Modern Analitik
Psikolojinin babası olan İsviçreli ruh bilimci Carl Gustav Jung’tan
bahsedilince akla gelen en belirgin terimler kolektif bilinçdışı, kişisel
bilinçdışı ve belki de en önemlisi arketiplerdir. İlk defa Jung tarafından
kullanılan bu terimlerle insan zihninin karakteristik özellikleri psikolojik
zeminde incelenebilir. Atalarımızdan bize miras kalan kolektif bilinçdışı,
zihinsel paternimizi ve belleğimizin izlerini oluşturan engramlarımızı içerir.
Bunlar da insanların ortak paylaşımlarını temsil eder. Jung’a göre kolektif
bilinçdışı - nesnel psikoloji olarak da bilinir- kişinin unutulmuş ve
bastırılmış anılarını ve tecrübelerini barındıran kişisel bilinçdışının tam
tersidir. Arketiplerin kökeni de kolektif bilinçdışına dayanır ve Jung,
bunların evrensel bir anlam yarattığını düşünür. Bu yüzden arketipler
kültürlerimizde, dinlerde ve özellikle rüyalarımızda kendine yer bulur.
Spesifik olarak
Jung’un arketiplerinden etkilenen Amerikan mitoloji uzmanı Joseph Campbell,
mitolojik kahramanların aynı hikaye anlatı paternini takip ettiklerini fark
etmiştir. Yani hemen hemen her hikayede kahramanlar benzer yollardan geçiyor ve
benzer deneyimler yaşıyor. Campbell bu örüntüyü kült kitabı Bin Yüzlü Kahraman’da, Kahramanın Yolculuğu -ya da Monomit- olarak tanımlıyor.
Campbell’in oluşturduğu yapıyı takip eden Amerikan senarist Christopher Vogler
de 12 Aşamada Kahramanın Yolculuğu modelini geliştirmiştir. Campbell’in 17
aşaması daha çok edebi analizlerde karşımıza çıkarken Vogler’in modeli
özellikle film analizlerinde sıkça kullanılır çünkü bir senarist olarak Vogler,
aşamalarını film endüstrisine göre uyarlamıştır diyebiliriz. Bu durumda 17
aşama, L. Frank Baum’un 1900’de kaleme aldığı Oz Büyücüsü için göreceli olarak daha uygunken, 12 aşama 1939 yapımı ilk renkli filmlerden biri olan Victor
Fleming’in yönettiği Oz Büyücüsü’nün
analizi için daha çok tercih edilebilir.
Mitoloji, belli bir
noktada, hemen hemen her hikayeyle ilintilidir çünkü mitleri de hikayeleri de
yüzyıllardır insanlar üretir. Bu da bizi kolektif bilinçdışına götüren bir
nedendir. Yüzyıllardır hikayeler anlatıyoruz ve bu hikayeler aslında,
Campbell’ın da yıllar önce söylediği gibi, çekirdekte aynı hikayeleri
oluşturuyor. Bu durumda Kahramanın Yolculuğu metoduyla ünlü Hollywood filmi Oz Büyücüsü’nü Jung’un perspektifine
göre analiz etmemiz mümkün.
Film, Kansas’ta bir
çiftlikte başlar. Kahramanımız Dorothy, halası Em ve amcası Henry ile
yaşamaktadır. Solgun renklerle resmedilen Kansas, Dorothy’nin tekdüze geçen
günlerini ve sıradan dünyasını yansıtır. Bu monotonluk kahramanın yolculuğunda
Statüko (1. Aşama) yani “Sıradan Dünya”ya denk gelir çünkü Dorothy tabiri
caizse “komşu kızı” gibi yaşamaktadır. Dorothy’nin hayal dünyasında Kötü
Cadı’ya dönüşecek olan Miss Gulch, Toto’yu kendisini ısırdığı için almak
istediğinde artık kahramanımız için “Maceraya Çağrı” (2. Aşama) yapılmıştır
çünkü çok sevdiği köpeği Toto için yapamayacağı şey yoktur. Dorothy, Toto’yu,
Miss Gulch’tan koruyabilmek için Kansas’tan uzaklaşması gerektiğini bilir ve
yola koyulur. ancak yolda yakında büyücüye dönüşecek olan Profesör Marvel’a rastlar. Profesörden
halasının hasta olduğu haberini alan Dorothy, eve dönmeye karar verir.
