20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

Umudu “Yaşamak” / Dilşa Tekin

 



 Yaşamak, Çinli yazar Yu Hua’nın Komünist devrim sonrası sosyal hayatı ele aldığı ve bunu yaparken insanların iç dünyasına da inerek sönmeyen umutlarını aktardığı romanıdır. Romanda ana karakterimiz, zengin bir ailede büyümüş ve bunun şımarıklığını üzerinde taşıyan Fugui’dir. Babasının varlığıyla hayatını geçiren, güzel bir kadınla evlenen Fugui, elindekilerini kaybetmek için adeta çaba sarf eden, karısını aldatan ve tüm varlığını kumarda kaybeden “kötü” olarak tanımlanabilecek biridir. Fakat kitap bize, hayatın ondan götürdükleriyle birlikte Fugui’nin nasıl bir değişim gösterdiğini anlatır.

 Fugui, her şeyini kaybettikten sonra ailesiyle birlikte bir kulübede yaşamaya başlar. Bir zamanlar sahibi oldukları topraklarda işçi olarak çalışırlar. Bu durum babasının kahırdan ölmesine sebep olur. Yokluk, en başından kendisini hissettirmeye başlamış ve kaybettiği ikinci kişi ailesinin evine dönmek zorunda olan hamile karısı olmuştur. Aylarca annesi ve kızıyla işçilik yaparak hayatta kalan Fugui’nin sadık ve güzel eşi bir gün oğluyla birlikte geri döner. Yaşamlarını bir arada idame etmeye çalışırken bu sefer de annesi kötü bir hastalığa yakalanır. Aynı zamanda Çin iç savaşı iyiden iyiye kendini göstermiş durumdadır. Sokaklar, Ulusal Birlik askerleriyle doludur. Fugui de annesi için doktor ararken bu askerler tarafından zorla askere alınır. İki yıl boyunca Komünist birliklerle savaşmak zorunda kalan karakterimiz ne ailesine haber verebilmiş ne de onlardan haber alabilmiştir. Savaşmak, Fugui için yalnızca aç kalmamak için ekmek ve pirinç kovaladığı bir sürece dönüşmüş, ne için kim için savaştığının farkında bile olmadan yıllarını geçirmiştir. Yalnızca komutanların bir gün kurtulacağız söylemlerine sığınmıştır. Fugui’nin yaşamak için umuda sarılıyor olması artık ömrü boyunca onu bırakmayacaktır.

 Savaştan Kurtuluş Ordusu’nun ülkeyi ele geçirmesiyle birlikte kurtulan Fugui, evine döndüğünde annesinin öldüğünü ve kızının da ateşli hastalıktan dolayı sağır ve dilsiz kaldığını öğrenir. Onu karşılayan sıkıntılar bunlarla da kalmaz. Ülke artık komünistlerin elindedir ve toprak reformu başlamıştır. Bu reform, zenginin tüm malını komüne vermek zorunda olduğu ve getirdiği zorlu şartlarla, Fugui’yi parasını kaybetmesine şükredecek hale getiren bir reformdur. Kitapta insanların reformla birlikte birer makineye dönüşmesi şöyle aktarılıyor; “Yoldaş Başkan, her sabah köyün girişindeki karaağacın altında durur bir düdük çalardı. Ellerinde aletler, bütün kadın ve erkekler askerdeymiş gibi köy girişinde sıralanırdı. Yoldaş Başkan günlük iş bölümünü yapar biz de dağılıp işlere koyulurduk.” Ayrıca bu devrim kişilerin kimliklerini kaybettikleri bir süreç olmuştur, muhtar, Yoldaş Başkan olup yüksek yetkilere sahip hale gelirken zenginler birer tarla işçisine dönüşmüştür.

 Devletin her ihtiyacı için halka döndüğü ve halkın da her ihtiyacı için yine kendine dönmek zorunda oldukları bir yönetim anlayışı oluşmuştur. Fuguin; “O yağ, bizim ağzımızdan alınmıştı; şimdi ise onların elinde ateş ve dumana karışacaktı” sözleriyle rejimin halktan nasıl yararlandığını, yine halkın malıyla nasıl halka zarar verdiklerini anlatır. Gücü elinde tutan küçük bir kesim ihtiyaçlarını gidermede halktan o kadar büyük ölçüde yararlanıyordu ki bu iş en son bir komutanın kızı için Fugui’nin oğlunun tüm kanının alınmasına ve ölmesine kadar varmıştır. Huzur getireceği söylenen düzenlemeler karakterimizin hayatından her şeyi almıştır. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de durum değişmemiş Fugui, bir bir eşini, kızını, damadını ve torununu kaybetmiştir.

 Yazar, halkın tüm bunlara katlanmasını, yeni bir devrimin gerçekleşmemesini umut duygusuna bağlamış olsa da kitabı okuduğumuzda gördüğümüz farklı bir nokta daha vardır. O da bu tükenmez umudun komünist rejimin propaganda araçları ile pompalanmasıdır. En küçük köye bile Mao’nun vaatleri ve sloganları ulaştırılır. Bu da halkın başlarına ne gelirse gelsin işlerin düzeleceğine ve sistemin doğruluğuna dair bir şüpheye düşmeden inançlarını koruyor olmalarını sağlar.

 Kitap Fugui’nin hayatı üzerinden Çin’in önce iç savaş ardından Kültür Devrimi ile yaşadığı zorlukları aktarmaktadır. Kültür Devrimi başlarda savaştan ve açlıktan yeni çıkmış halk için büyük bir umuttu. Topraklar devletin elindeydi ve herkes eşit ölçüde yiyecekti. Fakat istenilen biçimde ilerlemeyen bu devrim, insanları çok daha büyük bir yokluğun içine sürükledi. Devrim, Çin’in tarih sayfalarında bir başarı olarak aktarılırken yazar gerçekleri bir roman ile sunmuş ve bunun sonucunda ülkesinde kitabına yasak dahi getirilmişti. Bir mirasyedinin zorlu hayatından çok daha fazla şeyi anlatan bu kitapta, Çin’in geçirdiği değişimi okuyor ve bunun sadece kıtlık olarak adlandırılamayacak kadar büyük bir olay olduğunu görüyoruz.

 İnsan savaş, bunalım ve kıtlık gibi olaylarla yalnızca maddi varlığını değil benliğine dair de ne varsa kaybetmiş oluyor. Devrim boyunca kızını, damadını, karısını ve torununu kaybeden Fugui, ölüme kayıtsız bir hale gelirken yaşamaya devam ediyor. “Tüm bunları kaybettikten sonra sağ kalmanın anlamı nedir?” Biz kendimize bu soruyu sorarken yazar, karakteri üzerinden bize aslında yaşamanın tam olarak bu olduğunu, şartlar ne kadar zor olursa olsun umuda sığınmanın insanı hayata bağladığı düşüncesini bizlere aktarıyor.

                                                                                                         

 

Yorumlar

  1. “Tüm bunları kaybettikten sonra sağ kalmanın anlamı nedir?” umut ve gerçeklik arasındaki sert çizgiyi hem yazının bütünü hem de bu cümle çok etkileyici açıklamış. Elinize sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme