Haydarpaşa garında 1941 baharında saat on beş. Merdivenlerin
üstünde güneş yorgunluk ve telaş. Bir adam merdivenlerde duruyor bir şeyler
düşünerek. Zayıf. Korkak. Burnu sivri ve uzun yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam — Galip Usta —
Nazım Hikmet – Memleketimden İnsan Manzaraları
Haydarpaşa garı, sayısız buluşmalara, sayısız ayrılıklara,
sayısız mutluluklara, sayısız hasretlere sebep olan bir yer-di dersem yanlış olmaz. Hayatın
kendisiydi Haydarpaşa. Aynı başka tren garları gibi. Bir taraftan iki
sevgilinin bir birine kavuşmasını sağlarken, diğer taraftan anne babası ile
ayrılmak zorunda kalanları da ağırlamıştı. Yetmemiş, bazen cenazeleri de cenaze
sahiplerine ulaştırırken aynı anda mektuplarda buradan ulaşmıştı. Haydarpaşa, bu
konuda tek değildi. Başka istasyonlarda böyleydi. Ancak konu geldiği için söylemeden edemeyeceğim:
Haydarpaşa’nın yeri başkaydı. Her ne kadar Osmanlı’nın ilk tren istasyonu İzmir Alsancak tren istasyonu olsa da… Mesela
aklıma ilk gelen, Orhan Kemal’in bir çok hikayesinin tren istasyonunda
başlaması. “Müfettişler müfettişi” isimli eseri Haydarpaşa garında başlar. Haydarpaşa
bir yana yine Orhan Kemal’den devam edersem: “Bereketli topraklar üzerinde”
kitabı da Adana tren istasyonunda başlar. Hatta orada da biter. Ve tabi ki
Nazım Hikmet’in “Memleketimden insan manzaraları” eserinin 1. kısmının
neredeyse tamamı trende geçer. Hapisten bayram izni ile çıkan hükümlülerin tren ile varmak istedikleri yere gittikleri, Yılmaz Güney’in “Yol” filmi, Demiryolu işçilerinin mücadelesini sistem
eleştirisiyle yapan, “Demir yol” filmi, Bürokrasi bahanesiyle sistem eleştirisi olan, Şener
Şen’in baş rolünü oynadığı “Selamsızlar bandosu” bunların film açısından başını çeker. Hatta Yaşar Kemal’in Nazım Hikmet’e küstüğü yerde bu tren
istasyonlarından biridir. Türk filmlerinin bir çoğunda İstanbul’a Haydarpaşa
üzerinden gelirler. İşçiler buradan işlerine gider, buradan dönerdi. Fabrikalar,
mallarını trenler üzerinden taşırlardı. Halk denize, plaja giderken bu trenler
ile giderlerdi.
Sadece Türkiye için değil aynı zamanda Dünya içinde
önemliydi trenler. Amerika da geçen kovboy filmlerinde ciddi bir kısmı kaplıyor
trenler. Atından atlayan kovboy, trene tutunur. Hırsızlıklar trenlerde olur.
Hükümlülerin, tutukluların hapishanelere aktarmaları trenler vasıtasıyla olur.
Bilinen ilk trenin 1800’lerin başında bir iddia ile yapıldığı biliniyor. Ancak
daha sonra buharlı makinenin icadı ile trenler insanların hayatında tekerlikten
sonra çok önemli bir yere sahip oluyor. Tren raylarının olduğu bölgelerde
ticaret ve sanayi artışa başlıyor. Başlıyor çünkü, daha önce ticaret ve
sanayiye lazım olan lojistik işleri nehirler ile yapılıyor. Buda lojistiğin
hıza ihtiyacı olduğu gerçeğini ortaya çıkarıyor. İşte tren bu ihtiyaca çok
güzel bir cevap oluyor.
Savaşlarda da çok işe yarıyor trenler. Zırhlı trenler ile
bir çok lider kendini koruma altına alıyor. Mesela Sovyetler Birliği’nin Kızıl
Ordu komutanı Trotskiy’nin zırhlı treni meşhurdur. Bunun yanında Ekim Devrimi’nin
lideri Lenin’in yurt dışına kaçması ve S.S.C.B.’de
ki parti merkez kurulu toplantısına
kılık değiştirip yine trenle geldiği biliniyor. Bunun yanında ikinci Dünya
savaşı’nın faşist cephesinden biri olan İtalya’nın lideri Mussolini’nin zırhlı
treni olduğu biliniyor. (söz konusu treni İstanbul Haliç’de kurulu bulunan Koç
müzesinde görebilirsiniz) Savaşlar sürerken asker sevkıyatları da yine trenler
üzerinden yapılıyordu. Bu sebeple tren yollarını havaya uçurmak için birlikler
vardı.
Çocukların oyuncaklarına da tüm bu anlattıklarım sığdı.
Oyuncak trenler, raylar, istasyonlar ve yolcular iktidarların isteklerine göre
şekiller aldılar. Dolayısıyla çocukların hayallerini de o iktidarlar
şekillendirdiler. Kimisi tahtadan yapıldı oyuncak trenlerin, kimisi de plastik
pilli yapıldı. Bu satırları yazarken aklıma, bize Almanya’dan gelen el yapımı oyuncak
tren seti belirdi. Trenin düdüğünü bile yapmışlardı. Kaç yaşına gelmiş biri
olarak, onunla oynarken nasıl heyecanlandığımı anlatmak mümkün değil. Çocuklar
o oyuncak trenler ile oynarken, belki de uzakta ki hasretini çektikleri
arkadaşlarına ulaşmak istiyorlar. Kim bilir?
Çocukluk deyince şimdi de dedem ve ananem ile yaptığım tren gezileri belirdi aklımda. Nasıl bir maceraydı öyle. Tünele girince seviniyor, yataklı
vagonda tanımadığımız birisiyle aynı ekmeği paylaşıyorduk. Sohbetler ne
güzeldi trenin sesi eşliğinde. Biletçi ağabeyi görünce bile heyecanlı olurduk.
O da tonton bir amca olurdu zaten. Yolda rayların üzerine bir ağaç düşerdi. O
ağacın oradan kaldırılmasını beklerken çevrede ki meyve ağaçlarına dadanırdık.
Birde yol boyunca olan o eşsiz manzaralar yok mu? Trenin lokantası da ayrı bir
güzeldi hani. Ama yemeğinden ötürü olduğunu sanmıyorum bunun. Muhabbetten
ötürüydü o eminim.
Büyüdük. Ankara’da ki eylemlere trenler ile gider olduk. Ama
sonra nostalji oldu tüm bunlar. Hızlı tren yapılıyor adı altında raylar
kaldırıldı. Hatıralarda öyle. Tarihte öyle.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------
Meraklısına:
Trenler hakkında iki müze önerebilirim. Bunlardan bir numara
olanı İstanbul Kadıköy’de kurulu bulunan Oyuncak müzesi. Burada ki tren
bölümünde oyuncak trenlerin yanında tren sesi eşliğinde kompartman bile var!
Bir diğeri ise İstanbul Haliç’de bulunan Koç müzesi. Bu müze
normalde sanayi müzesi olarak kurulmuş ancak Vehbi Koç’un kazandığı akıl almaz
sömürü oranlarını koleksiyonlara yatırması sebebiyle bir çok koleksiyonun
yanında tren koleksiyonu da mevcut.
Her ikisini de görmek lazım.
---
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.
https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz
Yorumlar
Yorum Gönder