Bu karar, “Çağrının
Reddi”ni (3. Aşama) yansıtır. Kahramanımız dönüş yolunda karşılaştığı
kasırgadan kaçmaya çalışırken büyülü bir şekilde Oz ülkesine gider. Kendi hayal
dünyasında Dorothy, “Yolculuğunun Rehberi” olan İyi Cadı Glinda ile karşılaşır
(4. Aşama). Kahramanımız istemeden Doğu’nun Kötü Cadısı’nın ölümüne sebep olur
ve bu yüzden Munchkinler onu bir kraliçe gibi ağırlar. Öte yandan Dorothy,
evine dönmek için bir yol aramaktadır. Bu yüzden İyi Cadı kahramanımızın
Kansas’a nasıl dönebileceğini açıklar ve Doğu’nun Kötü Cadısı’nın meşhur parlak
kırmızı ayakkabılarını Dorothy’e verir.
Sarı tuğlalı yolu
takip eden kahramanımız, “İlk Eşik”ten geçer (5. Aşama) ve asıl yolculuğu başlar. Oz ülkesinde Dorothy; Korkuluk, Teneke Adam ve
Aslan’la arkadaş olur -ki bu Kahramanın Yolculuğu’nda müttefiklere denk gelir.
Arkadaşları sırasıyla aklın, duyguların ve fiziksel
gücün metaforlarıdır. Dorothy’nin düşmanıysa Kötü Cadı’nın kız kardeşidir. Hemen hemen her filmde iyi olanların azılı
düşmanları vardır bilirsiniz.
Çoğunlukla,
“villain” karakterler hiçbir iyilik barındırmazlar ki onlara antipatik yaklaşabilelim. Oz Büyücüsü için de aynı durum geçerli,
çünkü Dorothy büyülü yolculuğunda arkadaşlar edinir, zorluklarla mücadele eder
ve Kötü Cadı’nın kız kardeşiyle yüzleşir. Bu da “Sınavlar, Müttefikler ve
Düşmanlar” aşamasına denk gelir (6. Aşama). Mesela Dorothy’nin geçmesi gereken
testlerden biri; Oz Büyücüsü’ne ulaşmak için büyücünün muhafızını ikna etmektir. Burada kahramanımız zorlu
testlerden geçmesi gereken Herakles gibidir diyebiliriz. Herakles’in
tamamlaması gereken 12 Görevi gibi, Dorothy de 12 aşamadan geçer.
Oz Büyücüsü
Dorothy’den Kötü Cadı’nın kız kardeşini öldürmesini ve süpürgesini almasını istediğinde “Yaklaşma” (7. Aşama) kahramanı
tehlikeye çeker. “Çile” (8. Aşama), Dorothy ve
arkadaşları yakalanıp Cadı’nın Kalesi’ne kapatıldıklarında başlar. Kazara
-yine- Dorothy düşmanını öldürür ve “Ödül”ü
(9. Aşama) olan süpürgeyi alır. Görevini tamamlamış olsa bile Oz Büyücüsü Dorothy’ye dönüş yolunu göstermez.
Glinda kahramanımızın yardımına koşar ve
“Dönüş Yolu”nu (10. Aşama) göstererek meşhur repliğini söyler “Topuklarını üç kez birbirine vur ve şöyle düşün ‘evim
gibisi yok’” ve Dorothy sihirli ayakkabıları
sayesinde Kansas’a döner. “Diriliş” aşamasında (11. Aşama) rüyasından uyanan
Dorothy’yi görürüz ve her şeyin hayal dünyasında
gerçekleştiğini anlarız. Dorothy “İksirle Dönüş”te
(12. Aşama) şunu anlar: “…bir daha kalbimin arzusunu aramaya kalkarsam, arka
bahçemden ötesine bakmayacağım…” çünkü onu
Kansas’taki sıradan hayatında
arkadaşları, köpeği ve ailesi mutlu eder.
Filmin sonunda, yolculuğunu tamamlayan Dorothy başladığı yerdedir.
