CAN SIKINTISI ÜZERINE FELSEFI VE MODERN YAKLAŞIMLAR

 Can sıkıntısı, insanlık tarihi boyunca bireysel ve toplumsal bir mesele olarak tartışılmıştır. Bu duygu, yalnızca basit bir ruh hali değil, insanın varoluşsal sorularını ve anlam arayışını yansıtan derin bir olgudur. Tarihten modern zamana kadar uzanan bu kavram, felsefi analizlerle zenginleşmiş ve modern yaşamın etkileriyle dönüşüme uğramıştır. Makalenin Amacı   Bu makalede, can sıkıntısının tanımından başlayarak, felsefi yaklaşımlar, modern toplum üzerindeki etkileri ve çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Can Sıkıntısının Tanımı ve Doğası Can Sıkıntısı Nedir? Can sıkıntısı, genellikle bir şey yapma isteksizliği, yaşamın monotonluğu ya da bir amaçsızlık hissi olarak tanımlanır. Bu duygu, bireyin içinde bulunduğu çevresel koşullardan kaynaklanabilir ya da içsel bir huzursuzluğun dışavurumu olabilir. - Seneca ve Antik Dönem: Antik Yunan ve Roma döneminde düşünürler, insanın günlük yaşamının rutinlerinden kaynaklanan monotonluğa dikkat çekmişlerdir....

TOPLUMUN DEPREMİ, DEPREMİN TOPLUMU

   


  Günümüzde çokça kullanılan “ahlak” kelimesinin sözlük anlamını incelediğimiz zaman oldukça farklı anlamlar çıkmakta. Bunlardan ilki Nişanyan sözlükten; Arapça χlḳ kökünden gelen aχlāḳ أخلاق “yaradılış, huy, karakter” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça χulḳ خُلْق “yaradılış, seciye, karakter” sözcüğünün afˁāl vezninde çoğuludur. Bu sözcük Arapça χalaḳa خَلَقَ “yarattı” fiilinin tekilidir. Bir başkasıysa Türk Dil Kurumunun sözlüğüne ait; Burada iki anlam verilmiş:

  1. İsim. Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları.
  2. İsim. Huylar

  Dolayısıyla ilk sözlüğe göre[1] bireyin yaradılışından dolayı olan huy yahut karakter durumu ikinci sözlükte[2] topluma mal edilmiş. Bunun bir sonucu olarak da toplumun ahlaken çökmesinin sebebi bireyin kendisinin çökmesi olarak evrimleşmiş. Evrimleşmiş çünkü, insanın yaşam alışkanlıkları değiştikçe dil de anlaşılır bir şekilde değişmiştir. Bu evrimleşme süreci başka bir yazı konusu olması gerekmekle birlikte bize çok fazla ipucu da vermekte. [3]  

  TDK’nın kullanmış olduğu, topluma mal edilen “ahlak” kelimesinin kökeninin aynı zamanda eril, özel mülkiyet sonrası kullanılan, Arapça nāmūs ناموس “töre, yasa” sözcüğünden alıntılı olduğunu ve yine aynı şekilde Aramice/Süryanice nūmūs veya nīmūs נומוס “töre, yasa, din” sözcüğünden alıntılar taşıdığını unutmamak gerekir[4]. Bu yönüyle “ahlak ve namus[5]” kavramlarının çok benzerlik taşıması elbette tesadüf değil.  O halde günümüzde yaygın olarak kullanılan “ahlak” kavramı, anlam bakımından boşa düşmüş oluyor. Buna rağmen iyi bir tahminde bulunmak gerekirse (!) insanın oluşturmuş olduğu ve güvenliği için gerekli olduğunu düşündüğü devlet kavramının “ahlak” olgusu karşılıksız kalmaktadır. Başka bir ifadeyle devlet, yozlaşmamış olması gerekirken, bireyin bu batağa saplanmasından kaynaklı varlığını da onunla yok etmektedir. 

  Tam da bu noktada “‘Sevdiğin İşi Yap’ Kültürü ve Zararları” Yazısının Zararları[6]” metnini tekrar hatırlamakta yarar bulunuyor:     

“Devlet, bireyler olmadan bir hiçtir. Bunun temel sebebi devletin bir olgudan ibaret olmasıdır. Elle tutulmaz, gözle görülmez ama kavramsal olarak varlığını herkes bilir ve hisseder. Böyle söyleyince mistik bir anlam gibi gözükmekle beraber aslında onun uğrunda her bir parçanın gözünü kırpmadan verileceğinin yahut verilmesi gerektiğinin belirtilmesi ona kutsallık katar. İlkel çağlarda kabilesini korumak için mücadele eden yabaniler gibi birey, – ki bunun aynısını diğer canlılar da yapar – devletin var olması kendi varlığının var olması anlamına gelecek düşüncesiyle hareket eder. Bu durum, başlangıçta bahsettiğimiz var olmayan bir olgunun varmış gibi sonuçlar doğurmasına sebebiyet verir.

 Birey bilinçlenmezse devlet güçlenip gelişemez. Gelişemeyen devlet, onu var eden ve var etmeye devam edecek olan bireyler bütününü – siz topluluk olarak okuyabilirsiniz – ikna edemez ve varlığı, uzun yahut orta vadede sona erer. Bu sebeple ‘kamu görevi’ adı altında ‘görevlerini’ yerine getirmek zorundadır. Ancak iktidarlar bu görevlerin bilinçlenme kısımlarını yerine getirmemeye ve biat kültürünü ortaya çıkarmaya çalışırlar. Böylelikle onların iktidarda sürekli kalmasını sağlayan demokrasinin ince halkasını kendi tarafına doğru kırarlar.”

  Alıntının bıraktığı yerden devam edilirse bir sonuç ortaya çıkıyor: Birey kirlenirse toplum da yok olur. Toplum yok olursa devlet de yok olur. O halde çözüm bireylik kavramının sindirmesidir.  Peki birey kendini oluşturacak olguları unuttuğunda varlığını nasıl sağlamlaştırabilir?  Bu sorunun cevabı koşullara, zamana hatta iklime göre değişebilir elbette.

Sosyolojinin kurucu isimlerinden Karl Marx ve Max Weber, sosyolojilerini ortaya koyarken öncelikle modern toplumun değişim ve dönüşümünü anlama gayreti içerisine girmişler ve modern toplumda yeni olanın ne olduğuna dair kapsamlı bir analiz sunmuşlardır. Bu bağlamda, modernliğe dair Marx’ın görüşlerini anlayabilmek için öncelikle onun toplumların tarihsel gelişim basamaklarına dair görüşleri ele alınmıştır. Son olarak Marx’ın olumsuzladığı modernliğin, ideal topluma giden yolu açması sebebiyle Marx tarafından nasıl olumlandığına değinilmiştir. Marx’ın ardından, Weber’in modern toplumu açıklamada kullandığı rasyonelleşme ve bürokratikleşme kavramlarına yer verilmiştir. Bu doğrultuda, Weber’in modernliğin esas tanımlayıcısı olarak gördüğü rasyonelliğin; ekonomi, sanat, hukuk, din dahil tüm yaşam alanlarına nasıl yayıldığı ifade edilmiştir. Weber’de rasyonelliğin modern toplumdaki temsilcisi ve görünümü olan bürokrasi; katı kurallar, hiyerarşik düzen gibi özellikleri doğrultusunda açıklanmıştır. Weber’e göre modern toplumları tanımlayan bu özelliklerin, insanları nasıl bir makinenin dişlisi haline dönüştürdüğü, eş deyişle, büyübozumuna neden olduğu ve bu sistemin sonunda insanların özgürlüğünü ortadan kaldıran demir kafese dönüştüğü ifade edilmiştir. Son olarak, Marx ile Weber’in modernizme dair ikircikli yaklaşımları karşılaştırılmıştır.[7]

  O halde, sağlıklı koşulların olduğu, doğal afetlerin olmadığı, insanların oluşturduğu medeni (!) sistemin düzgün işlediği zamanlarda bile kaos olduğu açıktır. Buna göre, bu modernite camekanında çöken toplum düzeni – siz isterseniz ahlak olarak okuyun(!)- bir doğal afette tamamen yok olur ve zaten olmayan birey konumunu vahşi bir yaratığa döndürür.

 Birey ve toplumun kelime anlamı TDK’ya göre sırasıyla şöyle:

Birey:

1-isim, ruh bilimi. İnsan topluluklarını oluşturan, insanların benzer yanlarını kendinde taşımakla birlikte, kendine özgü ayırıcı özellikleri de bulunan tek can, fert.

2-isim, toplum bilimi. Toplumları oluşturan ve düşünsel, duygusal, iradeyle ilgili nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her biri, fert.

Topluluk:

1.isim. Nitelikleri bakımından bir bütün oluşturan kimselerin hepsi, toplum, camia, cemiyet.
 

  Birey olduğunu, dolayısıyla toplum olduğunu unutan insan, bu canavar haliyle bütün maskelerini çıkartır ve içindeki barbarlığı ortaya saçar. Bunu hırsızlıkla, ırkçılıkla, kara borsa ile gösterir. Bunun için deprem, sel, heyelan, yangın vb. asla dinlemez. Kefen ücretlerine bile zam yapar. Yetmez, çöken apartmanın alt katında banka var diye banka kasasını korumak bahanesiyle göçükte yakınları olanları yaklaştırmaz. Öte yandan Suriyeli hırsızlık yapınca bas bas bağırır ancak aynı şeyi kendi toprağında doğan insan yapınca gıkı bile çıkmaz. Cesetleri parçalayıp altın çalınca görürsünüz ırkçılığı diye dem vurur ama aynısını Türk yapınca çıt çıkartmaz. Üstelik, o sırada yüz yirmi saati geçtiği halde göçükten çıkan Suriyeli için propaganda yapabileceği için sevinir. Yine yetmez, sınırın öbür tarafında aynı kaderi paylaştığı açıkça belli olan Suriye’ye savaş bölgesi olduğu için asla yardım göndermez ama Mısır’a kadar depremin hissedildiğinden dem vurur. Vahşidir insan. Moderniteye inat(!) vahşidir. Kendi ürettiği sisteme kendi uymayacak gibi barbardır.  Üstüne takım elbise giyince kendini modern zanneder ama yapı ruhsatı onayı verdiği binayı hiçbir şeyi yokken yıkacak kadar barbardır. Şaşırtmaz homo sapiens.

 Abartı mı geliyor denilenler? Aşağıdaki haberlere bakabilirsiniz.

 Hatay'da yağma ve hırsızlık yaptığı belirlenen 10 şüpheli yakalandı / 12.02.2023/ AA [8],  Hatay'da yağma yapıp Adana'ya dönen 8 kişilik grup, Ceyhan gişelerde gözaltına alındı/ 12.02.2023/ Sondakika.com[9]  Hatay'da hırsızlık ve yağma yapan 42 kişi yakalandı / 11.02.2023 / NTV[10] Kaçmaya çalışan müteahhit , Yardım tırına saldırı,  Yol kesme,  çevre ve şehircilik bakanlığı Hatay il binası yıkılmaya çalışıldı, 

  Barbarlığı durdurabilecek tek şey, onun birey olmasını sağlamaktır. Başka yol yoktur. Devleti de dolayısıyla güvenliğini sağlayacak olan kurum ve kuruluşları da o güçlendirip ayakta tutar. Aksi halde ayak yoktur.

 



[1] Dil bilimci olan Sevan Nişanyan’ın kurduğu ve sahibi olduğu sözlükte, ağırlıklı olarak kelime kökenlerine yer veriliyor.

[2] Tdk, gündelik hayatta hali hazırda devam eden sözleri kullanma yolunu tercih etmesinden dolayı aynı şekilde gündelik hayattan çekilen sözcükleri sözlüğünden kaldırırken sokakta kullanılan (argo da dahil) kelimeleri lügatına eklemekte. 

[3] http://www.kitapdedektifiyiz.com/2022/12/obruk-bir-cokusun-hikayesi-kurak-gunler.html

[4] Nişanyan sözlük

[5] Nişanyan Sözlük

[6] http://www.kitapdedektifiyiz.com/2022/12/sevdigin-isi-yap-kulturu-ve-zararlar.html

[7] KARL MARX VE MAX WEBER’DE MODERNİTE / Burcu GEDİKLİ / Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 12, Sayı: 2 syf 638

[8] https://www.aa.com.tr/tr/asrin-felaketi/hatayda-yagma-ve-hirsizlik-yaptigi-belirlenen-10-supheli-yakalandi/2817241

[9] https://www.sondakika.com/haber/haber-hatay-da-yagma-yapip-adana-ya-donen-8-kisilik-15628364/

[10] https://www.ntv.com.tr/turkiye/hatayda-hirsizlik-ve-yagma-yapan-42-kisi-yakalandi,OEINNSuSKEmyTNApBHs97w

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız? 


https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz  

Yorumlar

  1. Yazınızın bana çağrıştırdığı ilk fikir Kazım Karabekir’in “Kuvvetli milletler kuvvetli fertlerden oluşur.” cümlesiydi. Şu metaforda sanırım bu bağlamda oldukça yerinde olacaktır; bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür. Bu sebeple bireyler ne kadar zihinsel olarak güçlü, dirayetli, ahlaklı, erdemli kısaca insan olursa ya da olabilmesini sağlayabilecek araçları ve imkanı sunabilirsek toplumumuz ve böylece devletimiz de bir o kadar kuvvetli olacaktır. Toplumda feda edilecek tek bir fert bile yoktur.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme

Divan Edebiyatının Kökeni ve Gelişimi