20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

Bilinçaltının Dışa Vurumu Sürrealizm/ Aleyna Tuncer

  



Bilinçaltının dışavurumu sürrealizm, gerçek olan ne varsa onu reddeden bir akım olarak karşımıza çıkmıştır. Kavram, Fransızca
surreef (gerçek dışı) kelimesinden kökünü almaktadır. Aklın sınırlarını zorlayan bir akım olarak insanın kendi benliğinin kendisinin bile keşfedemediği, derinlerinde yatan bilinçdışı aktivitelerini seçen filtre aracı gibidir. Bir defa sürrealizmle karşılaşan birisi onu kolay kolay terk edemez. Çünkü o, yaşamı boyunca anlamsız olarak gördüğü düşüncelerinin anlamlandırılmış hâlidir. Aslında her sanat eserinde bir parça sürreal dokunuşa rastlamak mümkündür. Sürrealizm denildiğinde akla ilk gelen kişi şüphesiz Salvador Dali’dir. Salvador Dali’nin eserlerinde ilk bakışta anlamsız görünen tonla detay ve nesneyle karşılaşırız. Ne var ki bunları çözümlemeye başladıkça aslında anlamsızlığın bile bir anlamının olduğunu görmemiz olasıdır.

 Günlük hayatta yaşananların gerçekliğinden bunalmak her insanın doğal hakkıdır. Ne kadar özenilesi bir yaşantımız olursa olsun insan, hüzne çok rahat kapılan bir canlıdır. Bu boğucu gerçeklikten kaçmak istenen noktada hayal gücü devreye girer. Hayal dünyasında her şey serbesttir fakat orada bile çoğu zaman aşırıya kaçılmamaya dikkat edilir. Neden? Çünkü hayallerin gerçek olmadığı hep bilincimizdedir. Bu düşüncelerin yanına ayriyeten toplumsal normlar, inançlarımız, ritüellerimiz dahil olduğunda insanın hayal kurmaya çekinmesi gayet normaldir. Bu düşünceleri bir kenara bırakıp bir bebeğin zihni kadar berrak, sakin düşünce denizlerine yelken açmayı öğrendiğimizde sanatın değeri anlaşılmaz mı?

 İşte, her şeyi bir kenara bırakabilen; gerektiğinde gerçeklikten az da olsa sıyrılabilmeyi göze almaktan korkmayan insanın anlayabildiği bir akımdır sürrealizm. Örneğin Salvador Dali’nin “Eriyen Saatler”, diğer ismiyle “Belleğin Azmi” tablosuna bakıldığında garip bir atmosferde yaprakları olmayan bir zeytin ağacının dalında eriyen üç adet saat görülür. Sanki ressam aklına ilk gelen neyse aceleyle çizmiş gibi gözüken bu tabloyu edebi yandan incelersek zamanın akışkanlığına hiçbir dış etkenin engel olamayacağını görebiliriz. Dali, bu tabloyu o zamanlarda ortaya çıkmış olan Einstein’ın 'Görelilik Kuramı’na karşıt olarak sergisine sunmuştur. 'Görelilik Kuramı' zaman, mekân ve hareketin birbiriyle bağlı ilerlediğini öne sürerken Dali bunun tam tersi olarak mekân ile eriyen saatlerin arasındaki bağımsızlığı ortaya çıkarmıştır. Tablonun arka planındaki mekân her ne kadar gerçekçiyse eriyen saatler bir o kadar yapaydır. Saatlerin her biri farklı bir sayıyı gösterirken, yanındaki karınca figürlerinin dönence halinde çürümesi de zamanın akışıyla canlıların çürümesinin yansımasıdır.

 Sanatın herhangi bir dalı özellikle “bir şey anlatmak” zorunluluğunda değildir. Sanata anlam veren ilk bakışta görülmeyebilir. Sürrealizmi mantıksız bulanlar elbet vardır. Fakat bu yalnız sürrealizm için geçerli değildir. Sürrealizme çokça benzeyen dadaizm de üzerine tartışılmış bir akım türüdür. Akımlar herkese hitap etmek durumunda değildir. Bu türlerle ortaya çıkan sayısız sanat eseri herkes için kabul edilir olsa ortaya müthiş fikir ayrılıkları nasıl çıkardı?

