Umudu “Yaşamak” / Dilşa Tekin
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yaşamak, Çinli yazar
Yu Hua’nın Komünist devrim sonrası sosyal hayatı ele aldığı ve bunu yaparken
insanların iç dünyasına da inerek sönmeyen umutlarını aktardığı romanıdır.
Romanda ana karakterimiz, zengin bir ailede büyümüş ve bunun şımarıklığını
üzerinde taşıyan Fugui’dir. Babasının varlığıyla hayatını geçiren, güzel bir
kadınla evlenen Fugui, elindekilerini kaybetmek için adeta çaba sarf eden,
karısını aldatan ve tüm varlığını kumarda kaybeden “kötü” olarak
tanımlanabilecek biridir. Fakat kitap bize, hayatın ondan götürdükleriyle
birlikte Fugui’nin nasıl bir değişim gösterdiğini anlatır.
Fugui, her şeyini
kaybettikten sonra ailesiyle birlikte bir kulübede yaşamaya başlar. Bir
zamanlar sahibi oldukları topraklarda işçi olarak çalışırlar. Bu durum babasının
kahırdan ölmesine sebep olur. Yokluk, en başından kendisini hissettirmeye
başlamış ve kaybettiği ikinci kişi ailesinin evine dönmek zorunda olan hamile
karısı olmuştur. Aylarca annesi ve kızıyla işçilik yaparak hayatta kalan
Fugui’nin sadık ve güzel eşi bir gün oğluyla birlikte geri döner. Yaşamlarını
bir arada idame etmeye çalışırken bu sefer de annesi kötü bir hastalığa
yakalanır. Aynı zamanda Çin iç savaşı iyiden iyiye kendini göstermiş durumdadır. Sokaklar,
Ulusal Birlik askerleriyle doludur. Fugui de annesi için doktor ararken bu
askerler tarafından zorla askere alınır. İki yıl boyunca Komünist birliklerle
savaşmak zorunda kalan karakterimiz ne ailesine haber verebilmiş ne de onlardan
haber alabilmiştir. Savaşmak, Fugui için yalnızca aç kalmamak için ekmek ve
pirinç kovaladığı bir sürece dönüşmüş, ne için kim için savaştığının farkında
bile olmadan yıllarını geçirmiştir. Yalnızca komutanların bir gün kurtulacağız
söylemlerine sığınmıştır. Fugui’nin yaşamak için umuda sarılıyor olması artık
ömrü boyunca onu bırakmayacaktır.
Savaştan Kurtuluş
Ordusu’nun ülkeyi ele geçirmesiyle birlikte kurtulan Fugui, evine döndüğünde
annesinin öldüğünü ve kızının da ateşli hastalıktan dolayı sağır ve dilsiz
kaldığını öğrenir. Onu karşılayan sıkıntılar bunlarla da kalmaz. Ülke artık
komünistlerin elindedir ve toprak reformu başlamıştır. Bu reform, zenginin tüm
malını komüne vermek zorunda olduğu ve getirdiği zorlu şartlarla, Fugui’yi
parasını kaybetmesine şükredecek hale getiren bir reformdur. Kitapta insanların
reformla birlikte birer makineye dönüşmesi şöyle aktarılıyor; “Yoldaş Başkan,
her sabah köyün girişindeki karaağacın altında durur bir düdük çalardı.
Ellerinde aletler, bütün kadın ve erkekler askerdeymiş gibi köy girişinde
sıralanırdı. Yoldaş Başkan günlük iş bölümünü yapar biz de dağılıp işlere
koyulurduk.” Ayrıca bu devrim kişilerin kimliklerini kaybettikleri bir süreç
olmuştur, muhtar, Yoldaş Başkan olup yüksek yetkilere sahip hale gelirken
zenginler birer tarla işçisine dönüşmüştür.
Devletin her
ihtiyacı için halka döndüğü ve halkın da her ihtiyacı için yine kendine dönmek
zorunda oldukları bir yönetim anlayışı oluşmuştur. Fuguin; “O yağ, bizim
ağzımızdan alınmıştı; şimdi ise onların elinde ateş ve dumana karışacaktı”
sözleriyle rejimin halktan nasıl yararlandığını, yine halkın malıyla nasıl
halka zarar verdiklerini anlatır. Gücü elinde tutan küçük bir kesim
ihtiyaçlarını gidermede halktan o kadar büyük ölçüde yararlanıyordu ki bu iş en
son bir komutanın kızı için Fugui’nin oğlunun tüm kanının alınmasına ve ölmesine
kadar varmıştır. Huzur getireceği söylenen düzenlemeler karakterimizin
hayatından her şeyi almıştır. Kitabın ilerleyen bölümlerinde de durum
değişmemiş Fugui, bir bir eşini, kızını, damadını ve torununu kaybetmiştir.
Yazar, halkın tüm
bunlara katlanmasını, yeni bir devrimin gerçekleşmemesini umut duygusuna
bağlamış olsa da kitabı okuduğumuzda gördüğümüz farklı bir nokta daha vardır. O
da bu tükenmez umudun komünist rejimin propaganda araçları ile pompalanmasıdır.
En küçük köye bile Mao’nun vaatleri ve sloganları ulaştırılır. Bu da halkın
başlarına ne gelirse gelsin işlerin düzeleceğine ve sistemin doğruluğuna dair
bir şüpheye düşmeden inançlarını koruyor olmalarını sağlar.
Kitap Fugui’nin
hayatı üzerinden Çin’in önce iç savaş ardından Kültür Devrimi ile yaşadığı
zorlukları aktarmaktadır. Kültür Devrimi başlarda savaştan ve açlıktan yeni
çıkmış halk için büyük bir umuttu. Topraklar devletin elindeydi ve herkes eşit
ölçüde yiyecekti. Fakat istenilen biçimde ilerlemeyen bu devrim, insanları çok
daha büyük bir yokluğun içine sürükledi. Devrim, Çin’in tarih sayfalarında bir
başarı olarak aktarılırken yazar gerçekleri bir roman ile sunmuş ve bunun
sonucunda ülkesinde kitabına yasak dahi getirilmişti. Bir mirasyedinin zorlu
hayatından çok daha fazla şeyi anlatan bu kitapta, Çin’in geçirdiği değişimi
okuyor ve bunun sadece kıtlık olarak adlandırılamayacak kadar büyük bir olay
olduğunu görüyoruz.
İnsan savaş, bunalım
ve kıtlık gibi olaylarla yalnızca maddi varlığını değil benliğine dair de ne
varsa kaybetmiş oluyor. Devrim boyunca kızını, damadını, karısını ve torununu
kaybeden Fugui, ölüme kayıtsız bir hale gelirken yaşamaya devam ediyor. “Tüm
bunları kaybettikten sonra sağ kalmanın anlamı nedir?” Biz kendimize bu soruyu
sorarken yazar, karakteri üzerinden bize aslında yaşamanın tam olarak bu
olduğunu, şartlar ne kadar zor olursa olsun umuda sığınmanın insanı hayata
bağladığı düşüncesini bizlere aktarıyor.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
“Tüm bunları kaybettikten sonra sağ kalmanın anlamı nedir?” umut ve gerçeklik arasındaki sert çizgiyi hem yazının bütünü hem de bu cümle çok etkileyici açıklamış. Elinize sağlık.
YanıtlaSil