılmıştır. Bu duygu, yalnızca basit bir ruh hali değil, insanın varoluşsal sorularını ve anlam arayışını yansıtan derin bir olgudur. Tarihten modern zamana kadar uzanan bu kavram, felsefi analizlerle zenginleşmiş ve modern yaşamın etkileriyle dönüşüme uğramıştır. Makalenin Amacı   Bu makalede, can sıkıntısının tanımından başlayarak, felsefi yaklaşımlar, modern toplum üzerindeki etkileri ve çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Can Sıkıntısının Tanımı ve Doğası Can Sıkıntısı Nedir? Can sıkıntısı, genellikle bir şey yapma isteksizliği, yaşamın monotonluğu ya da bir amaçsızlık hissi olarak tanımlanır. Bu duygu, bireyin içinde bulunduğu çevresel koşullardan kaynaklanabilir ya da içsel bir huzursuzluğun dışavurumu olabilir. - Seneca ve Antik Dönem: Antik Yunan ve Roma döneminde düşünürler, insanın günlük yaşamının rutinlerinden kaynaklanan monotonluğa dikkat çekmişlerdir. Özellikl

Şeyh Bedreddin ve İbn Haldun ile emeğin yolları / bir kitabın anımsattıkları

Resim
Mantık bilmeyenin ilmine güvenilmez İmam Gazâlî İbn Haldun ismini hiç duydunuz mu?  İsminin başında ki “ibn” ibaresinden dolayı özellikle laiklik konusunda hassas olduğunu iddia eden kesim için dikkat çekici olmaya bilir. Hatta itici bile gelebilir. Ama yazının sonuna kadar sabredin. Neler ile karşılaşacağınıza şaşıracaksınız. Öncelikle tam ismi “ Ebu Zeyd Abdurrahman bin Muhammed bin Haldun el Hadramî ” olan İbn Haldun’un unvanının başında ki İbn kelimesinin karşılığını bilmeyenler için söylemek gerekirse: arapçada  “oğul” anlamına gelmekte. Dolayısıyla da İbn Haldun’da Haldun’un oğlu anlamı taşımakta. İslam Ansiklopedisinde ki unvanı  “Meşhur tarihçi, sosyolog, filozof, siyaset ve devlet adamı[1]” olarak geçiyor . Doğum tarihi olan 1332 yılından  ölüm tarihi olan 1406 yılına kadar İbn Haldun’un ömrü kuzey Afrika topraklarında. Aktif politik hayatından (Şu anki yazının konusu olmaması sebebiyle giremeyeceğim [2] ) sadece birkaç cümle ile bahsetmek gerekirse: bir çok sultan

Buğdayın unun ekmeğin emeğin hikayesi

Resim
Minibüslerle morarmış sokaklar Buğdayın parayla değişildiği Paranın ekmekle değişildiği Ekmeğin tütünle değişildiği Tütünün acıyla değişildiği Ve artık hiçbir şeyle değişilmediği acının. Cemal Süreya Neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir ekmeğin tarihi. Onun üzerine kitaplar yazılmıştır. Sözler söylenmiştir. Şiirler okunmuştur. Duygular ekmek ile dile getirilmiştir. Ekmeği yapan buğday, bereket yerine geçmiştir. “Bugün, en yeni arkeolojik ve arkeobotanik veriler, arkeometrik ölçümler ışığında buğdayın günümüzden yaklaşık 14 bin yıl önce karşımıza çıktığını biliyoruz. Tabii, o zaman buğday vahşi, yabani; bugün tarlalardan hasat ettiğimiz, marketlerden satın aldığımız haline hiç de benzemiyor.” [1] O dönemlerde oraklarla yapılan hasatlar, buğdayın sapından da yararlanmaya sebebiyet vermiş. O saplar, yeri gelmiş evin çatısı olmuş, yeri gelmiş başka buğdayları taşımak için kullanılan sepet. Dolayısıyla buğdayla tanışan insanlık bir yandan da yavaş yavaş yerleşik hayata g

