İNSANIN BİLGİYLE TRAJEDİSİ
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Birçok kez bahsettiğimiz gibi “insanın trajedisi” aleti bulmasıyla başladı. Söz konusu bu aletin icadı insanın aklını fark ettiğini ve ona hükmettiğini gösteriyordu. Ancak elbette ki buraya kadar herhangi bir yanlışlık yoktu; yaşadığı doğa oldukça sert ve çetindi. Sonuçta insan o aleti eline almasaydı güçsüzlüğünde ezilecek ve yok olacaktı. Dolayısıyla insan da sert olmak zorunda kaldı. Bu sertlik hali, kültürel aktarımla birlikte kendi türünde de geçerli olmaya başladı. Bu noktada Thomas Hobbes’a göre yaşanan paradoks şöyle başladı:
“(…) Hobbes için insanlar arasındaki doğal eşitlik sürekli bir
çatışmanın imkan zeminidir. Eşitliğin yol açtığı genel güvensizlik savaşı
üretir. Savaşın üç temel nedeni bu doğal eşitlik üzerinde, bu doğal zemin
üzerinde iş görür. Öyleyse bunlar doğa durumundaki savaşın doğal nedenleridir:
"Böylece insan doğasında [in the nature of man], üç temel kavga nedeni
buluruz: birincisi, rekabet; ikincisi, güvensizlik; üçüncüsü, şan."
Unutulmamalıdır ki insan kendi varlığını korumak için doğal amacının peşinden
gider. Doğa durumunda insan kendi varlığını korumaya çalışmakta, bununla
birlikte bu çaba ancak bir yıkım üretebilmektedir. Yaşamda kalma arzusu
başattır ancak ona dair güvence temin edilememektedir. Aksine insanların doğal
eşitliği güvencesizliğe zemin oluşturur. Doğa durumunda bu arzuların karşılıklı
yıkımı ve yıkım riski hüküm sürer. Elbette burada tek başına insan değil ama
insanlar söz konusudur.”[1]
Bu tekinsiz ortamda yine bilgi ve hüküm
insanlığın imdadına yetişti. İnsan öğrendikleriyle devleti kurdu.[2] [3] Bu
sınırın zaten çoktan doğduğunu ispatlar nitelikteydi. Sınırlar sınıfların
olmasına ve sınıflarsa doğadan zihnen kopmayan ama fiziksel olarak kopan insan
için aynı doğadaki gibi kaos anlamına geliyordu. Bu kez de süreç Hobbes’e göre
yeni bir meyve doğurdu:
“İnsanlar arasındaki yıkıcı davranışlar ancak devlet protezinin inşa
edilişiyle adaletsizlik ve suç halini alır. Bilindiği gibi Hobbes doğa
durumundaki o bitimsiz savaş halini tasvir ederken burada insan doğasında
herhangi bir suçluluk olmadığını vurgular: "İnsanın arzuları ve diğer
tutkuları kendi başlarına günah değildir. İnsanlar onları yasaklayan bir yasayı
tanıyıncaya kadar, bu tutkulardan ileri gelen eylemler de günah değildir.
Adaletsizlik, suç, günah tüm bu kavramlar yasa protezini getiren devlet
proteziyle birlikte gelen protezlerdir.”[4]
Başka bir ifadeyle
artık sınırlar, sınıflar ve bu ikisini kontrol eden bir imge doğmuştu: Devlet. [5] Bu imge
elle tutulmuyor, gözle görülmüyor ancak kutsallık ithaf ediliyordu. Bunu
sağlayan kültürel aktarımdı. “O olmazsa biz olamayız” algısıyla devam ediyordu.
Öte yandan tamamen insanın ürettiği ve sadece onun tarafından ortadan
kaldırılabilecek bir oluşum olduğu için canlı bir organizmaydı. Bu canlılık
hali insanın bütün yozluğu ve vahşilik durumuyla beraber
bürokratikleşiyordu. Böylelikle
sınırlarında yaşayan insanlar için oluşturulan başka bir kavram olan kamu
çıkarı gidiyor, yerine devletin başındaki her kimse onun çıkarları gelmeye başlıyordu.
Bu kimsenin orada sürekli olarak kalması için maddi bir dayanağa ihtiyacı
vardı. Bu dayanağın çekirdek kısmınıysa maddi güç oluşturduğu için sermaye ne
derse onun çıkarına göre hareket eden ve onun çıkarlarını koruyan bir baskı
aygıtı oluşmuştu. Her sınıf, kendi
bulunduğu konumu sert bir şekilde savunmaya başladı. Bu durum, bir kez daha
insanın akıl olarak doğadan kopmadığını gösteriyordu. Barbarlık her tarafından
saçılıyordu insanın.
Modern dünyayla
beraber (!) işler daha da kızışmaya başladı ve hükmedilen alet, bu kez insana
hükmetmeye başladı. Koşullar olağan olduğunda boş zaman, fiziksel rahatlık gibi
işine yaraması gereken teknoloji insanı boğmaya başladı. Üstelik yine aynı
teknoloji fişlenme, aptallaştırma ve kitle kontrolü gibi son derece hileli
işlerde kullanılmaya başlandı.
İnsanın aklıyla
birlikte ortaya çıkan zaman kavramı, modern dünya ile birlikte insan emeğinin
sömürülmesine fazlaca katkı sağladı. Bu katkı, yaşı fiziksel olarak zorlanan
kişilerin sistemden atılmasına neden oldu.
Bu duruma en somut ve yakıcı örnek:
“Fransa'da
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un emeklilik yaşını 62'den 64'e çıkarmak
istemesi. Milyonlarca kişi, haftalardır grev ve gösteri yaparak, bu değişikliğe
karşı çıkıyor. Protestocular, emeklilik reformunun kendilerini daha uzun
çalışmaya zorlayacağını ve emeklilik maaşlarını düşüreceğini savunuyor. Ayrıca,
mevcut sistemin maddi olarak sürdürülebilir olduğunu ve hükümetin sosyal
hakları kısıtlamak istediğini iddia ediyor.
Hükümet ise, emeklilik reformunun kaçınılmaz olduğunu ve Fransa'nın yaşlanan
nüfusu ve artan borcu karşısında sosyal güvenlik sistemini korumak için gerekli
olduğunu öne sürüyor. Macron, bu reformun lüks değil, mecburiyet olduğunu
söylüyordu. Hükümet ayrıca, emeklilik reformunun daha adil ve basit bir sisteme
geçiş sağlayacağını ve bazı meslek gruplarına tanınan ayrıcalıkları ortadan
kaldıracağını belirtiyor.
Fransa'da emeklilik reformu, Senato'da da onaylandıktan sonra yasalaşmak üzere.
Ancak protestoların son bulması beklenmiyor. Sendikalar ve muhalefet partileri,
hükümetin parlamentoyu baypas ettiğini ve halkın iradesini yok saydığını ileri
sürüyor. Bazı protestocular da şiddete başvurarak, polisle çatışıyor, çöp
kutularını yakıyor, devlet binalarına saldırıyor. Polis de göz yaşartıcı gaz ve
tazyikli su kullanarak müdahale ediyor. Fransa İçişleri Bakanı Darmanin, bugün
yapılacak protestolarda çok ciddi şiddet riski olduğu uyarısında bulundu.
Fransa'da emeklilik reformu, hem siyasi hem de toplumsal bir krize yol açtı.
Ülke genelinde ulaşım, eğitim, sağlık ve petrol sektörleri felç oldu. Halkın
günlük hayatı olumsuz etkilendi. Turizm gelirleri azaldı. Fransa'nın
uluslararası imajı zedelendi. Macron'un popülaritesi düştü. Fransa'da emeklilik
reformu, sadece bir yasa tasarısı değil, aynı zamanda bir toplum meselesi
haline geldi.”
İtalik harflerle yazılan bu metnin
tamamı Bing tarafından sanal akıl aracılığıyla yazıldı. Şimdi tam bu noktada
sormak lazım: Anlatılan olayın kendisi mi yakıcı, yoksa sanal akılın
kullanılması mı? Bu satırları yazana
göre sadece ilk durum.
İşte burada Julien David'in "Seniors
3000" isimli kısa animasyonu, yarı makineye dönüşen yaşlı bir sekreterin
hikayesi üzerinden vahşi kapitalizmi 16 dakikada analiz ediyor. Üstelik alt
yazılı olmasına rağmen konu o kadar evrensel ki hiçbir şekilde alt yazıya gerek
kalmıyor.
Çözümü oldukça radikal bir şekilde bitiren
David, insan yerine konulmayan “emeklileri” yahut “yaşı ileri olanları (o ne
demekse)” gündeme taşıyor.
Son sözü Uçan Salyangoz’un Masalların
Mitolojisi podcastindeki finalinden yapalım:
(…) Yani insanlığın 4,5 milyon yılda geldiği nokta; paran yoksa
ısınamıyorsun, paran yoksa yemek yiyemiyorsun, paran yoksa su içemiyorsun ve
paran yoksa giyinemiyorsun. Hatta konaklayamıyorsun. En vahimi deprem oluyor,
bina çöküyor, binaya izin vermesi vermemesi ayrı konu deprem sonrası krizleri
yönetemiyor. Bir de üstüne depremden haftalar haftalar geçiyor ve halen
cenazelerle sağ olanları bulup çıkaramıyor. Kaç kişi öldü belli olmuyor. Ama
anormal derecede normal. Çünkü daha sağlıklıyken bile ikametgâhlarının ne
olduğu belli değil; İnsanların nerede oturduğu bile bilinmiyor. Ama öte yandan sen batıdasın onlar doğuda.
Batıda birileri zengin olsun diye kazandığın asgari ücret bile sana üç gün
yetmiyor. Neden? Çünkü vergini veriyorsun. Şimdi tablo böyleyken bilgiyi
keşfeden homo erectus (biz insan diyelim) bu bilgiyle ne yapacak?
Filmi buradan izleyebilirsiniz
[1] Çağımız ve Thomas Hobbes, Editör: M.
Ertan Kardeş, Vakıf Bank Yayınları, 2021,
syf. 188
[2]
http://www.kitapdedektifiyiz.com/2022/12/obruk-bir-cokusun-hikayesi-kurak-gunler.html
[3]
http://www.kitapdedektifiyiz.com/2022/12/sevdigin-isi-yap-kulturu-ve-zararlar.html
[4] A.g.e. syf 191
[5]
http://www.kitapdedektifiyiz.com/2023/02/toplumun-depremi-depremin-toplumu.html
Yorumlar
Yorum Gönder