KÜRK MANTOLU MADONNA: KÜRK MÜ KABUK MU? / Gülsen Akar
- Bağlantıyı al
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Develer tellal
pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken 20. yy'ın
ilk çeyreğinde sosyal psikoloji, ayakları henüz yere basan, kavramsal olarak
yeni yeni olgunlaşan bir disiplin imiş. Sosyal psikoloji, psikolojinin alt
disiplinlerinden biri olarak toplumun içinde faal olan bireyi, özellikleri ve
kendiliği bağlamında araştırır. Salt toplumla ilişkisi bakımından değil daha
geniş bir perspektiften bakarsak her bir öteki ile olan münasebetini ve hatta
öteki olmadan gerçekleştirdiği eylemleri merak eder. Sabahattin Ali’yi ve sosyal psikolojiyi bu bağlamda birlikte ele almamın
sebeplerinden biri yazarın “toplum”cu bir zemin üzerinde eserlerini
oluşturmasıdır. Sabahattin Ali eserlerinde kişisel deneyim ve duygulardan
bahsetse dahi bunu bir şekilde toplumsal bir zemine oturtmayı veya topluma ve
işleyişine dair bir eleştiri ile göz kırpmayı ihmal etmemiştir. Kürk Mantolu
Madonna adlı eseri ise her ne kadar akla ilk olarak aşk temasını getirse de
bundan çok daha fazlasını okuyabilmeyi sağlayan bir alt metin taşır.
Eser II. Dünya
Savaşı’nı önceleyen yıllarda yaşanan hazin bir aşk hikayesini konu almakta,
ayrıca arka planda dönemin zihniyetine ve toplumun
yapısına ayna tutmaktadır. Hem Sabahattin Ali'nin
kalemini etkilemiş karamsar, soğuk ve yalnız Rus edebiyatından izler taşıyan
hem de iki dünya savaşı arasında ilerleyen süreçteki karanlık atmosferi ve
insanlığın üstüne çöken “anlamsızlık” girdabını yansıtan eser, en yakın
ilişkilere sahip olsalar dahi insanların birbirine ne denli yabancılaşabileceklerini
göstermektedir. Bu kurulu düzenin içerisinde
bize biçilen rollerden birini oynayan karakterlerden olan Raif de bu
yabancılaşmayı ruhunun en derinlerine dek hisseden belki en çok da bunun
sancısını çeken anakarakter olarak karşımıza çıkmakta. Ali, karakterini
oluştururken Amerikanvari bireycilik anlayışıyla aslında topluma karşı sessiz
bir isyan dalgası başlatarak bireyi var etmeye çalışmakta. Bu anlayışın ne kadar işlevsel ve kullanışlı olduğu
tartışılır pek tabii... Zira Batı insanın doğasının hedonik olduğunu yani acıdan kaçıp hazlarının peşinde koştuğunu iddia eder.
Bir anlığına çenenizi avcunuzun içine alın ve düşünün: dünya yepyeni bir
savaştan çıkmış ve yaralarını sarmaya çalışırken aslında utançlarla dolu yeni
bir savaşa doğru koşar adım ilerliyorken siz bu alacakaranlığın içerisinde hem
toplumun nezdinde hem kişisel ilişkilerinizde en önemlisi de kendinizle olan
ilişkinizde var olmaya ve bir anlam bulmaya
çalışıyorsunuz. Ne kadar da iç bunaltıcı, insanın kalbini ellerinin arasında
sıkmışçasına acıtan bir imgelem... İşte bu atmosfer içerisinde nefes almaya
çalışan birey elbette acıdan kaçmak ve haz elde etmek isteyecektir. Raif’in ise
bir türlü kaçamadığı acısı yalnızca bir kadına duyduğu aşktan ve kavuşamamaktan
ötürü duyduğu bir acı değil; onunki aslında var oluşuyla ilgili, bu dünyaya
geldiği ilk andan itibaren kurduğu veya kuramadığı tüm ilişkilerle ve kendiliği
ile ilgili bir acı... Ve bu acı hiçbir acıya benzemez dersek abartmış olmayız.
Kitabın ilk kısmında
ismini bütün kitap boyunca öğrenemeyeceğimiz anlatıcı, bir iş arayışında iken karşımıza çıkar. İşsiz kaldığı için
oldukça bunalmış ve kaygılı hisseden anlatıcı, iş bulamaması tamamen kendi
kabahati ve beceriksizliğiymişçesine utana sıkıla yürürken çocukluk arkadaşı
Hamdi ile karşılaşır. Hamdi, bizim anlatıcının aksine iyi bir yerlerde koltuk
sahibi, “müdür” unvanını çoktan eline almış dolayısıyla maddi hiçbir kaygısı
bulunmayan bir karakterdir. Hamdi’nin üzerine konuşulacak çok şey var aslında
fakat önce sosyal psikolojinin bize bu yazıda ışık tutacak en önemli
konularından birinin üzerinde durmakta fayda var: Benlik. Freud’a göre oldukça
kişisel, özel ve ulaşılması zor olan benlik, biriciktir. Fakat sosyal
psikolojinin de bizlere önermesiyle biliyoruz ki benlik kolektif de
olabilmektedir çünkü dünyadaki milyarlarca insanı tanımlayan ortak kavramlar ve
terimler bulunabilmektedir. Benliğini yani kendiliğini algılama yoluyla kendini
araştırabilen insan
ötekilerle
olan ilişkilerinde de benlik kavramı üzerinden yeni bağlantılar
kurabilmektedir. Aynı zamanda sosyal psikoloji kendimizi başkalarıyla
karşılaştırarak aslında kendimiz hakkında bir şeyler öğrenebilme imkanımız
bulunduğunu söyler. Hamdi karakterini tekrar ele alacak olursak, Hamdi’nin
kendi benliğini yüceltmeye ve doyurmaya dair uyguladığı karşılaştırma türünün
aşağı doğru karşılaştırma olduğunu söyleyebiliriz. Hamdi karakteri kendini
“kendinden daha aşağı” mevkide olduğunu düşündüğü insanlarla karşılaştırarak
benlik değerini yüceltmeye çalışırken bu karşılaştırmayı kendisi için özellikle
önemli olan para ve maddi güç kıstasları üzerinden yapmaktadır. Eski sıra
arkadaşı olan anlatıcı ile karşılaştığında sergilediği hem büyüklenmeci hem
merhamet şövalyesi tavrı da buradaki kıyastan ileri gelmektedir. Arkadaşına haline
acıdığını ima eden söylemlerde bulunurken kendi benlik değerini ve otoritesini
yeniden yaratan ve besleyen Hamdi, ona merhamet göstererek onun konumunda
olmadığına dair duyduğu şükran duygusunu da ifade etmektedir. Hamdi aslında
istikrarsız bir yüksek özgüvene sahip bir karakter dersek yanlış olmaz çünkü
önem verdiği kıstaslar konusunda gücü elinde bulundurduğu müddetçe özgüveni
yüksektir. Kendi otoritesini ve gücünü dayattığı insanlar var oldukça,
kendisine karşı gelinmedikçe özgüveni yüksektir aksi takdirde
çirkinleşebildiğini hatta saldırganlaşabildiğini göstermektedir. Anlatıcının
okuyucu ile paylaştığına göre Hamdi, şirkette diğer çalışanlara gösteremediği
sert tutumu, kim ne derse desin sessiz bir eda ile dinleyip sükunetini bozmayan
Raif Bey’e göstererek aslında her bir azarında statüsünü güçlendirmeye
çalışmaktadır. İstikrarsız yüksek özgüveni olan kişiler şiddeti ve
saldırganlığı benliği yüceltici ve koruyucu bir araç olarak kullanabilirler.
Hamdi’de rastladığımız da bunun bir örneğidir diyebilmekteyiz. Hamdi’nin
kendilik değerinin kaynağı budur: başkaları üzerinde kurduğu otorite ve elde
ettiği maddi güç...
Kitabın baş
karakteri Raif Efendi’yi anlayabilmek için biraz daha içe dönmek gerekecektir.
Kitapta her ne kadar Raif Efendinin annesi ile olan bağına ve ilişkisine dair
bir şeyler okuyamasak da babası ile kurduğu ilişkiden ve annesi ile ilgili olan
bir iki satırdan yola çıkarak öncelikle Raif Efendi’nin ilişki bağlarına
ardından kişiliğine dair çıkarımlara varabilmekteyiz. Raif Efendi eldeki
verilerden çıkardığımız kadarıyla babanın otoritesinin hakim olduğu bir evde
yine babanın ve toplumun eril tahakkümünün gölgesinde kalmış, oğlunu toplumsal
olana uygun yetiştirmek konusunda sorumluluk hissetmiş ancak oğlunun pek de
umduğu gibi olmaması sebebiyle duygusal olarak pek uzak kaldıkları bir anne
figürünü tanıtmaktadır. Bağlanma kuramı ve
gelişim psikolojisi alanında yapılan araştırmalar bize şunu söylemektedir:
hayatın ilk yıllarında bakım verenle kurulan ilişkinin kalitesi, yaşamın ileriki
yıllarında kurulan ilişkileri belirleyebilmektedir. Raif Efendi annesi ile
duygusal açıdan uzak olan her anında yanında bulamadığı veya yanında
hissedemediği bu ilişkisinden ötürü kaçıngan-kaygılı bir bağlanma stili
geliştirmiş olup yaşamının ileriki yıllarında da insanlarla ilişkilerinde bu
bağlanma türüne göre istemsizce ilişkilerini şekillendirmiştir. Özellikle
ergenliğinin ve gençliğinin ilk yıllarında kadınlarla romantik ilişki
deneyimlerinde kadınların ona ilgi gösterdiğini anladığı anda kendisini tamamen
geri çekmesi Raif Efendi’nin kaçıngan- kaygılı bir bağlanan olduğunu
göstermektedir. Aynı zamanda içe dönük ve Almanya’da kitapların içinden
fırlayıp gelen hayatının aşkı Maria Puder de insanlara güvenemeyen, uzun
soluklu ve derinliği olan ilişkiler kurmaktan kaçınan bir kaçıngan bağlanmacı
tiptir. Hatta kendisindeki bu güvensizliğin de, insanlara inanabilme
kabiliyetini yitirmiş olmasının da gayet farkında olup her defasında Raif
Efendi’ye söylemektedir. Maria Puder’in her buluşmalarında Raif Efendi’ye
aralarındaki bu ilişkinin arkadaşlıktan öte
olamayacağını söylemesi fakat dilde, düşüncede ve davranışta yakınlaşmak
lazımgelen her bir eylemin ilk cesur adımının kendisinden olması, aslında
ilişkiye ve
kişiye duyulan hazzın yoğunluğu ile yaşadığı kaygının ve korkunun savaşına
dönüşmektedir.
Raif Efendi, dünyaya
okuduğu kitapların açtığı pencerelerden bakan, oldukça hayalperest ve romantik
olan hatta anne ve babasının deyimiyle “kız olarak doğması” gereken” bu da
yetmiyormuşçasına hayatta her daim kitaplardaki gibi hayatlar ve insanlar
arayıp bulamadıkça kendi kabuğuna çekilen bir adam... Öyle ki bu kabuğunu yaş
aldıkça somutlaştırıp gerçek bir kabuğa dönüştüren bir adam diyebiliriz. İşte
bu kabuk, Raif Efendi’ye iç dünyasında yalnızca kendisine ait bir yaşam
sürdürmekte olup etrafındaki insanlara yabancılaşmasına, onlarla duygusal
olarak bir bağ kuramamasına hatta eşi ve kızlarının dahi hayatında bir
gereklilikten öteye gidememesine sebep olmaktadır. İçe dönük kişiliği sebebiyle
yaşamına dair hiçbir unsuru paylaşmayan Raif Efendi zihnini ve kalbini yalnızca
siyah kaplı defterine boşaltmaktadır. Sıklıkla hasta olan Raif Efendi, bu
hastalıkları esnasında üzerine gereğinden fazla sıcak tutacak kıyafet
sarmaktadır. Bu yönüyle zihnimde “somatizasyon”u çağrıştırmaktadır.
Somatizasyon, kişinin yönetemediği yoğun stres ve kaygı durumlarına bedenin
fiziksel olarak semptomlar göstererek tepki vermesidir. Raif Efendi’nin
özellikle duygusal olarak zorlandığını düşündürten zamanlarda hastalanması ve
işe gelmemesi aslında hasta olduğunda gereğinden fazla kalın kıyafetler giymesi
ve iç dünyasında biriktirdiği anıların ve duyguların ne kadar yoğun olduğunu,
bedeninin artık fizyolojik olarak bu birikime karşı bir tepki gösterdiğini
ifade etmektedir. Hastalık dönemlerinde kat kat kalın giysiler giymesi ise
benim zihnimde ruhunu koruduğu kabuğunun bu dönemlerde yetmediğini, bedenini
koruması gereken bir kabuğa da ihtiyaç duyduğunu imgelemektedir. Ruhen ve
fiziken bu denli nahif bir karakter olan Raif Efendi’nin yaşadığı hüzün,
pişmanlık ve yabancılaşma onu zamanla hasta etmiş, içini nihayet bir insana
açtığında ise bedeni son görevini yapmışçasına hayata elveda demiştir.
- Bağlantıyı al
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yazarın bu bilindik eseri ele alış biçimi ilham verici olmakla birlikte yalın üslubu dikkat çekiyor. Bu güzel yazıyı okurla paylaştığı için teşekkür ederiz.
YanıtlaSil