20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

Yozlaşmış toplumun "albüm"ü - Film incelemesi


Mehmet Can Mertoğlu’nun yazıp yönettiği 2016 yapımı bir filmden bahsedeceğim şimdi. Bol festival ödüllü, çok metaforlu bir film “Albüm”

Bir çok film sayfasına bakarsak eğer filmin konusu: “ 30’lu yaşlarının sonlarında ki çift, uzun süredir evlidir ancak çocukları olmamaktadır. Buna karşılık evlat edinmek için başvuru yaparlar ancak başvurunun ortaya çıkmasından utanırlar. Bu yüzden kadın, doğum yapacakmış gibi hamile taklidi yapıp, karnına yastıkları yerleştirir. Yetmez, eşiyle birlikte geçmişe dönük hamilelik ve doğum fotoğraf albümü yapmaya koyulurlar.”

Baştan söyleyelim filmin sadece bu tarafından bakanlar oldukça yanılırlar. Zaten kısa bir özetle filmleri anlamak hiçbir zaman mümkün olmadığı gibi “albüm” filmini de sadece aile albümü olarak yorumlamak filmi çok yavan bırakır. Ki bu yavanlık filmi eleştirmeden önce filmin birazdan anlatacağım yapım aşamasında ki emeği gözden yok etmek anlamına gelir. Bu hiçbir filme yapılmamalıdır. Albüm filmine de yapılmamalıdır.

Az önce bahsettiğim filmin yapım hikayesini geniş bir alıntı ile bakalım:

Albüm filminin yönetmeni ve senaristi Mehmet Can Mertoğlu senaryoyu yazmaya 2012 yılında başladı. Daha önceleri kafasında olan bir hikâye olduğu için senaryonun yazıya dökülmesi sadece bir hafta sürdü.Filmin senaryosu yazıldıktan sonra Nantes'daki Üç Kıta Festivali'nin Produire au Sud bölümüne seçildi. Festivalin bu bölümünde, film endüstrisindeki çalışmaların geliştirilerek eş zamanlı üretim yapısına odaklanan atölye çalışmaları ile yurtdışından yapımcı ve ortaklar bulmayı amaçlanır. Albüm filmi, bu atölyedeki çalışmalar sonrası 2013 yılında İstanbul'daki "Köprüde Buluşmalar"’a katılarak buradan 2 ödülle döndü. Ayrıca Mertoğlu, senaryosuyla Sundance Enstitüsü gibi birçok ortak yapım platformları ve senaryo laboratuvarına katılarak senaryosunu iyice geliştirdi. Bu senaryo laboratuvarı ve ödüller ile birlikte birçok yapımcının ilgisini çekmeyi başaran yönetmen Mehmet Can Mertoğlu daha sonra Danis Tanović'in yapımcısı Cedomir Kolar’la tanıştı. 2013 yılında İstanbul'daki "Köprüde Buluşmalar" jürisinde Arte Cinéma’nın yöneticisi Olivier Père'de vardı. Bu sayede Père'de filmi tanıdı ve Cedomir sayesinde Arte Cinéma ortak yapımcı olarak filmin projesine dahil oldular. Filmin görüntü yönetmeninin Rumen, Marius Panduru olarak belirlenmesinden sonra ortaklara Romanya'da dahil oldu. Filmin çekimleri öncesi oyuncular ile aylarca prova yapmayı tercih eden yönetmen, provalar boyunca çektiği görüntüleri oyuncular ile birlikte izleyerek oyuncuların da yapım aşamasına katılmasını sağlamıştır.(…) Albüm filminin afişi karikatürist Cem Dinlenmiş tarafından çizilmiştir.

Cümleyi tekrar ediyorum: (…) Ki bu yavanlık filmi eleştirmeden önce filmin birazdan anlatacağım yapım aşamasında ki emeği gözden yok etmek anlamına gelir. Bu kadar emeğin içinde filmin konusunu sadece çocuk meselesi(!) olarak görmek filme reva mıdır?


Filmde oldukça fazla metaforlar mevcut. Ancak metaforların hepsi çok kolay anlaşılabilecek şekilde yalın anlatılmış vaziyette. Bu kadar lafı uzattın. Bir iki cümle ile filmi özet geç diyenler için şöyle demek mümkün: “insanların her açıdan fazlaca yozlaştığını belirtip daha da ileri gidiyor. Yozlaşan bu insanların bir kısmı kamuyu yönetiyor. E kamuda insanları yönetiyor. Resmen bir kısır döngü içindeyiz. Ve bunu hiçbir görüş ayrımı yapmadan her görüş için belirtiyor. Dolayısıyla bir ailenin yapmış olduğu üç kağıttan çok bir teşhir filmi

Bir çok anlatıda adet olduğu üzere özetten sonra detaylara inmek gerekiyor. İnelim..

30 yaşında ki çiftten erkek olan 657’ye tabi lise tarih öğretmeni. Kadın olan ise yine aynı maddeye tabi vergi dairesinde memur. Film bu yönüyle kamuda ki çürümüşlüğü gözler önüne sermek için ilk adım atıyor. O kadar ki vergi dairesinde ki memurların tamamının masaya kafalarını yaslayıp sürekli uyumasının yanında sadece bir kişinin sürekli sıra matik tuşuna basması vergisini yatırmak istiyenlerin kamudan nasıl hızlıca postalandığını yahut nasıl hiçbir şey yapmadan saatlerce oturduklarını gösteriyor. Yetmiyor birde üstüne hamileymiş gibi fotoğraf çekmek isteyen kadına yardım etmek isteyen başka bir memur yere müthiş bir sertlikte düşüyor ama fotoğrafı çektiren kişi kılını bile kıpırdatmadan hala poz veriyor. Böylelikle sadece memurluk değil “insanlık” anlamında da nasıl yozlaştığımızın ilk emaresini gösteriyor film.

 

Lisede durum farklı mı sanki? Öğretmenler öğrencilere çok kötü davranıp insan yerine koymazken, nispeten laiklerin çoğunlukta olduğu bilinen Antalya’dayken öğrenciler öğretmenin hiç sözünü dinlemiyor. Ancak aynı öğretmen muhafazakarlığın yoğunlukta olduğu bilinen Kayseri’ye gidince öğrenciler çıt çıkarmadan sanki komutanları karşısındaymış gibi dinliyor. Öğretmenler odasında hiç kimse birbiriyle konuşmuyor. Ta ki maç konusu açılana kadar. O kadar ki bulundukları alan fark etmeksizin tüm erkek kamu çalışanları futbolu konuşuyor. Kadının sözü çok az geçiyor. Kamuda çalışan tüm memurlar asıl konu haricinde her konudan bahsediyor. Polisse eğer konut kredilerinden bahsediyor, çocuk esirgeme kurumu müdürüyse dershane fiyatlarından. Özel hayatlarında kadınlar sadece çocuktan bahsediyor. İnsanlar misafirliğe geldikleri zaman tek ortak noktaları kahvehanedeymiş gibi oyun oynamak.

Çocuğu evlat edindikten sonra anne ve baba olan çift, Hayao Miyazaki’nin Ruhların Kaçışı filminde göstermiş olduğu gibi aynı domuz gibi iğrenç bir şekilde yemek yiyorlar. O kadar ki bu durum tüketici toplumunda bireyin geldiği noktayı gösteriyor.


Çocuk çocuk diyoruz ama o durum ayrıca incelenmesi gerekiyor..

Çift ilk olarak evlat edinmek için gittikleri çocuk esirgeme kurumunda ki bebeği esmer olduğu için “kürt veya Suriyeliye” benzetiyor. Bu sebeple de almak istemiyor. Burada açıkça yine bir yozlaşma örneği olan “ırkçılığa” gönderme yapılıyor. Yine aynı çift, başka bir çocuk esirgeme kurumunda bir çocuk beğeniyorlar. Bu beğeni karşısında çocuğu evlat ediniyorlar. 1 yıl boyunca kurum tarafından denetime tabi tutulacak olan çifte bir denetmen geliyor. Denetmen, çocuğun gerçek anne babasının başına ne geldiğini bilip bilmediklerini çifte soruyor. Çift, “trafik kazasında öldüklerini söylemişlerdi” diye cevap veriyor. Buna karşılık denetmenin vermiş olduğu tepki çarpıcı : “oh iyi iyi. Sonradan geliyorlar çocuklarını geri istiyorlar birde. Şanslısınız yani”

 

Çocuk, anne ve babasının ortasında uyuyor. Çocuk uyanık. Anne ve baba sırt üstü “yatmıyorlar” dolayısıyla yüzleri gözükmüyor. Burada da çocuklarını hiçbir şekilde dinlemedikleri belli. Filmin özeti belki de bu kare. Çocuk çocuk diye yapmadıkları kalmayan aslında soyculuktan başka bir şey yapılmadığını gösteren filmin ilk karesi uyuma sahnesinin hemen öncesi gibi adeta. Çünkü, filmin başlangıcında damızlık üretme tesisinde bir bir dişi inek sadece çiftleşmek için, erkek inek ise sadece sperm için tutuluyor. Ne kadar tanıdık!   

Filmin bir karesinde televizyon başında babanın uyuya kaldığını görüyoruz. Bu sırada televizyonda CNNTÜRK’te siyasilerin bir birlerini hiçbir şekilde dinlemediği bir tartışma programı açık. Taraflardan biri diğerini teröristlikle suçluyor.Diğeri bu durumu kabul etmiyor. Çok kutuplu bir ülkenin onu hiç dinlemeyen topluluğu gibi. Ne ironi ama!

Filmin son dakikalarında AVM’den dönen ‘aile’ evde hırsız olduğunu fark eder. Evinde içinde baba hırsızı kovalar ve hırsız 11. kattan aşağı düşer. Adamla kadın nezarete konur. Ancak nezaret öncesi kadının “dizinin en kritik bölümünü kaçıracağım şimdi. Bu nezarette nereden çıktı” demesi, hırsız dahi olsa bir insanın ölmesi karşısında yaşanan duyarsızlığın yanında toplumun körlüğünü iyi bir şekilde anlatıyor. 

Tüm bunların yanında ayrıca sıradan bir memurun yanında kıdemli bir memurun ve hatta kent yoksulu olarak sınıfsal konumu olan kişilerin dahi sürekli olarak cinsiyetçi küfürler etmesi dikkat çekici! 

Filmin son karesinde bir şelale ve şelaleye varmaya çalışan aileyi görüyoruz. Bu bir toplumsal tüm iğrençliği kusma sahnesi!  Devasa bir metafor! Ama çok yalın bir metafor!

Filmin ismi neden sahte hamile değil? Çünkü film, tüm bunları anlatırken yozlaşan insanların halini tüm çıplaklığıyla anlatıyor. Peki neden hamilelik simgesi kullanılmış? Çünkü hamilelik gerçek değil. Sahte! Aynı toplumun şu anki durumu gibi. Peki nedir gerçek? Çocukların saflığı. Herkes yüzünü yastığa yahut masaya gömmüş, kafasını kaldırmıyor. Ama bebekler yukarı bakıyor! Adeta bir albüm gibi. Sahte hamilenin albümü değil ama. Tüm toplumun albümü!

  

   ---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme