Dogville Film Eleştirisi / Eylül Başak Özdemir'in Kaleminden
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Lars von Trier’in hem yönetmenliğini hem senaristliğini
yaptığı, Nicole Kidman'ın başrolünde oynadığı Dogville, 2003 yılının Aralık
ayında Türkiye’de vizyona girdi. Lars von Trier, sinema severler tarafından
üçlemeleri ile bilinse de maalesef yönetmenin ‘Umutlar Diyarı’ olarak
adlandırmak istediği üçlemenin 3. filmi daha gelmedi.
Serinin ilk filmi olan Dogville, insan doğasının altında
yatan kötücüllüğünü işleyerek, aslında semavi dinlere inanan insanın özünde iyi
olması, meyveyi yemesinin şeytan tarafından kışkırtılmasının sebebiyle olmasını
reddediyor. Dogville filminde Hristiyanlık eleştirisi yapan Lars von Trier, bu
eleştirisini izleyiciye duyurmak için Hristiyanlık motiflerine sıkça başvurmuş
ve filminin ana temasını bunun üzerine koymuş. Film aynı zamanda Hristiyanlığın
çokça eleştiri aldığı İsa’nın pasifist tavrını işliyor ve merhamet kibirden mi
gelir sorusunun cevabını arıyor.
Öncelikle filmin dini eleştirisi kısmına gelmeden önce yer,
zaman ve kişiler gibi ana ögelerine bakarsak; Dogville aslında dağların
arasında kalmış, adeta etrafından gizlenmiş soyutlanmış bir Amerikan kasabası.
Kasabaya yabancılar çok nadir geliyor, kasabalılardan da sadece ticaretle
uğraşan karakterler belli aralıklarla çıkıyor. Kasabaya gelen yabancılar yerli
halk tarafından şüpheyle, nefretle ve kıskançlıkla karşılanıyor.
Yönetmen genelde tiyatroda kapıların ve duvarların olmadığı
bir sahne düzeniyle bizi karşılıyor ve kasabanın evlerinin duvarlarını izleyici
için kaldırarak aslında kapalı kapılar ardında olanları bize tüm çıplaklığıyla
göstermeyi hedefliyor. Yönetmenin burda karakterlerin mahremiyetlerini göz ardı
edişi, izleyicinin her şeyi görebilmesi aslında izleyicinin bir nevi tanrı
kılığına girip her şeye hakim olmasını sağlıyor. Bu çıplaklık bile ilk
dakikasından itibaren bize filmin dini bir eleştiri olduğunu hissettiriyor.
Filmde gereksiz hiçbir dekora yer verilmiyor, hiçbir fazlalık göze çarpmıyor ve
ilk başta belki de izleyiciyi rahatsız eden bu çıplaklığa artık izleyici
zamanla alışmaya başlıyor. Sadece filmin kriz anlarında (örneğin tecavüz
sahnesinde) izleyicinin dikkatini duvarların yokluğu yeniden çekiyor.
Ana karakterimiz Grace’in ismi bile aslında özenle
hazırlanmış sembolik bir anlatının işareti. Grace kasaba halkına gangsterlerden
kaçtığını söyleyerek onların misafirperver yüzülerini göstermesini sağlıyor
fakat Grace kasabada kaldığı süre boyunca kasabalıların doğasındaki kötücüllük
artık bastırılamaz hale geliyor ve kasaba halkı Grace’e türlü işkenceler etmeye
başlıyor. İlk zamanlarda Grace’i bağrına basan ve adeta koruması altına alan
halk artık Grace’i adeta taşlamaya başlıyor. Bu kadar şey başına gelirken Grace
kasabalılara karşı gelmeyi bırak sesini bile yükseltemiyor ya da sesini yükseltmeye bile tenezzül
etmiyor. Filmde Grace’i alçak sesle hatta fısıltı denecek bir tona yakın
duyuyoruz. Grace’in kasabalılara yaptığı tek kötücül davranış kasabaya ilk
geldiği zamanda Moses (ki Türkçeye Musa diye çevrilir) adlı köpeğin kemiğini almak
oluyor. Grace’in film süresinde İsa’nın diğer yanağını dön prensibiyle ona
karşı yapılan her hakareti, kötücül davranışı affedişini izliyoruz.
Yönetmen tüm bu dini referansları yaparken ekonomik yapıyı
eleştirmeyi de göz ardı etmiyor, Grace’in gelişiyle birlikte sadece
ihtiyaçlarına, hayatlarını sürdürebilecek kadarına sahip olan ve bunlarla
yetinen kasabalılar, daha önce ihtiyaçları olmayan iş kollarını bir nevi icat
ediyor. Ek olarak, Grace kasabada kalıp çalıştığı süre boyunca kazandığı
parayla kendisine 7 tane biblo alıyor, bu biblolar Hristiyanlıktaki 7 ölümcül
günaha işaret ediyor.
Bütün bu katmanlardan en önemlisi, kuşkusuz ki
merhamet-kibir ilişkisi. Filmin son dakikalarına yakın Grace’in babasıyla olan
konuşmasını dikkatle incelersek, Grace’in babasının aslında çok yakından
tanıdığımız birini temsil ettiğini görebiliriz: Tanrı. Grace ve babasının
konuşmasında aslında İsa ve Tanrı ‘nın konuşmasını görüyoruz. Babası Grace’i
kibirlilik ile suçluyor çünkü Grace en başından beri kasaba halkını küçümseyerek
onların asla kendisinin yüksek ahlaki değerlerine erişemeyeceğini düşünüyor ve
bu düşüncesinin sonucu onları her zaman affediyor. Burada aslında Hristiyanlık
ve Musevilik dinlerinin adalet anlayışları karşılaştırılıyor. Musa adaleti
savunurken, İsa’nın affediciliği savunması burada çatışmayı yaratıyor.
"İnsan koşulların etkisinde kötü olur bu yüzden onları suçlayamayız."
görüşünü reddederek buna karşı çıkan bir film Dogville.
‘‘Bazı insanları eğitemezsiniz. Kötülüklerini suratlarına
vurunca sadece inkar etmez, sizden daha da nefret ederler. Onları görmezden de
gelemezsiniz. Cezalarını hak etmişlerse hak etmişlerdir. Merhamet her zaman en
doğrusu değildir, en güzeli ve en ahlaklısı da değildir. Size kötülük edenleri
mazur görmek, onlara anlayış göstermek, onların içindeki şeytanı ancak besler,
büyütür. Affetmek belki de o insana yapabileceğiniz en büyük kötülüktür.’’
Dogville (Lars Von Trier, 2003)
---
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Çok güzel yorumlamışınız..
YanıtlaSilHarika
YanıtlaSil