CAN SIKINTISI ÜZERINE FELSEFI VE MODERN YAKLAŞIMLAR

 Can sıkıntısı, insanlık tarihi boyunca bireysel ve toplumsal bir mesele olarak tartışılmıştır. Bu duygu, yalnızca basit bir ruh hali değil, insanın varoluşsal sorularını ve anlam arayışını yansıtan derin bir olgudur. Tarihten modern zamana kadar uzanan bu kavram, felsefi analizlerle zenginleşmiş ve modern yaşamın etkileriyle dönüşüme uğramıştır. Makalenin Amacı   Bu makalede, can sıkıntısının tanımından başlayarak, felsefi yaklaşımlar, modern toplum üzerindeki etkileri ve çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Can Sıkıntısının Tanımı ve Doğası Can Sıkıntısı Nedir? Can sıkıntısı, genellikle bir şey yapma isteksizliği, yaşamın monotonluğu ya da bir amaçsızlık hissi olarak tanımlanır. Bu duygu, bireyin içinde bulunduğu çevresel koşullardan kaynaklanabilir ya da içsel bir huzursuzluğun dışavurumu olabilir. - Seneca ve Antik Dönem: Antik Yunan ve Roma döneminde düşünürler, insanın günlük yaşamının rutinlerinden kaynaklanan monotonluğa dikkat çekmişlerdir. Özellikl

Modern Zamanlar / Dilşa Tekin



 Modern Zamanlar filmi, Charlie Chaplin’in Büyük Buhran döneminde yaşanan zorlukları komedi türünde sunduğu kült filmlerindendir. Büyük bir ekonomik kriz ve işsizlik dönemini anlatan filmde, fabrika işçisi olan Şarlo’yu, vida sıkma eylemini gerçekleştirirken izlemeye başlıyoruz. Sanayi Devrimi’nin etkilerinin ve seri üretimin son ivmede hızlanarak devam etmesi insanların kendilerine ayırabilecekleri vakitleri ellerinden alan bir ortam yaratmıştır. Fabrikadaki karakterimiz de, burnunu kaşıyabilecek bir vakte bile sahip değildir. Bu deyimin adeta hayat bulduğu sinek sahnesinde, çalışanlar işten ellerini bir saniyeliğine çektiklerinde tüm düzenin alt üst olduğunu ve üretimin ciddi aksamalara uğradığını görüyoruz. Böyle bir güç ancak hiçbir ihtiyacı olmayan makinelerden beklenmesi gerekirken insanla özdeşleştirilmeye çalışılmıştır. İnsani özelliklerinden, normal hareketlerinden sıyrılarak makineleştirilmek istenen emekçiler, hızlı ve devamlı oldukları ölçüde işe yarar sayılmışlardır. Hatta büyük gelir elde etme amacında olan patronlar, en gerekli ihtiyaç olan yemek yemenin bile zaman kaybı olduğunu düşünerek kolay yoldan bu gereklilikten kurtulmaya çalışmışlardır. Denek haline gelen Şarlo, üretimi sekteye uğratmaması adına geliştirilen besleme makinesinde doyurulmaya çalışılmıştır. Böylece devamlılık amaçlanmış olsa da durum istenilen gibi olmamış ve makine ihtiyacı giderememiştir. İşe yaramış olsa, işçiler tam anlamıyla içerisinde ruh taşıyan birer makineye dönüşmüş olacaktı belki de.

Çarklar arasında öğütülen insanlığımız

 Üretim bandında herkes farklı bir görev üstlenir ve buna odaklanarak diğer sürece aşinalığını büsbütün kaybeder. Film, insanın üretiminde etkili olduğu ürüne, süreç içerisinde nasıl yabancı kalışını da aktarmaktadır. Marx; bu olguyu, insanın emeğine yabancılaşması şeklinde açıklayarak bu durumun sanayi devrimi ile başladığını söyler. İş bölümü, sanayi kapitalizmi ile karmaşıklaşmış ve böylelikle yabancılaşma belirginleşmiştir. Bir ürünün üretim sürecinde kişi sadece bir vidayı sıkmakla görevlendirilmişse çıkacak olan bütüne yabancılaşır. Böylece üretilenin ne olduğunun, neye dair emek verildiğinin artık bir önemi kalmaz. Marx’a göre kapitalist ekonomik girişimler iki temel yapılanma ögesi barındırır ve bunlardan biri sermaye iken bir diğeri üretim araçları ellerinden alınmış işçilerdir. İşçiler, emeğine yabancılaşmış ve üretim araçları ellerinden alınmış olarak modern hayatın modern köleleri haline dönüşürler. Yabancılaşma durumuna başka bir açıdan bakarsak, o da emeğin yanında kişinin öz varlığına yabancılaşması durumudur. Bireyler, hayatta kalma mücadelesine dönüşmüş yaşamlarında, temel gereksinimlerine yabancılaşarak bunu adeta bir lüks olarak görmeye başlıyor ve böylece insani yönlerinden kopmuş bir hale geliyor. Yanyana duran çalışanlar, kopuk iletişimden kaynaklı birbirlerini de tanımaz hale geliyorlar. Neticede, birey çalışma ortamında önce emeğine sonra varlığına ve bütününde çevresine yabancılaşmış oluyor.

