Kayıtlar

20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

“Şiir Ve Bellek” Üstüne, Bir Deneme/ Ali Ekber ATAŞ

Resim
      Şiire yolculuk, insana yolculuktur. Ve insan hayatın anlamıdır. Buna göre şiir adına yapıp ettiklerimizin hepsi, geçmişten bugüne “Şiir/imiz/in Belleği”ne, düşülen notlarıdır insanın.     Savaş çığırtkanlığının üst düzeyde yaşatıldığı bir döneme denk düşürülen bu tür çabalar, bir bakıma bellek yitimine ve zihinlerde yaratılmak istenen erezyona da bir müdahale sayılmalı diyorum. İster yazınsal olsun, ister bir yerden bir yere yapılan bir yolculuk, çizilen bir resim, oylumlarıyla insanı büyüleyen bir yontu, bir köy halısındaki desenlerin ardışık dizilişleri, oyalı bir mendil, tülbent, masal, öykü, mani, yakılan türkü... bütün bunlar, bir bellek oluşturma çabasıdır insanın, unutulup gitmeye karşı bir duruş.     Özelde şair, genelde sanatçı, ayağını bastığı, kökünü bulduğu toprağın insanıdır. Yaşadığı coğrafyaya benzer. Bu toprakta yetişir, filizlenip dal budak salar, sürgün verir. Ancak, şair, kendi yerelinde doğmuş, ulusal bir kimlik kazanmış olmasının çok ötesinde, i

Tanrı Kral İle Emek Arasında Toplum

Resim
 “1 Mayıslara gerek kalmayacak günler için…”  İnsan var olduğundan beri karmaşık yapıda bir varlık; aklıyla doğa arasında sıkıştığı yetmiyor gibi bir de bunu farkında olacak bir bilince sahip. Tablo böyle olunca da bu, yaşam biçimine, yaşam biçimi de yönetimlerine yansıdı.   Yönetim kelimesinin anlam tarihçesi Nisanyan Sözlük’e göre, “Yeni Türkçe: [Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu, 1935] Yönetmek = Sevk ve idare etmek = Diriger, administrer Yeni Türkçe: [Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu, 1935] Yönetmen = Zimamdar, müdir = Dirigeant Yeni Türkçe: yönetmelik “talimatname” [Cumhuriyet (gazete), 1945] Bakanlar Kurulunca bir yönetmelik hazırlandı”   TDK Sözlükte aynı kelime iki anlamda yer almakta:  “1. -i Bir kurum veya kuruluşun yasalara, kurallara ve belli şartlara uygun biçimde işlemesini sağlamak, idare etmek, tedvir etmek. 2. -i Birinin bir konudaki etkinliğine, çalışmasına yön vermek, birini yönlendirmek.  İnsan yönetimin çok sayıda izdüşümünü oluşturdu: Feodal, otoriter, demokrat

ZAMANSIZ ŞEHİR: İSTANBUL / BESTE ZORLU

Resim
      Her şehir başka bir hikayedir ama İstanbul başlı başına salt bir kara kutudur. Koskoca imparatorları başkent düşüncelerine sürükleyen, üzerinden atlıları, denizinden kalyonları geçirmiş bir kocakarı, İstanbul. Hepimiz istesek de istemesek de ya bir parçası olmuşuz ya da fısıltısıyla bizi sırılsıklam eden bu tepeye vurulmuşuz.     Tabii, bir vakitler o henüz bu kadar yaşlı bir kadın değilken, arsız bir kokona gibi, nice süsleri takmış takıştırmış boynuna. Sanmayınki yalnız şimdilerde onun kalbine kurulmuş kahvehaneler, restoranlar, meyhaneler olduğunu. Nicesi eskimiş, kimisi zamanın içinde kaybolup gitmiş, kimi kaderin sillesini yemiş mekanlara ev sahipliği yaparmış İstanbul.     Bir kısmı kitaplara, filmlere, dizilere konu olmuş da hikayesini anlatabilmiş. Ama bazıları varmış ki onlar doğuştan şanssızmış. Bazen usulca geçmişiz yanlarından da tanımamışız, bazen zaten hep burada deyip bozuk bir oyuncak gibi kenara fırlatmışız. İşte şimdi ben de bu sessiz tanıklara kul

PARADOKS İÇİNDE SIKIŞMIŞ TABLO

Resim
    Kitapdedektifiyiz.com ’da yayınlanan “ İkitablonun gücü !” başlıklı yazıyı okuyanlar “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosu için yazılmış aşağıdaki alıntıyı hatırlayacaktır:   “Osman Hamdi’nin İstibdat döneminde II. Abdülhamid ile çalıştığı bir sır değil. Hatta bazı çevreler tarafından Yıldız Sarayı'ndan hiç çıkmadığına dair eleştiriler alıyor. Yetmiyor, bu konuda yakın çevresine yazdığı mektuplarda alttan alta rahatsızlığını dile getiriyor. Ancak aynı Hamdi, Hürriyet devrimi gerçekleştikten hemen sonra özgürlüğe kavuştuğuna dair de yine yakın çevresine mektuplar yazıyor. Bir de üstüne başkarakterin Osman Hamdi olarak tasvir edilmesi eklenince “o tamburun şekli boşuna değil” diyesi geliyor insanın.”        Geçen hafta Pera Müzesinde gerçekleştirdiğim gezi bu düşünce üzerine tekrar düşünmeme yol açtı; tabloya alternatif bir yorum olamaz mı?      Bu satırlar, değişen düşünce ve birikimden ziyade, var olan bilgi birikiminize ek sağlamayı hedefliyor. Yazı, tabloya bir tersten oku

Umudu “Yaşamak” / Dilşa Tekin

Resim
    Yaşamak, Çinli yazar Yu Hua’nın Komünist devrim sonrası sosyal hayatı ele aldığı ve bunu yaparken insanların iç dünyasına da inerek sönmeyen umutlarını aktardığı romanıdır. Romanda ana karakterimiz, zengin bir ailede büyümüş ve bunun şımarıklığını üzerinde taşıyan Fugui’dir. Babasının varlığıyla hayatını geçiren, güzel bir kadınla evlenen Fugui, elindekilerini kaybetmek için adeta çaba sarf eden, karısını aldatan ve tüm varlığını kumarda kaybeden “kötü” olarak tanımlanabilecek biridir. Fakat kitap bize, hayatın ondan götürdükleriyle birlikte Fugui’nin nasıl bir değişim gösterdiğini anlatır.   Fugui, her şeyini kaybettikten sonra ailesiyle birlikte bir kulübede yaşamaya başlar. Bir zamanlar sahibi oldukları topraklarda işçi olarak çalışırlar. Bu durum babasının kahırdan ölmesine sebep olur. Yokluk, en başından kendisini hissettirmeye başlamış ve kaybettiği ikinci kişi ailesinin evine dönmek zorunda olan hamile karısı olmuştur. Aylarca annesi ve kızıyla işçilik yaparak hayatta ka

BİRİ OLMAK İÇİN BİRİNİ TANIMAK / Merve Sağışan

Resim
     Birini tanımak ve onlarla, toplumla ilişkilenmek için mi biri oluruz yoksa biri olmak için, toplum ve diğerleriyle ilişkilenmek ihtiyacı duyarız?              Birini tanımak, oldukça uzun iş aslen. Çünkü önce kendini, kendi biriliğini tanımak gerekiyor.Geçmişten biri bize tanıdık hissettirir, kimileri için güven sebebi dahi olabilir. Ama ne sen geçmişindeki birisin, ne de karşımızdaki eskiden tanımış olduğumuz insanlar. Hepimiz değiştik             -değişmeye devam ediyoruz da. Sadece bunun kabulü yok içimizde. Büyümenin sancılı tarafını yaşayanlar ile sancısız büyüyen insanlar arasındaki derin farklar, ayırır geçmişin biri'lerinden bizi.     Bu yüzden erken büyüyen, ve yaş aldığı halde hala büyümeyen insanlarla doludur çevremiz. Ki büyümek bile, başlı başına tartışılacak bir konu çünkü herkes için büyümenin sorumluluğu farklı.  Bu dostluklar, komşular, hatta akrabalar için de geçerlidir. Değişmeyen insanlar, genelde benden geçti diye düşünen artık günleri eskiten

Stefan Zweig'ın “Satranç” Eserinde Yazar ve Karakterin Psikolojik Bağlantıları / Rahşan Karabulut

Resim
    Stefan Zweig'ın Satranç adlı eserini savaşın etkisi altında yazdığı aşikardır. Bu sebepledir ki roman savaşın ve kendi yaşamının izlerini çokça taşımaktadır. Zweig, romanında bir karakter yaratarak kendini dışsallaştırır ve Dr.B adlı kahraman bu şekilde ortaya çıkmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sırasında ortaya çıkan zor koşullarla başa çıkmak isteyen yazar, kitap yazmak dışında bunu tam olarak başaramaz. Satranç'ın kahramanı Dr.B de Stefan Zweig gibi sürgüne gönderilir ve psikolojik gerilimi bu olayla başlar. Yazar da benzer şekilde Avusturya doğumlu bir Yahudi olduğu için sürgün edilmiştir. Hem yazar hem de başkahramanın Yahudi olmak, toplumdan dışlanmak, anlamsızlık duygusu gibi hemen hemen aynı zorlukları yaşaması, yazarın iç dünyasını bu karakter ile ifade ettiğini göstermektedir. Neredeyse aynı koşullarda yaşamalarına rağmen bazı benzerlik ve farklılıklara sahiptirler. Bu inceleme ile yazarın ve kahramanın psikolojisi psikanaliz bakış açısı ile ele alınmaktadır.