Kayıtlar

20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

Bilmek İsteyen İnsanın Hikayesi / Uçan Salyangoz Yazdı

Resim
 Homeros ve Hesiodos gibi epik şiirler, efsaneler, destanlar yazan ozan ve şairler neden ortaya çıktı? Bizlere ne anlatmaya çalışıyorlardı? O zamanki dünyanın ve günümüzdeki dünyanın mitoslarla, eposlarla nasıl bir bağlantısı olabilir? Elbette bu soruların iç içe, çok detaylı ve uzun hikayeleri var. Ama tüm bunlara “bilmeyi isteme arzusunun” içinden bakmayı şu an için yeterli görüyorum. Aristoteles’in ‘Metafizik’ adlı eseri şu cümleyle başlar: ‘ Bütün insanlar doğal olarak bilmek ister. ’ Bir de cümleyi şöyle kuralım; bütün mitoslar insanın bilmeyi isteme arzusunun sonucunda doğmuştu. Peki, nedir bu mitos? Bize bilmediğimiz ve merak ettiğimiz evren hakkında neler anlatabilir? Önceleri, bilmek isteyen insan, evrenin nereden geldiğini ve nereye doğru gittiğini, bu evrendeki insanın yerini ve yazgısını, her şeyin ve insanın nasıl yaratıldığını; savaşçı ve abartılı tanrıları, devleri, farklı şekillerdeki yaratıklarıyla kendilerini ve etraflarını saran büyülü ve bilinmez evreni anlatmaya ça

Sıradan Zaferler, çok lezzetli dakikalar!

Resim
İster homo sapiens sapiens diyelim isterseniz modern insan, ilkel komünal toplumdan bu yana birçok şeyin değişmesinin yanında, bundan çok daha fazlası da değişmedi. Bunun nedeni bir yana, söz konusu “değişmemezlik” durumunun bir tanesi de sınır konusu. Kâinattaki bütün varlıkların bilinçli yahut bilinçsiz olarak bir sınır algısı (fizik kanunları vs.) olduğu muhakkak. Modern insandaysa bu durumun yansıması, gelişmiş halde “özel mülkiyet” kavramı. Yine bunun daha da üst düzey halinin günümüzdeki yansıması “ülke sınırı” kavramı. Hatta daha da açık söylemek gerekirse yalnızca “ülke” olgusu. Şöyle de düşünebiliriz: bu uğurda verilen canlar. Baskı sistemi ile korunmaya çalışılan sınırlar vs. İnsanlık bu durumu öylesine içselleştirmiştir ki; en sonunda, başlangıçta coğrafi farklılıklar neticesinde oluşan kültür farklılıklarını ülke farklılıklarına bağlamayı doğal bulmuştur. Yeni gelen her nesil, başlangıçta belirttiğim her şeyi unuttu ve kendi topraklarının özel olduğunu, paha biçilmez olduğu

Seksen Günde Devr-i Alem 150 yaşında! / Çevirmen Ayşe Meral'in satırlarıyla

Resim
  Yazan :    Ayşe Meral  ( Alfa kitap çevirmeni) Seksen Günde Devr-i Alem ve yazarı Jules Verne’den bahsetmeden önce biraz tarihsel bağlamı oturtturmak istiyorum. Yazarın klasik biyografisini vermenin çok faydalı olacağını düşünmediğim için Jules Verne’i kendi dönemine yerleştirmekle başlamak sanırım daha anlamlı olacaktır. Bu dönem, Fransız tarihinin en hareketli ve çalkantılı dönemidir. Hızlı bir kronoloji verecek olursak: Jules Verne (1828-1905) Restauration döneminde doğmuş, yirmili yaşlarında yani 1848’de meydana gelen ayaklanmaların düşüşünü hızlandırdığı Temmuz Monarşisi’ne, bu kısa monarşiden sonra kurulan II. Cumhuriyete ve cumhurbaşkanı seçilen Louis-Napoléon’un (III. Napoléon) görev süresinin sonunda 2 Aralık 1851’de gerçekleştirdiği darbeyle kurulan II. İmparatorluk dönemine ve ardından III. Napoléon’un askerî yenilgisi ve tutsak edilmesiyle 2 Aralık 1870’de kurulan ve 1940’ta Vichy Régime’yle son bulacak olan III.  Cumhuriyete tanık olmuştur; kısacası yazarımız, bir krali

İki tablonun gücü!

Resim
“Kaplumbağa terbiyecisi” ile “Mihrap (Yaratılış)” isimli tabloların Osman Hamdi tarafından yapıldığını; hatta bu tablolardan ilkinin çok yüksek bir fiyata (Beş milyon lira – ki o zamanlar altı sıfır vardı) satıldığını hemen hemen herkes bilir. Peki ya “Kaplumbağa Terbiyecisi’nin” gündemimize ilk nasıl girdiğini, fiyatının neden bu kadar pahalı olduğunu ve “Mihrap” isimli tablonun da Demir Bank’ın envanterinden TMSF el koyduğu sırada kaybolduğunu kaç kişi biliyor? Şimdi gelin bu iki tablonun hikayesini bir de benden okuyun… Bir hayatı bir blog sayfasına sığdırmak oldukça zor. Ancak buna rağmen iki tablonun hikayesini öğrenmek için bundan sonra yazılanlar elzem… Bir önceki paragrafta sorduğum bütün soruların cevabını bulmamız açısından önce tabloları yapan Osman Hamdi’nin kim olduğuna bir bakalım; Arkeolog, sanat tarihçisi, ressam, müzeci, Kadıköy belediyesinin bilinen ilk belediye başkanı. Bu kadar çok unvanı taşıyan birinin hayatının tam bir doğrultuda gittiğini belirtmek kendimizi

Suat Derviş'den Emıle Zola'ya Selam

Resim
  Klişe hikayeler “aslında her şey…” cümlesi ile başlar; benimkisi de aynen öyle başladı. D&R’nin ‘yeni çıkanlar’ kitaplığının en üst rafında, gözüme ‘siyah kapaklı’ bir kitap ilişti. Kitabın yazarı Suat Derviş; başlığı ise ‘Fukara Ölüsü’ydü.   Popüler kültürde ismini çok işittiğim ama okumanın bir türlü fırsat olmadığı bir yazardı Suat Derviş. Hayatta bir çok şeyin tesadüfler silsilesi olduğuna inanan biri olarak başıma çok güzel bir tesadüf denk geldi. Söz konusu kitabı yine söz konusu kitapçıdan aldıktan yaklaşık bir hafta gibi bir zaman sonra yazar hakkında yeni üye olduğum online bir dergide makale olarak gördüm. Makalenin oldukça akıcı olması ve yazarı çok iyi tanıtmasının yanında az önce belirttiğim raftan satın aldığım yeni kitabı – sıralı kitap listemi delerek- okumama teşvik verdi.   Fukara Ölüsü’ne geçmeden önce yazar Suat Derviş hakkında yeterli bilgiler vermenin en doğrusu olduğunu düşünüyorum. [1]   “ Suat Derviş İstanbul’da doğmuştur.Doğum tarihi konusun

[Nazilerin] Kitap Soykırımı - 1 -

Resim
  1817'de Jena'da Pan-Germenist öğrenciler Wartburg Şatosu'nda büyük bir kitap yakma etkinliği düzenlemişti. Ama anlamlı fark şudur ki, orada söz konusu olan eserler gerçek değil temsiliydi, eski kağıttan defterlerin ilk sayfasına lanetlenen kitapların başlıkları elle yazılmıştı.   Ateşini kütüphanecilerin hazırladığı 10 Mayıs'taki yakma başladı, o sırada ''Alman kültürü için mücadele birliği" öğrenci derneklerine ülkeyi "Asyalı-Yahudi zehrinden" kurtarmayı hedefleyen talimatları veriyordu. Hermann Rauschning'e verdiği özel ifadelerde Führer şunu söylemişti: "Biz barbarız ve  barbar olmak istiyoruz. Bu şerefli bir sıfat."    Ama bu yalnızca bir yemdi. Diğer yandan, Hitler'in ağzından ateş püskürerek duyurduğu teatral kitap yakmalarla tam bir çelişki içinde, bütün Avrupa'da çok sayıda kütüphane (yalnızca Paris'teki Yahudi ve Slav cemaatlerinde iyi seçilmiş 352.000 kitap) özenle taşınacaktı.   İtfaiyeciler yakma yerine petr