"Beyaz pantolonu ile" vurulmuş, yatar iken buldular

Resim
Palto dersek ne gelir aklınıza? Türk Dil Kurumu’na göre Fransızca bir isim olan palto, pa’lto kelimesinden türemiş. (paletot). Kelime anlamı ise, soğuk havalarda öbür giyeceklerin üzerine giyilen kalın kumaştan giysi. Kışın pek bir işe yarar kendileri. Ama birde palto deyince bir söz gelir akla:  “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık.”  Sözün sahibi ünlü Karamazov Kardeşler’in yazarı Dostoyevski’dir bilirsiniz. Cem Karaca ise siyasi bir anlamı da olan ve içinde de palto geçen, parka üzerine bir parça yapmıştır bilirsiniz: Her akşam o köşeye asılırdı o parka Paltoya para yok ki, ondan alındı parka Her akşam o köşeye asılırdı o parka Paltoya para yok ki, ondan alındı parka Bir sabah onun sırtında çıktı gitti o parka Bir sabah onun sırtında çıktı gitti o parka Dedenin üç aylıktan alınmıştı o parka Kirli yeşil bir renkte, eskiceneydi parka Üst cebi sökülmüştü, kullanılmıştı parka Bir sabah onun sırtında çıktı gitti o parka Peki ya pantolon dediğim zaman ne gelir sizin

Sevdalımız Komünisttir!

Resim
Aylardan Haziran olunca insanın aklında Nazım belirir. Hani üzerine hemen hemen herkesin bir şekilde, ama iyi ama kötü bilgi sahibi olduğunu söylediği, hatta onun üzerinden tonlarca para kazandığı Nazım. Adına konserler düzenlenen, vatan haini ilan edilen, partisinden atılan, sonra da aynı partisi tarafından kültür merkezlerine isimleri verilen, Nazım Hikmet. Kimine göre sadece şairdi o. Kimine göre sadece romantik bir erkek. Kimine göre ise iyi bir gözlemciydi. Peki hangisi gerçekti? Uzun bir hikaye olacak ama koca bir ömrün kısacık anlatılması nerede görülmüş ki? Kendi anlatımıyla… 1902'de doğdum doğduğum şehre dönmedim bir daha geriye dönmeyi sevmem üç yaşımda halep'te paşa torunluğu ettim on dokuzumda moskova'da komünist üniversite öğrenciliği kırk dokuzumda yine moskova'da tseka-parti konukluğu ve on dördümden beri şairlik ederim Yani paşa torunu. Varlıklı bir ailede doğuyor. Yalıda yürümeyi öğreniyor. Bir o yana bir bu yana koşturuyor çocukken. Büyüy

Haydarpaşa garında 1941 baharında saat on beş

Resim
Haydarpaşa garında 1941 baharında saat on beş. Merdivenlerin üstünde güneş yorgunluk ve telaş. Bir adam merdivenlerde duruyor bir şeyler düşünerek. Zayıf. Korkak. Burnu sivri ve uzun yanaklarının üstü çopur. Merdivenlerdeki adam — Galip Usta — Nazım Hikmet – Memleketimden İnsan Manzaraları Haydarpaşa garı, sayısız buluşmalara, sayısız ayrılıklara, sayısız mutluluklara, sayısız hasretlere  sebep olan bir yer-di dersem yanlış olmaz. Hayatın kendisiydi Haydarpaşa. Aynı başka tren garları gibi. Bir taraftan iki sevgilinin bir birine kavuşmasını sağlarken, diğer taraftan anne babası ile ayrılmak zorunda kalanları da ağırlamıştı. Yetmemiş, bazen cenazeleri de cenaze sahiplerine ulaştırırken aynı anda mektuplarda buradan ulaşmıştı. Haydarpaşa, bu konuda tek değildi. Başka istasyonlarda böyleydi.  Ancak konu geldiği için söylemeden edemeyeceğim: Haydarpaşa’nın yeri başkaydı. Her ne kadar Osmanlı’nın ilk tren istasyonu  İzmir Alsancak tren istasyonu olsa da… Mesela aklıma ilk gelen,