 İnsanlar buhranın içerisinde her ne olursa olsun bir işe girme derdiyle yeteneklerinden ve asıl becerilerinden uzaklaşmışlardır. Bir maharetin veya kalifiye bir elemen olmanın hiçbir anlamının kalmadığı, her işte çalıştırılabilen ve karnını doyurmayı amaçlayan insan toplulukları oluşmuştur. Düzensiz ve güvencesiz işlerde çalışmak bir hak arama davasına dönüşememiş çünkü tek hedef yaşamı sürdürebilecek bir gelir elde etmeye endekslenmiştir. Şarlo, bir gün fabrikada vida sıkarken ertesi gün şarkı söylediğinde bizlere hayalindeki yuva için her işi yapabileceğini anlatmak ister.

 Bir bölümde, ihtiyaç gidermek için verilen molalarda patronun büyük bir ekranda işçileri gözetlemekte olduğu gösteriliyor. Kitlelerin bir ekranla denetim altında tutulması fikri, farklı eserlerde karşımıza çıkan bir olgu olmakla beraber bunu ilk defa Chaplin’in ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. İzlenmese bile izlenildiğini düşünen işçiler, hiç durmadan mesaiye devam ederler. İnsanlar, kazanç uğruna bir gözetleme toplumu içerisinde, bilerek oluşturulmuş olan korku atmosferinde çalışmak durumunda bırakılırlar. Bu da yine yazının başında değindiğimiz noktaya çıkar: Makineleşen insan. Özgür ortamdan mahrum kalındığında insani faaliyetler sekteye uğrar ve etkin güçler nasıl istiyorsa öyle hareket edilmek zorunda kalınır.

 Kapitalizm sınıflı bir toplumdan oluşur, işçiler ise diğer kesimin hazlarını tatmin etmede birer araçtır. Filmde de bunu; dışarıda açlık ve sefalet için protestolar gerçekleşirken bundan bihaber olan kesimin eğlence arayışının asla kesilmiyor ve bunlara yönelik hizmetin durmadan devam ediyor oluşunda görmekteyiz. Bir kesim, diğer sınıfın büyük emekleri sonucu memnun edilmeye çalışılırken işçi sınıfının emeği sömürülmeye devam ediyor. İşte tam burada kapitalizmin asıl yüzünü görmüş oluyoruz.

 Mola saatlerine gösterilmek zorunda olunan özeni filmde alaycı bir şekilde, Şarlo’nun çarkların arasında sıkışmış olan mühendisi kurtarmaktansa öğle yemeğini yediğinde ve mühendise de yedirmeye çalıştığında görüyoruz. Gevşekliğe hiçbir şekilde müsaade etmeden keskince belirlenmiş kurallara sahip olan fabrika, hapishaneden bile daha kötü şartlara sahip bir yapıda gösterilerek eleştiriliyor. Modern hayatın kolaylık ve rahatlık getirmesi beklenirken zorluklar ve krizler doğurması o dönemin insanının beklemediği bir şeydi. Büyük Buhran da o dönemde, fabrika işçilerinin zenginleşmeye başlamasından doğan refahın seviyesinin bir anda dibe çakılışı şeklinde açıklanabilir. Doğrusu, beklentilerin tam tersi yönde gelişen modernizm, İkinci Dünya Savaşı ile birlikte yeniden sorgulanmışken günümüzde evrildiği nokta tartışılmaya değerdir.

 Sosyal yapıyı, krizleri, ideolojileri ve daha birçok şeyi yansıtma ve eleştirmede çok güçlü bir rolü olan sinema ile dönemlere tanıklık ediyor, dönemin insanının endişelerini bizler de taşıyoruz. Böylesine etkili bir sanat dalını sessiz bir şekilde sunmayı ustaca gerçekleştiren Charlie Chaplin’in bu şaheserinden modernitenin bizlere ne tür getiriler sunduğunu keyifle(!) izliyoruz. Ve şunu anlıyoruz ki; huzur arayan insanoğlu bunu elde edebilmek uğruna birçok sistem kurmaya çalışmış fakat işleri daha büyük bir çıkmaza itmekten başka bir noktaya gidememiştir. Postmodernizm, liberalizm, kapitalizm ve daha birçok ideoloji, yeniliği yalnızca köleliğimize başka bir isim vererek getirebilmiştir.


 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme