20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

PARADOKS İÇİNDE SIKIŞMIŞ TABLO

 



 Kitapdedektifiyiz.com’da yayınlanan “İkitablonun gücü!” başlıklı yazıyı okuyanlar “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosu için yazılmış aşağıdaki alıntıyı hatırlayacaktır:

 “Osman Hamdi’nin İstibdat döneminde II. Abdülhamid ile çalıştığı bir sır değil. Hatta bazı çevreler tarafından Yıldız Sarayı'ndan hiç çıkmadığına dair eleştiriler alıyor. Yetmiyor, bu konuda yakın çevresine yazdığı mektuplarda alttan alta rahatsızlığını dile getiriyor. Ancak aynı Hamdi, Hürriyet devrimi gerçekleştikten hemen sonra özgürlüğe kavuştuğuna dair de yine yakın çevresine mektuplar yazıyor. Bir de üstüne başkarakterin Osman Hamdi olarak tasvir edilmesi eklenince “o tamburun şekli boşuna değil” diyesi geliyor insanın.”     

 Geçen hafta Pera Müzesinde gerçekleştirdiğim gezi bu düşünce üzerine tekrar düşünmeme yol açtı; tabloya alternatif bir yorum olamaz mı?  

 Bu satırlar, değişen düşünce ve birikimden ziyade, var olan bilgi birikiminize ek sağlamayı hedefliyor. Yazı, tabloya bir tersten okuma.

 Osman Hamdi, döneminin aydınlarından; Arkeolog, ressam, müzeci ve kısa bir dönem de olsa Kadıköy’ün ilk belediye başkanı. Mimar Sinan Üniversitesi ve İstanbul Arkeoloji Müzelerinin kurucularından.  Dolayısıyla ciddi bir entelektüel. İyi kötü ortamına göre nasıl hareket edeceğini biliyor. Bu sebeple de çevresindeki herkes özellikle II. Abdülhamid döneminde sürgüne gönderilirken o yerinde kalıyor. Bu yönüyle de ayrıca zeki diyebiliriz. Bu birikim ile resimlerini oluşturuyor. O halde “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosunun iki ana öznesinden biri olan kaplumbağaları neden Osmanlı’nın bürokratik hali olarak metafor yaptı?

Asya, Avrupa ve Afrika Medeniyetlerinde Kaplumbağa

 Terbiyecinin de sırtında taşıdığı tambur ile kaplumbağlaşmaya başladığını işaret ediyor ressam ancak buradaki kaplumbağalaşma hali neyi teslim ediyor? İlk akla gelen “yavaşlık” yahut “hantallık”.  Ancak, bir de “bilgelik” var. Peki o halde ilk soru, “bunu anlatmak için doğru bir tercih mi kaplumbağa?” Halkın anlayabileceği düzeyde basit bir anlatım olarak tembellik ve yavaşlık düşünülürse doğru. Ancak oldukça yetersiz.

 Kaplumbağanın çeşitli kıtalarda hangi kültürlere izdüşüm yaptığını incelemek, tablonun kendi içinde düştüğü tezatlık açısından elzem.     

 Dünyanın farklı kültürlerinde çeşitli sembolik anlamlara sahip olan kaplumbağa, uzun ömürlü olması, kabuğunun sağlamlığı ve yavaş hareket etmesi, onu yaratılış, kozmik düzen, ebediyet, istikrar, bilgelik, sabır ve koruma gibi kavramlarla ilişkilendirdi.

 Avrupa medeniyetlerine geldiğimizde kaplumbağa genellikle yavaşlık, tembellik ve cimrilik gibi olumsuz niteliklerle anılır. Antik Yunan ve Roma mitolojisinde müzik tanrısı Hermes'in lir yapmak için kullandığı bir hayvandır. Bu nedenle kaplumbağa, müzik ve şiirle de bağdaştırılır. Ortaçağ Avrupası'nda, Hristiyanlık'ta günahkârlığı ve cehennemi temsil eder.

 Afrika medeniyetlerinde, çoğunlukla hilekâr ve akıllı bir karakter olarak betimlenir. Bölgenin halk masallarında zekâsı ve kurnazlığı sayesinde daha güçlü hayvanları alt eder. Bazı Afrika kültürlerinde ise bereket ve bolluk getiren bir hayvandır. Örneğin Nijerya'daki Yoruba halkı onu tanrıça Yemoja'nın habercisi olarak görür.   

 Asya medeniyetlerinde genellikle kozmolojik bir varlık olarak görülmüş; Çin mitolojisindeyse, gökyüzünün dört yönünü temsil eden dört hayvandan biri olmuştur. Ayrıca kaplumbağanın kabuğu, gök ile yer arasındaki bağlantıyı simgeleyen Luo Shu kare şeklini oluşturmuştur. Bununla birlikte feng shui sanatında da önemli bir rol oynayan kaplumbağa, Japonya'da uzun ömür ve mutluluk getirdiğine inanılan bir hayvandır. Minogame adı verilen efsanevi bir kaplumbağa türünün, binlerce yıl yaşadığı ve deniz yosunuyla kaplı olduğu söylenir.

 Osman Hamdi’nin oryantalizm temsilcisi olduğu bilgisini metaforumuzun üzerine eklediğimizde Asya medeniyetlerinin yorumuna önem vermemiz gerektiği ortaya çıkar.

 Tanrı’nın bilgiliklerinin çoğuna uzun ve ânı yaşaması sayesinde kavuştuğuna inanılır. Ancak, “Avrupa medeniyetlerine geldiğimizde, genellikle yavaşlık, tembellik ve cimrilik gibi olumsuz niteliklerle anılır.” Osman Hamdi’nin Avrupa’ya eğitime gittiği ve oradaki rönesans eğilimlerinden oldukça etkilendiği bilinen bir gerçek. Dolayısıyla kaplumbağa burada oryantalizmin temsilcisi olarak eklenmemiş bilakis onun karşıtı Rönesans’ı temsil etmiş.

 Tablo bu şekilde yorumlanmazsa eğer, Hamdi’nin kaplumbağaları bilge bir hale bürünür ve o dönem beş yüz yıla yakın yaşamış bir devletin ayakta kalmasının sebebi, itiraz ettiği iddia edilen yavaşlık olur. Halbuki yukarıda belirttiğimiz gibi “yavaş olmak ömrü uzatıyor.”  Yavaş olduğu için mi bilge oluyor yoksa bilge olduğu için mi yavaş oluyor paradoksuna girmeyeceğim ama cevap her ne olursa olsun bu yönüyle tablo kendi içinde tezata düşer.

 Eğer, “Kaplumbağa Terbiyecisi” bunların hiç birisi olmayıp sadece her bakanın bir seferde anladığı bir tablo olsaydı, Osman Hamdi’nin bunca birikimi boşa düşmüş olurdu. Asıl düşünülmesi gereken de bu kısım oluyor çünkü ilk dediğim hal sürekli tekrarlanıyor.

 Pek tabii ki bu noktada “sanat sanat için midir yoksa toplum için midir?” sorusu geliyor ancak cevap basit: “Sanat, sanat içindir. Zaten o yüzden de toplum içindir.” Dolayısıyla sanat kolay anlaşılmayacak ki – ancak imkansız da olmayacak – topluluğu ileri taşısın. Aksi halde sadece gördüğünü çizmekten öteye gidemez. Bu, sanatın istediği bir şey değildir.

 Belki de Osman Hamdi, Osmanlı’yı “Avrupa’ya göre” yavaş düşünüyordu. Kesin olarak kim bilir? Ama olası.

 Son bir paradoks olarak da Osman Nuri İyem ile yaptığımız “Distopik Dünyaya Çözümün Cevabı: "Yeniden Cesur Dünya Sergisi" içeriğimizi izlemelisiniz. Orada İyem’in söylediği “sanatın bir amacı olmak zorunda değil” sözü bütün yazdıklarıma ters düşüyor. Zaten, bir tezatlıkla başlamıştı yazı. Tezatlıkla da bitmiş oldu. Öyle ya hayat paradokslardan ibaret.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme