Kayıtlar

20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

FİNALİ VE İSMİ BELLİ OLMAYAN FİLM: SON ADAM / Kitap Dedektifi yazdı

Resim
Siyah-beyaz filmleri ve dram türünü seviyorsanız, 1924 Almanya yapımı Son Adam dışa vurumcu türüyle tam size göre. Yönetmenliğini F. W. Murnau’nun, senaristliğini Carl Mayer’in yaptığı filmin başrol oyuncusu Emil Jannings. Dönemine göre en iyi filmlerden sayılan Son Adam, ABD'de The Last Laugh (Son Gülüş) ismiyle gösterime çıktı. Film, serbest çekim tekniğini ilk kez kullanmasıyla biliniyor. Bir bakıma Freund'un kamerası filmin karakterlerinden biri olup çıkmış. [1] Bu durumu başrol oyuncusunun gördüğü rüyalar, göz yanılsamaları ve sarhoşluk hallerinden fark ediyoruz. Bu dışavurumcu sessiz filmde hemen hemen hiç arayazısı yoktur. Bu anlamda sinemadaki gerçekten sessiz -ve sözsüz- ender filmlerden biridir. Filmin tek arayazısını onun son 15 dakikasına gelindiğinde görürüz. [2] I.Dünya Savaşı sonrasında Berlin’in lüks otellerinden birinin üniformalı iri yarı kapıcısı (Emil Jannings), yaşlandığı ve görevini aksattığı gerekçesiyle çok sevdiği ve gurur duyduğu bu prestijli iş

Tarif edilemez olanı nasıl tasvir edersiniz? / Sıla Gök'ün Kaleminden

Resim
Bilinçaltının tercih edilen yolu rüya mıdır? Freud, rüyaları bilinçaltına giden asil yol (via rega) olarak tanımlar. Burdach ise rüyayı kendini yöneten, duyu merkezlerinin özgürce çalıştığı, canlı bir doğal etkinlik olarak açıklar. Zihnin, gücünü özgürce kullanarak kendini tazelediği ve uyanıklık hali için güç topladığı fikrini benimser. Öyle ki zamanın iyileştirici etkisini de kısmen buna dayandırır. Yaşadığımız ve etkisi altında kaldığımız olayların keskinliği çoğu zaman düşüncelerimize yansır. Zihnimizin derin kuyularına attığımız olaylar bilinçdışında kendini işlemeye devam eder ve önümüze düşmeye zemin hazırlar. Bu noktada söz konusu zemin rüyalardır. Günümüzde genellikle bilinçaltının ve ruhun bir tezahürü olarak algılanan rüya, sanat tarihi boyunca ilgi uyandıran ve gelişen bir temadır. Hayallerini resim yoluyla ifade eden sanatçılar, düşsel algımızda gezinen bir ruh gibi olan rüyalar aracılığıyla, ister dinî ister psikolojik bir bakışla, kuşaktan kuşağa değişim gösteren ve toplu

SEZEN AKSU’CULUK / Itır Erel'in kaleminden

Resim
  Kanlıca' nın orta yerinde*,  kocaman bir yalıdayım bu gece.  Wikipedia kaynaklarına göre 400'ün üzerinde odası olan bir mabet burası. Ortalık kıyamet yeri gibi, yüzlerce insan var. Tavaf ediyorlar.. Her odaya girmek için bir önceki odadan kendine anahtar seçiyorsun.  Herkesin anahtarı herkesinkine benzer ama parmak izindeki gibi tek ve biricik.  Bütün anahtarlar bütün kapıları açıyor ama herkes her odaya girdiğinde  kendi payına düşen hatırayı seçiyor.  Çünkü bilirsiniz, herkes kendi payına düşeni yaşar *. Her odanın üzerinde birer kelime asılı.  Ah kelimeler dünyası, yola çıkmalı * hem de hemen. Nedense ilk karşılaştığım kapıda, “ÇOCUK” yazıyordu.  İçeride bangır bangır çocuk sesleri.. Hiç de sevmem halbuki. Açtım kapıyı, kıvırcık saçlı, kömür gözlü bir velet karşıladı. Kız çocuğuymuş ama erkeğe benziyor. Elinde 500 ml'lik cam kola şişesi. Şöyle bir yüzüme baktı, sanki seni bir yerlerden tanıyorum der gibi.. Sonra arkasını döndü, diğer çocuklara koştu. Dedi

Dogville Film Eleştirisi / Eylül Başak Özdemir'in Kaleminden

Resim
  Lars von Trier’in hem yönetmenliğini hem senaristliğini yaptığı, Nicole Kidman'ın başrolünde oynadığı Dogville, 2003 yılının Aralık ayında Türkiye’de vizyona girdi. Lars von Trier, sinema severler tarafından üçlemeleri ile bilinse de maalesef yönetmenin ‘Umutlar Diyarı’ olarak adlandırmak istediği üçlemenin 3. filmi daha gelmedi. Serinin ilk filmi olan Dogville, insan doğasının altında yatan kötücüllüğünü işleyerek, aslında semavi dinlere inanan insanın özünde iyi olması, meyveyi yemesinin şeytan tarafından kışkırtılmasının sebebiyle olmasını reddediyor. Dogville filminde Hristiyanlık eleştirisi yapan Lars von Trier, bu eleştirisini izleyiciye duyurmak için Hristiyanlık motiflerine sıkça başvurmuş ve filminin ana temasını bunun üzerine koymuş. Film aynı zamanda Hristiyanlığın çokça eleştiri aldığı İsa’nın pasifist tavrını işliyor ve merhamet kibirden mi gelir sorusunun cevabını arıyor. Öncelikle filmin dini eleştirisi kısmına gelmeden önce yer, zaman ve kişiler gibi ana ögele

"Sokratesçi düşünce ile demokrasi / Sevingül'ün kaleminden

Resim
  Her düşünürün içinde yaşadığı döneme ilişkin düşünce sistemi mutlaka gelişmektedir. Bununla birlikte geçen haftalarda yazdığım yazımın devamı olarak Sokrates’in demokrasiye olan bakış açısını da tarihsel bir perspektif ve günümüz kriterleri doğrultusunda ele almaya çalışacağım.       Antik Yunan döneminde ilk demokrasi denemelerine baktığımızda erkeklerin katılım hakkının bulunduğu anlayışı hakimdi.   Bu durum kadınların ve kölelerin katılım hakkının olmadığı bir sistemi beraberinde getiriyordu. Ancak buna rağmen sistem dönemine nazaran gelişmişti.   Kurulan meclislerde katılımcılar belirli zamanlarda bir araya toplanarak herkesin söz hakkının olduğu, oy kullanarak yeni kararların alındığı yerlerdi. O dönemin meclisleri günümüzdekilerin tam karşılığı olmasa da demokrasi düşünce temellerinin atıldığı düzen olarak düşünebiliriz. Bu demokrasi denemeleri kıtada yaşananların neticesinde varlığını devam ettiremese de demokrasi fikri oluştu.   Ortaçağa girilmesiyle birlikte ‘Karanlık

Yine / Alper SALİH'in kaleminden

Resim
  Ne karar vermem gerektiğini bilemiyorum. İkisinden birini seçmek kolay, fakat önce içime sinsin istiyorum. İnsanların bu kadar kolay karar verebilmesini aklım almıyor. Nasıl oluyor da her konuda hemen karar verebiliyorlar? Sonuçlarını düşünmeden böylesi kararlar alabilmeleri beni delirtiyor. Evet, delirtiyor. Çünkü kıskanıyorum onları. Onlardan daha akıllı olduğum için daha fazla düşünüyorum, daha fazla düşündükçe de karar vermem zorlaşıyor. Evet, daha akıllıyım. Bir itirazınız mı var? Deli olduğumu düşünebilirsiniz. Zaten kendinizle ilgili meseleler dışında her şeyi düşünürsünüz siz. Hele ki bir yabancı hakkında olumsuz şeyler düşünmeye bayılırsınız. Ne olmuş yani burada saatlerdir ayakta durmuş, bir karar vermeye çalışıyorsam. O aptal ve sinir bozucu bakışlarınız gözümden kaçıyor sanmayın. Bana, ne kadar sinir olursanız olun, kendinizi benden üstün gördüğünüz için beni izlerken ayrıca zevk de alıyorsunuz. Kızgın bir şekilde beni süzerken, kendinizden aşağı bir insana bakmanın huzur