 Gerçeküstücü akımda 1. Dünya Savaşı’nın etkisi bir hayli fazladır. İlk çıkışında Andre Breton’un etkisi altında burjuvaziye adeta bir başkaldırı olarak görülmüştür. 1. Dünya Savaşı’nın sonucunda insanların gerçekleri yakından görmesi, ölüm ve savaş gibi olgularla daha sık karşılaşması toplumu derinden yaralamıştır. Bu psikolojik savaş içinde bireylerde sanatın yeri çok büyüktür. Sanat, acılarla yüzleşmek veya acılardan kaçış olarak sığınılan bir şey hâline gelmiştir. Sürrealistler ünlü psikolog ve aynı zamanda rüya yorumlarıyla bilinen Sigmund Freud’un fikirlerinden oldukça etkilenmiştir. Freud’un çoğu meslektaşından olumsuz tepki görmesinin ama sürrealistler için etkileyici bir figür olmasının bir sebebi vardı: Bilinçaltıyla ilgilenmesi. Rüyalar iyi olduğu gibi alışılanın dışında, absürt ve açıklanamayacak kadar utanç verici olarak kendi içinde ayırt edilebilirdi. Freud, rüyaları incelerken daha çok bastırılmış duyguların üzerinde duruyordu. Özellikle cinsellikten sıkça bahsediyordu. Bahsi geçen cinsellik, zaten kendi başına bastırılmış bir duyguyken toplumun kuralları, ayıplayıcı yaklaşımı, din ve inançları gibi etkenler de kişinin bilinçaltına cinsellik yoluyla aktarılıyordu. Freud’un yanlış anlaşılmasının sebebi cinsellikten söz etmesinin asıl sebebinin kavranamamış olmasıydı. Bu rüyaların nedeni bireyin gerçek dünyada yaşayamadığı dürtülerinin, ondan tamamen bağımsız olan rüya aleminde karşısına çıkmasıydı.

 Sürrealizm sanatçıları düzene aykırılıklarıyla bilinir. Eğer düzene aykırıysan, dışlanırsın. Bu durum hemen hemen tüm toplumlarda geçerlidir. Toplum bazen sanatsal manada da olsa farklılıkları hor görebilmektedir. Sürrealistler de tıpkı dadaistler gibi burjuvaları kendilerine düşman edinmiş, olağan kuralları reddetmişlerdir. Edebiyatta sürrealist yazarlar, herkesin anlayabileceği dilde yazmamaya özen göstermiş, dil ve yazım kurallarını es geçmişlerdir. Belki böylesine kuralsız olma tutkuları, gerçek hayatta uymak istemedikleri kurallara zorunlu tutulmalarından dolayıydı.

 Tarih boyunca sürrealizm eserleri sevenleri tarafından büyük ilgi görmüştür. Çoğu kült sinema eserinde de sürrealist senaryolar kullanılmıştır. David Lynch sinema alanında sürrealist filmleriyle tanınan bir yönetmendir. İnsan dışı bir yaratığın konu olduğu Eraserhead (1977) adlı filminde, yönetmenin rahatsız edici derecede geniş bir hayal gücünün olduğunu görebiliriz. Filmde diyalog az kullanılmış, iletiler görsel efektler yoluyla gönderilmiştir.

 Sürrealizm sadece belirli bir sanat akımı olarak değil, yaşantı biçimi olarak da benimsenmiştir. Giyiniş, davranış, iletişim biçimlerinde de sürrealist ögelere rastlamak mümkündür. Salvador Dali, tabloları haricinde kılık kıyafetiyle, saç ve bıyık şekliyle de farklılık yaratabilen bir ressamdı. Çocukluğundan gençlik yıllarına kadar birçok garip davranışı olduğunu kendi otobiyografisinde yazmış, kabullenmiştir. Bu garip davranışları sapkınca görülmüştür. Merak, Dali’nin içini kemiren bir histi. İlerleyen dönemlerde bu sapkınlıklarından, onları resmederek kurtulduğunu belirtmiştir. Onun için resmetmek bir tür kafa boşaltma yöntemiydi. 2. Dünya Savaşı sonrası dönemlerde Dali daha önce kullanmadığı farklı konu ve tekniklerle çalışmaya, eserlerinde DNA’ya ve Katolik temalara yer vermeye başlamıştır.

 Savaşın hâlâ sürdüğü yıllarda Dali’nin İspanya’dan göç etmesi gerekti. Savaş yüzünden memleketinden kaçmak büyük bir yüktü. Sürgün zamanlarında yaptığı “Yanan Zürafa” tablosu, bu savaşın izlerini taşıyan bir tablodur. Tablodaki zürafa “eril kozmik kıyamet canavarı” olarak adlandırılmıştır. Salvador Dali genelde travmalarını atlatma aracı olarak tuval ve boyalarını kullanıyordu. Birbiriyle alakasız gibi duran nesne ve renklerin her birinin anlattığı bir şeyler vardı. Bakmak ile görmek işte burada devreye giriyordu. Boş bir tuvalin ortasına koyulmuş bir nokta bile dikkatle incelendiğinde insanın zihninde bir şeyler canlandırabilir, eğer boş bakarsak, boşluğu görürüz.

 Zihin, onu sınadıkça güçlenen bir yapıdır. Otomatik yazmak, gelişigüzel çizmek, bir işi ezberlenmiş bir düzene oturtmak yerine karmaşıklaştırarak yapmak, her gün farklı giyinmek zihnimiz için birer deneme-yanılma yöntemidir. Sürrealizm, düzeni reddetme cesaretine sahip nadide bir başkaldırıdır. Tekdüzelikten sıkılan zihne karşı açılan bir savaştır. Bilinçaltını dolduran gerekli gereksiz düşünceleri kusmaktır. Bu bağlamda sürrealizm, insanı değiştirmek ve geliştirmek üzerine kurulu ilham verici bir akımdır.

---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız? 


https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz                                                                                                                      

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme