CAN SIKINTISI ÜZERINE FELSEFI VE MODERN YAKLAŞIMLAR

 Can sıkıntısı, insanlık tarihi boyunca bireysel ve toplumsal bir mesele olarak tartışılmıştır. Bu duygu, yalnızca basit bir ruh hali değil, insanın varoluşsal sorularını ve anlam arayışını yansıtan derin bir olgudur. Tarihten modern zamana kadar uzanan bu kavram, felsefi analizlerle zenginleşmiş ve modern yaşamın etkileriyle dönüşüme uğramıştır. Makalenin Amacı   Bu makalede, can sıkıntısının tanımından başlayarak, felsefi yaklaşımlar, modern toplum üzerindeki etkileri ve çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Can Sıkıntısının Tanımı ve Doğası Can Sıkıntısı Nedir? Can sıkıntısı, genellikle bir şey yapma isteksizliği, yaşamın monotonluğu ya da bir amaçsızlık hissi olarak tanımlanır. Bu duygu, bireyin içinde bulunduğu çevresel koşullardan kaynaklanabilir ya da içsel bir huzursuzluğun dışavurumu olabilir. - Seneca ve Antik Dönem: Antik Yunan ve Roma döneminde düşünürler, insanın günlük yaşamının rutinlerinden kaynaklanan monotonluğa dikkat çekmişlerdir. Özellikl

Bilmek İsteyen İnsanın Hikayesi / Uçan Salyangoz Yazdı


 Homeros ve Hesiodos gibi epik şiirler, efsaneler, destanlar yazan ozan ve şairler neden ortaya çıktı? Bizlere ne anlatmaya çalışıyorlardı? O zamanki dünyanın ve günümüzdeki dünyanın mitoslarla, eposlarla nasıl bir bağlantısı olabilir? Elbette bu soruların iç içe, çok detaylı ve uzun hikayeleri var. Ama tüm bunlara “bilmeyi isteme arzusunun” içinden bakmayı şu an için yeterli görüyorum.


Aristoteles’in ‘Metafizik’ adlı eseri şu cümleyle başlar: ‘Bütün insanlar doğal olarak bilmek ister.’ Bir de cümleyi şöyle kuralım; bütün mitoslar insanın bilmeyi isteme arzusunun sonucunda doğmuştu. Peki, nedir bu mitos? Bize bilmediğimiz ve merak ettiğimiz evren hakkında neler anlatabilir? Önceleri, bilmek isteyen insan, evrenin nereden geldiğini ve nereye doğru gittiğini, bu evrendeki insanın yerini ve yazgısını, her şeyin ve insanın nasıl yaratıldığını; savaşçı ve abartılı tanrıları, devleri, farklı şekillerdeki yaratıklarıyla kendilerini ve etraflarını saran büyülü ve bilinmez evreni anlatmaya çalışmışlardı. Bu anlatılar, en başta işaretler, resimler ile kendini gösterirken sonraları en etkili anlatım biçimi olan mitosları ortaya çıkardı.

“Mitos” Yunancada söz anlamına gelir. Duyulan, kulaktan kulağa söylenen sözler olduğu için elbette pek de güvenilir değiller. Bu yönden masallar, mitoslara karşılık gelmekte. Buna iki örnek gösterebiliriz. Bunlardan ilki, Orta Çağ Alman halkının dertlerini, durumlarını, isteklerini, arzularını dile getirmek için kulaktan kulağa söylediği masallar. İkincisiyse, Homeros ve Hesiodos’un kaosundan alıp, kozmos ve logosla harmanlanan dünyasına götürmesi. Böylelikle sözün serüveni farklı bir boyuta, yani “Epos”a taşındı. Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü adlı kitabının önsözünde Epos’u şöyle anlatır. “Belli bir düzen ve ölçüye göre söylenen, okunan sözdür, epos insana tanrı armağanıdır, güzelim süslü sözleri bir araya getirerek büyüler dinleyicilerini bir ozan. Ozanın sözünü tanımlayan epos böylece şiir, destan, ezgi anlamına gelmiş ve o gün bugün epik ve epope diye batılı dillerin hepsinde yerini almıştır.” Epos, sözüyle ozanı tamamlar. Tıpkı az önce verdiğimiz örnekteki Homeros ve Hesiodos’un destanları ve şiirleri ile Alman halkının masalları gibi. Bu süreçte insan, artık evreni anlamakla kalmıyor, toplumu nasıl düzenin bir parçası yapabilirim diye de düşünüyordu. Bilmek isteme arzusunun kendisi de bu kurguya mitoslarla, eposlarla, nice efsaneler, destanlar, şiirler ve masallarla katılıyordu. Düzensiz ve çok tanrılı dünya ile düzenli bir biçime içten içe geçen dünya arasında yine nice tanrılar, insanlar, yaratıklar doğuyor ve ölüyordu. Hatta bu doğumların ve ölümlerin içinde nice savaşlar meydana geliyordu.

                


Tüm bunlar oluşup şekillenirken bizler bu süreçte epey yalnızlıklar ve acılar çektik. Bir yandan dipsiz bir kuyu gibi yalnızlıklarımız büyürken, diğer taraftan düzenli bir diyarın toprakları büyümeye başladı. Yunanlılar içinde henüz hiçbir şey yokken en başta ve ilk başta var olan şey boşluktu; Yunanlılar buna ‘Kaos’ diyorlardı. Hesiodosa göre de “her şeyden önce kaos vardı.” Kaos, hiçbir şeyin ayırt edilemediği karanlık, uçurum, yitik, sınırsız, dipsiz, kargaşa ya da evrenin bugün algıladığımız biçimine gelmeden önceki ezelî düzensizliği demekti. Mehmet Ali YILDIZ, Birey ve Toplum adlı makalesinde Kaos, tanrılara ve oradan da insanlara doğru uzanacak olan mitsel oluşum serüveninin başlangıcı ve evrendoğumun (kozmogoni) sıfır noktasıdır. Evren kaostan ortaya çıktığı ve evrendeki her şey temel niteliğini bu kökene borçlu olduğu için kaosun en önemli faktör olduğunu söyleyebiliriz.” der. Kaosun içinden kosmos, yani düzenli evren doğdu ve “bilmek isteme arzusu” bizi yiyip kemirmeye başladı.

Azra Erhat “İşte İnsan” kitabında kosmosu, meraklı olan insanın “bilmek isteme arzusu” ile bizi nereden alıp nereye götürdüğünü büyülü bir şekilde anlatıyor.“Sokrates öncesi düşünürler vardı. İonya kentlerinin akıl ölçülerine göre bitişip ayrılan düz sokaklarında dolaşırlar, taşları yine insan ölçülerine göre dikilen yapılarda otururlar, uzanırlar, gündüz göz kamaştıran güneşin, gece yıldızlı göğün altında bakarlar çevrelerine. Ortalık apaydınlıktır. Gözlerini aydınlığa açmış bu insanlar kafalarının içinde de aydın bir düzen kurmaya çalışırlar. Karşılarında gördüklerine kosmos, yani düzen derler. Kosmos evrendir, güneşi, ayı, yıldızları ile gökyüzü, insanı, hayvanı, bitkisiyle yeryüzü. Evreni kavramak ister insan aklı. Evren aydındır, onu anlamak için, düzeninin kurallarını bulmak, tanımlamak, dile getirmek gerek. Nasıl olur bu iş? Duyulan düşünceye araç olarak kullanmakla. Gözleri açık, kulakları kiriştedir bu insanların. Doğaya apaçık olduklarından doğanın sırlarını çözebileceklerine inanırlar. Korku, kuşku, nedir bilmezler. Aydın bir mutluluk içinde sürdürürler çabalarını. İnsan, doğa, doğa içinde insan, insan içinde doğa ne görürlerse onu söylerler ne kadarını görüp ne kadarını dile getirebilirlerse. Yol boyunca da yolun bitiminde de kosmosa varacaklarından emindirler.” İşte kosmos’u düzenli bir bütün olarak kuran ve hareket ettiren, biçimlendiren ussal ilke logos’tu, yani bilgiydi. Kaosla birlikte doğan kosmos ve gelişen logos’u, meraklı olan insanlar mitoslarla anlatmaya çalışmışlardı.

               


Logos, Yunancada akıl, düşünce, ölçüt gibi anlamlara gelmekte. Platon’a göre “bilgi”, Aristoteles’e göre “akıl, iletişim ve eylemin toplamıydı”. “Kendimi keşfettim” diye haykıran Herakleitos ise bu kelimeyi “içerisindeki her şeyin oranlı bir biçimde değiştiği düzen”, Jean Pierre Vernant’a göre merak eden, “bilmek isteme arzusuyla” dolup taşan insan, “Bir yandan yaşamın en yüksek ereğini bilgide bulan, bilmek için yaşayan; öbür yandan, edindiği bilgileri yaşamına temel yapmak ister.”

 ---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz                                                                                            

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme