20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

Aşk Birini Gerçekten Ölüm Uykusundan Uyandırabilir Mi? / Damla Kireç

 



 Hesiodos’un Theogonia’sına göre Eros, evrene Khaos, Gaia ve Tartarus’tan sonra gelmiş cinsel tutku olarak sadece basit bir soyutlamadır. Bazılarına göre evrensel yumurtadan doğan ilk tanrıdır, anne ve babası yoktur. Bir grup yazara göre ise annesi Aphrodite, babası ise Zeus ya da Hermes’tir. Ancak en genel kanı Eros’un Aphrodite ve Ares’in oğlu olmasıdır.

 Bir dönem “Kanatlı Bela” olarak resmedilen Eros, kimi zaman haylaz, kimi zaman çapkın olarak tasvir edilmiştir. En bilindik özelliği oku ile ölümlü ve ölümsüzleri aşık etmesidir. Okları o kadar güçlüdür ki, kalbine nişan aldığı her ölümlü ve ölümsüz mutlaka aşkı tatmıştır. Öyle ki; tanrı Apollon’u Daphne’ye aşık eden de yine Eros’un oklarıdır.

 Peki kimi zaman haylaz, kimi zaman tanrılara bile aşkı yaşatmış olan hafif tombul, altın kanatlara sahip bu yakışıklı hiç aşık olmamış mıydı? Tabii ki de olmuştu!

 Psykhe, Milet kralının üç kızı arasında en  güzeliydi. Görenler Aphrodite’i görmüş gibi ona taparlardı. Psykhe’nin güzelliğinin kendi güzelliğiyle mukayese edildiğini duyan Aphrodite onu kıskandı ve ondan öç almak istedi; çünkü kimse aşk ve güzellik tanrıçası olan Aphrodite’den daha güzel olamazdı. 

 Kıskançlık duygusuna yenik düşen Aphrodite, oğlu Eros’u yanına çağırdı, ondan Psykhe’nin kalbini yaralamasını ve onu dünyadaki en çirkin erkeğe metres yapmasını istedi.

 Bir kadının hemcinsini çekememesi, ona bahşedilen güzelliklerin sadece ona ait olmasını istemesi, aynı özelliklere sahip başka bir kadından haz etmemesi yüz yıllardan beri gelen kaotik bir durummuş aslında. Bu ölümlü bir insan da olsa, aşkı ve güzelliği insanlara vermesi gereken bir tanrıça da olsa kadına en büyük zararı yine kadın veriyormuş tıpkı günümüzde olduğu gibi.

 Annesinin buyruğuyla Olympos Dağı’ndan yere inen Eros, kendine son derece özgüveni olan ve güzelliğini kimseyle paylaşmayan Psykhe’yi çirkin bir adama aşık etmek için okunu tam kalbine nişan aldı. Tam da bu sırada Psykhe’nin hayranlık uyandıran güzelliğine aşık oldu.

Ne acıdır ki, erkeklerin yüz yıllar boyunca sorgusuz sualsiz annelerinin isteklerini yerine getirmiş olduğunu görüyoruz. Peki Aphrodite, oğlunun güzeller güzeli Psykhe’ye aşık olma ihtimalini hiç düşünmemiş miydi?

 Düşünmemiş olacak ki Eros, aşkı Psykhe’yi herkesten saklayarak ıssız bir ormanda bulunan sihirli bir saraya götürdü. Burada aşklarını doyasıya yaşadılar. Sihirli sarayda Psykhe için her şey vardı. Ancak Eros saraya sadece geceleri geliyor ve yüzünü sevdiği kadına asla göstermiyordu. Bir gece Psykhe Eros’tan yüzünü göstermesini istedi. Ancak Eros, “Aşkımızın sırrını kalbinde sakladığın müddetçe mesut olacaksın. Beni görmeyi aklından geçirme. Benim kim olduğumu, kimin oğlu olduğumu öğrenme. Bilmeden, tanımadan körü körüne sev beni. Senden gizlenenleri öğrenmeye çalışarak kendini ızdırap ateşinde yakma, mutluluğu elinden kaçırma, bazı şeyler vardır ki onları bilmek bilmemekten fenadır,” dedi. Onu seven Psykhe ise Eros’un sözünü dinledi.

 Her daim kadın mıdır erkeğinin sözüne itaat etmesi gereken? Psykhe yerinde Eros olmuş olsaydı boyun eğecek miydi onun sözlerine? En önemlisi sevebilecek miydi kadınını körü körüne?

 Ailesini özleyen Psykhe bir gün kız kardeşlerini saraya davet etti. Sihirli sarayı gören kardeşleri Psykhe’nin refahını, huzurunu kıskandılar. Onu kocasının çok çirkin bir adam olduğuna inandırdılar. Eğer bu doğru değilse kocası Psykhe’ye yüzünü neden göstermiyordu? Neden sadece geceleri geliyordu? Neden onu bu kadar ıssız bir ormana saklamıştı? Ve kardeşleri Psykhe’nin aklını karıştırmayı başarmışlardı.

 En azılı düşmanlarımızın yüz yıllardır aslında canımız dediklerimiz olduğunu söyleyebiliriz değil mi? Zaman akıp geçiyor, teknoloji değişiyor, gelişiyor, dünya üzerindeki türler değişime uğruyor, ancak insanlık sanki hep yerinde sayıyor. İnsan ve insana dair ne varsa ilerlemekten çok uzak gibi. En yakınımızın mutluluğundan huzursuz olup, o da yetmiyormuş gibi onun mutluluğunu çalmak isteyerek yaşıyoruz. Peki bu gerçekten bizi mutlu ediyor mu? Başkasının mutluluğunu, sahip olduklarını kıskanmamayı, aksine sevinçlerini paylaşmayı ve kendimizde var olanla mutlu olabilmeyi öğrenebilecek miyiz? Yoksa bu hikâye gibi nice hikâyeler de bundan yüz yıllar sonra anlatılmak üzere aynı şekilde mi yazılacak? İnsanlık her daim egosuna yenik mi düşecek? Ve bu hâliyle övünmeye devam mı edecek?

 İçi içini yiyen ve merak duygusu daha da artan Psykhe, bir gece Eros ile yatarken uyumadı ve Eros’un uyumasını bekledi. Eros’un uyuduğundan emin olduktan sonra elinde bir mumla kocasının yüzüne doğru eğildi. Kocaman kanatları ve elinde okuyla dünyalar yakışıklısı Eros’u gören Psykhe kocasına tekrardan aşık oldu. Gördüğü manzara onu o kadar çok büyülemişti ki elindeki mumu unuttu ve mumdan bir damla Eros’un üstüne damladı. Büyük bir acıyla uyanan Eros kendine gelip olup biteni anladıktan sonra sözünü dinlemeyen Psykhe’ye kızdı ve pencereden uçarak onu terk etti.

 Bir kadın için gerçekten sevmek neydi? Erkeğinin dünyalar yakışıklısı olması yetiyor muydu aşkının artması için? Erkeğinin sadece kendisine olan saf sevgisi yeterli değil miydi acaba? Sevdiği adama güvenmek bu kadar zor muydu? Elindekinin kıymetini anlaması için onu kaybetmesi mi gerekiyordu kadının?

 Eros’un gidişiyle Psykhe için yapılan sihirli sarayın sihri de bozuldu. Göz yaşları içerisinde yapayalnız kalan Psykhe kendisini bir nehre attı ancak dalgalar onu bir kıyıya vurdu. Kıyıda gözlerini açan Psykhe, dünyanın her yerinde aşkını aradı, tanrılara yalvardı ancak tanrılar da ona cevap vermediler. Günden güne umudunu yitiren Psykhe, son çare olarak Aphrodite’in yanına giderek ona yalvardı. Onu gören Aphrodite Psykhe’ye saldırdı, acı ve hüznü ona arkadaş olarak hediye etti. Tüm bunlar yetmezmiş gibi ona en ağır işleri vererek onu kendisine köle yaptı.

 Peki aşkın içinde her zaman acı olmalı mı? Acı olmadan gerçekten sevdiğini anlayamıyor mu insan? Aşkına ulaşabilmek için her türlü zorluğa boyun mu eğmeli?

 Aphrodite, Psykhe’den son olarak Hades’in eşi Persephone’den makyaj kutusunu almasını istedi. Ancak bir kural vardı: O kutuyu asla açmamalıydı. Merakına bir kez daha yenik düşen Psykhe kutuyu açtı ve bayıldı çünkü kutunun içinde sadece ölüm uykusu vardı.

 Karşımızdakine koşulsuz şartsız güvenmeyi seçmek kolay mı? Ya da yalansız dolansız her şeyi açık konuşarak neden yaşayamıyoruz? Gerçekten de Eros’un Pskyhe’ye dediği gibi; bazı şeyleri bilmek bilmemekten fena mıdır?

 Sonunda iyileşen Eros, annesi Aphrodite’in Psykhe’ye yaptıklarına dayanamadı ve kendisini bu kadar çok seven kadını kurtarmak için Olympos Dağı’na çıkarak Zeus’un ayaklarına kapandı. Psykhe’yi kendisine eş yapmasını diledi. Zeus, Eros’un dileğini kabul etti ve Psykhe’yi Olympos’a getirtti. Aphrodite’in de olduğu bir kutlama ile Eros ve Psykhe tekrar evlendi ve sonsuza kadar birbirlerine bağlı kaldılar.

 Eros’un Psykhe’ye olan aşkından emin olması için sevdiği kadının annesi tarafından eziyetlere mi uğraması gerekiyordu? Hatalarından ders almayan Psykhe’nin her seferinde sabırsızlığı yüzünden kayıplar yaşaması normal mi?

 Peki Aphrodite’in oğlunun aşkına saygı duyup kabullenebilmesi için Psykhe’nin ölüm uykusuna mı yatması gerekiyordu?

 Tüm bu sorular anlık yaşantımızda da hâlâ kafamızın içini kemiriyor değil mi? Yoksa her birimiz Eros ve Psykhe miyiz? Bir o kadar da Aphrodite’inkilere benzer hırslarımız yok mu?

 Belki de Eros Pskyhe’yle sonsuza dek Olympos Dağı’nda kaldığı için artık oklarını biz insanlara atmıyor ve bu yüzden gerçek aşkı yaşayamıyoruz, ne dersiniz? Ya da, “Ben aşkımı buldum. İnsanlar zaten benim oklarımı hak etmiyorlardı,” demiş olabilir mi? Yaşarken kendimizin bile anlam veremediğimiz eylemlerimize bahane üretmek gibi oldu aslında.

 Umarım bir gün hepimiz kendi ruhumuza iyi geleni bulur ve olabildiğince insani olarak var olmayı başarabiliriz. Arkadaşlarımızı, akrabalarımızı gerçekten sever, hayatımızdaki insana gerçekten aşık olabiliriz. Ve bunun için Eros’un oklarına ihtiyacımızın olmadığını anlayabiliriz. Ölüm uykumuzdan uyanabilmemiz dileğiyle.

---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız? 


https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz                                                                                                                      

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme