CAN SIKINTISI ÜZERINE FELSEFI VE MODERN YAKLAŞIMLAR

 Can sıkıntısı, insanlık tarihi boyunca bireysel ve toplumsal bir mesele olarak tartışılmıştır. Bu duygu, yalnızca basit bir ruh hali değil, insanın varoluşsal sorularını ve anlam arayışını yansıtan derin bir olgudur. Tarihten modern zamana kadar uzanan bu kavram, felsefi analizlerle zenginleşmiş ve modern yaşamın etkileriyle dönüşüme uğramıştır. Makalenin Amacı   Bu makalede, can sıkıntısının tanımından başlayarak, felsefi yaklaşımlar, modern toplum üzerindeki etkileri ve çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Can Sıkıntısının Tanımı ve Doğası Can Sıkıntısı Nedir? Can sıkıntısı, genellikle bir şey yapma isteksizliği, yaşamın monotonluğu ya da bir amaçsızlık hissi olarak tanımlanır. Bu duygu, bireyin içinde bulunduğu çevresel koşullardan kaynaklanabilir ya da içsel bir huzursuzluğun dışavurumu olabilir. - Seneca ve Antik Dönem: Antik Yunan ve Roma döneminde düşünürler, insanın günlük yaşamının rutinlerinden kaynaklanan monotonluğa dikkat çekmişlerdir. Özellikl

tatlı tatlı gezme, tatlılarla gezme

                                          