Oz Büyücüsü’nün son sahnesinde Dorothy’nin yolculuğunun
rüyasından ibaret olduğunu anlarız. Bu durumda film, rüyalarımızda karşımıza
çıkan Jung’un arketiplerine göre de incelenebilir. Tekdüze hayatından kaçmak
isteyen Dorothy, Jung’un perspektifinden hayalperesttir. İnsanın karanlık
tarafını yansıtan gölge arketipi ise Kötü Cadı’nın kız kardeşidir. Kötü
karakterler çoğunlukla kişisel bilinçdışını temsil eden gölge arketiplerdir. Bu
nedenle Doğu’nun Kötü Cadısı ve Miss Gulch gölgeleri temsil edebilir çünkü
Dorothy bu kötü karakterlerin tam zıddıdır ve onlardan biri olmaktan korkar.
Dorothy masum ve iyi kalpli biriyken Kötü Cadılar ve Miss Gulch kötüyü ve
agresyonu temsil eder. Bir diğer arketip olan animus kadınların içindeki
maskülen taraftır ve Oz Büyücüsü’nde
Aslan, Teneke Adam ve
Korkuluk
animus’u temsil eder. Filmin başında, Dorothy yeterince cesur, zeki ve
düşünceli olduğuna inanmaz. Bu sebeple filmin sonunda da gördüğümüz Dorothy’nin
üç erkek arkadaşı rüyasında müttefikleri olur. Aslan cesareti arar, Korkuluk
aklın peşindedir ve Teneke Adam da kalbinin. Sonunda Glinda’nın sözleri
kahramanımıza bu konudaki arayışında ışık tutar ve evine dönmek isteyen
Dorothy’ye şöyle söyler: “sana yardım edilmesine ihtiyacın yoktu… her zaman o
güce sahiptin… [ama] bunu kendin için öğrenmen gerekiyordu”. Filmde, Dorothy’e
yardım eden ve onu gözeten İyi Cadı Glinda, Jung’un bakıcı arketipine uygun bir
karakter çizer. Jung’a göre bir karakter birden fazla arketipi temsil edebilir.
Mesela Dorothy masum, kaşif ve kahraman arketiplerinin hepsine uyar. Bu nedenle
bilge arketipi hem Profesör Marvel hem de bilgili ve gizemli Oz Büyücüsü
olabilir. Jung için her arketip bir gölgeye yani karanlık tarafa sahiptir. Bu
yüzden Oz Büyücüsü, Oz ülkesinde bir tanrı gibi konumlandırılsa da Dorothy’e
dönüş yolunu göstermeyerek onu kandırmış olur. Soytarı arketipiyse, çoğunlukla,
sevilen bir hayvan formundadır. Miss Gulch’ı ısırarak başını derde sokan Toto,
aynı zamanda Dorothy eve dönmeye çalışırken hava balonundan atlar. Bunlar
Toto’yu tam bir uçarı soytarı arketipine dönüştürür ama her ne olursa olsun
Dorothy için Toto çok değerlidir.
Kolektif
bilinçdışından türeyen arketipler, Jung’a göre arkaik insanlardan miras
kaldıkları ve bu yüzden evrensel oldukları için herkesin zihninde ortaya
çıkabilirler. Tam da bu sebeple insanlar direkt veya dolaylı olarak günümüzde
bile ilkel anlatılara ilgi duyarlar. Hollywood filmlerinin gramerini oluşturan
kişi olarak bilinen D.W. Griffith’den günümüz yönetmenlerine kadar, yönetmenler
arkaik hikayelerden az veya çok etkilendiler. Bu sayede Kahramanın Yolculuğu’na
rahatlıkla uyarlanabilecek filmler çektiler ve yeni bir anlatı dili oluşturdular.
Monomit modeli temelde Jung’un arketiplerine ve arkaik hikayelerden beri
varolan bir paterne dayanır. Bu sebeple Kahramanın Yolculuğu’nu baz alarak gişe
rekorları kıran Avatar, Oz
Büyücüsü ve Star Wars gibi
filmlerle insanlar bilinçdışı bir bağ kurarlar çünkü kolektif bilinçdışı,
yüzyıllardır anlatılan ve benzer aşamaları takip eden hikayelerin paternini
insan zihnine kodlamıştır sanki.
---
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız?
https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz
Kalemine sağlık! Film analizleri okumak ayrı bir zevk..
YanıtlaSil