Yolunuz bir şekilde Kocaeli otogarından geçmişse gayet iyi bilirsiniz pişmaniye satıcılarını. Hemen atlarlar otobüse “var mı pişmaniyeeee isteyeeeennn!” diye bağırırlar. Hiç düşündünüz bu pişmaniyenin tarihini? Hatta sadece pişmaniyenin değil, tatlıların tarihini hiç düşündünüz mü? Yemeğin tarihini düşündünüz mü? Neden bunca yıkımın olduğu Ortadoğu denilen bölgenin yemekleri bu kadar güzelken Amerika yahut Avrupa gibi kendini gelişmiş varsayan ülkelerin yemekleri o kadar güzel değil? Çünkü yemek tarihtir. Kültürdür. Avrupa ülkelerinin hemen hemen tamamı haçlı seferlerine katılıp doğunun zenginliklerini çaldıklarını kör Abbas bile bilir. Mesela ilk aklıma gelen Mısır’da ki piramitlerin içinde bulunan lahitlerde dahil olmak üzere pek çok eserin Mısır’dan çok Avrupa’da olması.Her ne kadar sömürgeci devletler, bu bölgede ki Kürt ve Arapların bir kısmını köle yapmış, bir kısmını da öldürmüş olsalar bile çoğunluk elbette ki kendi topraklarında kaldı. Burada kültürlerini devam ettirdi. Çin’in, Japonya'nın, Hindistan'ın, Rusya'nın, Anadolu'nun güney ve Doğu bölgelerinin bu kadar güzel yemek yapmasının bir sebebi var. Yüz yıllara dayanan yerleşik kültür. Bunun en çarpıcı örneği Hatay’dır. Dünya yemeklerini bilen çoğu kişi Hatay mutfağı kadar güzel bir yemeğin olmadığını bilir. Kaç kültür geçmiş, kaç kültür kalmıştır Hatay'da. Kalanlardan dört farklı medeniyet var. Mardin öyledir. Urfa öyledir. Antep, keza öyledir. Dolayısıyla bu yemek kültürünün bire bir aynısı var. Tatlı demişken, konunun başında ki pişmaniye’nin tarihinden biraz bahsedeyim. Tarihi İran’dan geliyor.Tatlının görüntüsü koyun yününe benzediği için yün gibi anlamına gelen peşmek (پشمک) kelimesinin zamanla Türkçede "pişmaniye" diye söylenmeye başlanmış. İlk kez  Kocaeli Kandıra’da yaşayan  Hayrettin Usta tarafından yapılan bu tatlı, Şekerci Hacı Agop Dolmacıyan adlı bir Ermeni usta tarafından satılmaya başlandığı bilinmekte. Tabi tatlı dediğimiz zaman ilk akla gelen Türk Lokumu olarak bilinen lokumdur. Lokumun tarihi noktasında bir çok söylenti dolaşmakla birlikte, ağırlıklı olarak, 1777 yılından günümüze kadar şekerciliği devam ettiren Ali Muhiddin Hacı Bekir’in bu tatlıyı yapan ilk kişi olduğudur. Ayrıca sadece bunu yapmakla da kalmıyor, aynı zamanda bu tatlıyı çokta iyi yaptığından dolayı Osmanlı sarayının şekercibaşı unvanını da hak kazandı. Osmanlı yıkılana kadar bu unvanı torunları da taşımaya devam etti. Yetmedi, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni Dünya ülkelerine tanıtmak amaçlı gezici fuar olarak bilinen gemide, bir çok sanayi kuruluşuyla birlikte “türk lokumunu” temsil etti. Günümüzde şirket olarak devam eden Ali Muhiddin Hacı Bekir, halen damak tadına fazlaca hizmet etmekte.  Bu şekercinin İstanbul’da ki hem ilk mağazasının yer aldığı günümüzde de merkez şubesi olan Eminönü Bahçekapı’da ki mağazasında mevsime göre kışlık ve yazlık lokumlar yapılmakta. Hazır Eminönü demişken, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Eminönü’de ki kapalı çarşının bulunduğu yerin hemen ön tarafı Eminönü iskelesi. Bu iskele Fatih’ten önce Doğu Roma’nın Liman ticaretinin yapıldığı bölge. Bir çok defa çeşitli devletler tarafından buraya iskele yapılmış ancak günümüze İstanbul arkeoloji müzesinde yer alan birkaç parça haricinde hiçbir şey ulaşamadan yıkılmıştır.  Daha sonra Osmanlı’nın elinde savaş gemilerinin yanaştığı bir bölge haline gelen Eminönü iskelesinin kara ile olan bağlantısıyla birlikte Topkapı Sarayı’na çıkan Sirkeci – Sultan Ahmet meydan yolu, savaştan dönen askerler için geçit yolu halini almıştı. Almıştı diyorum çünkü bu bölge Fatih’den hemen önce Doğu Roma imparatorluğu tarafından bir merkez halindeydi. Zaten Topkapı Sarayı’nın burada yapılmasının temel sebebini de bu sağlıyor. Bir algı operasyonu gibi devletler en güçlü gördükleri düşmanlarının bulunduğu yerlerin merkezlerini kendi simgesel anıtlarıyla doldurmaya çalışırlar. Örneğin Taksim meydanında yapılmak istenen Cami projesi gibi. Yahut Osmanlı’nın çöküş döneminde borç aldığı bankanın İstanbul merkezini Topkapı Sarayı’ndan da daha yüksek bir yere Cağaloğlu'da yüksek bir araziye inşa etmesi gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Sultan Ahmet’in karşı yakasında bulunan Pera bölgesi “bizden olmayanların oturduğu karşı yaka” anlamına gelmekte. Osmanlı’ya göre kimdir bizden olmayanlar? Müslüman olmayan Gayrimüslimler. Bu bölge Karaköy’ün üst tarafında kalıyor. Yani Karaköy’ü merdiven olarak düşünün, buradan tarih boyunca sayısız insan suyun taksim edildiği bölgeden adını almış olan Taksim’e çıkmıştır. (Taksim hakkında anlatacak çok şey vardır. Ancak başka bir yazı olabilecek kadar uzun bir konu. O sebeple şimdilik anlatmayacağım.) Hazır Taksim’e çıkmışken asıl konumuz olan tatlı noktasına geri geleyim. Taksim’in tatlı açısından çikolata dükkanları meşhurdur. Genellikle gayrimüslimler yapmakta bu işi. Pastanelerden Çikolatacılara kadar bir çok dükkan mevcut. Hatta 2013 yıllında zorla yerinden çıkartılmasıyla gündeme gelen, profiterol tatlısı ile meşhur İnci Pastanesi bunlardan ilk akla geleni. Günümüz modalarından biri haline gelen, finans sektöründen istifa edip “butik çikolatacı” açma eylemi, işlek olan yahut olmayan her hangi bir yerde mantar gibi çoğalan çikolatacı dükkanları görmemize sebebiyet veriyor. Gelelim Beyoğlu denilince akla ilk gelen Beyoğlu Çikolatasına.  1950’de Zambo sakızları olarak piyasa açılan ancak daha sonra sahibinin Afrika’ya gidip kakaolar satın almasıyla sektör değiştiren Zambo markası. Asıl herkesin bildiği adıyla Beyoğlu Çikolatası. Jelatinleri açık şekilde ve birkaç büfede olması fabrikasyon çikolatalardan farklı olmasına sebebiyet verdi. Fındığı bol olan Beyoğlu çikolatasının aslında farklı bir tarihçesi yok. Sadece fındığın kakaodan ucuz olması sebebiyle fındığın daha fazla konmasına sebebiyet verdi. Üretimin fazla yapılamaması sebebiyle de sadece Beyoğlu’nda birkaç büfede satılmasına neden oldu. 1997 yılında fabrikasyon üretimine geçince elbette bu satışlar artmaya başladı. Gerçek anlamıyla İstanbul'un karşı yakası olarak bilinen Anadolu yakasında ki pastahaneler, yeni sevgililerin yahut evlenecek çiftlerin buluşma noktalarıydı eski zamanlarda. Ancak bu durum son zamanlarda değişirken Kadıköy'de bulunan pastahanelerde değişmedi. Özellikle çeşitli meyveli pastaları meşhur olan Kadıköy pastahaneleri, aslında Rumlar tarafından işletilmekteydi yakın zamana kadar. Tabi ki soykırımlardan ve mübadele döneminden çok etkilendikleri ortada olan Rumlar, Türk çıraklarına pastahanenin mutfağını öğretip öyle gittiler. Elbette azda olsa halen Rumların sahibi olduğu pastahanelerde mevcut. Ermeniler ise daha çok fırın işinde olmakla birlikte pastahaneleri de var elbette. Konu gelmişken günümüzde kullandığımız fırın ekmeğinin yapımının Ermenilerin Türklere öğrettiği gerçeği ortadadır. Malum, Türkler Anadolu'ya Ermeni ve Rumlar'dan daha sonra geldiler. Burada ilk Ermeni, Rum, Kürt ve Araplar vardı.   


Ama her şeyden önce nedense her tatlı denildiğinde aklıma,  ananemle şifalı su olarak bilinen sodalı suyu meşhur olan, bir bölgeye her yaz ayı gidişlerimiz gelir. Benim sodalı su ile aram pek olmazdı. Ama halka tatlıyı çok severdim. Tesadüf bu ya, şifalı suyun bulunduğu yerin hemen yanında tatlıcı vardı. Taze taze gözümüzün önünde yapardı halkalı tatlıları. Ananem ne kadar çok sodalı sudan içersem o kadar çok tatlı alacağını söyler beni sodalı su içmeye teşvik ederdi. Orada ki tatlıdan aldığım tadı kaç yaşına geldim sadece bir tatlıdan aldım. O da ananemin ben geleceğim zaman hazırlamayı hiç ihmal etmediği sütlaçlar. Ama onun haricinde o tadı, hiçbir şeyden alamadım şimdiye kadar. Ya o kadar güzel tatlı ustası kalmadı yada bizim tadımız kalmadı.              

---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme