20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

"Sokratesçi düşünce ile demokrasi / Sevingül'ün kaleminden

 


Her düşünürün içinde yaşadığı döneme ilişkin düşünce sistemi mutlaka gelişmektedir. Bununla birlikte geçen haftalarda yazdığım yazımın devamı olarak Sokrates’in demokrasiye olan bakış açısını da tarihsel bir perspektif ve günümüz kriterleri doğrultusunda ele almaya çalışacağım.   

 Antik Yunan döneminde ilk demokrasi denemelerine baktığımızda erkeklerin katılım hakkının bulunduğu anlayışı hakimdi.  Bu durum kadınların ve kölelerin katılım hakkının olmadığı bir sistemi beraberinde getiriyordu. Ancak buna rağmen sistem dönemine nazaran gelişmişti.

 Kurulan meclislerde katılımcılar belirli zamanlarda bir araya toplanarak herkesin söz hakkının olduğu, oy kullanarak yeni kararların alındığı yerlerdi. O dönemin meclisleri günümüzdekilerin tam karşılığı olmasa da demokrasi düşünce temellerinin atıldığı düzen olarak düşünebiliriz. Bu demokrasi denemeleri kıtada yaşananların neticesinde varlığını devam ettiremese de demokrasi fikri oluştu.

 Ortaçağa girilmesiyle birlikte ‘Karanlık Dönem’ olarak da adlandırılan bu dönem gücün ve otoritenin krallıkların, saltanatların elinde olduğu dönem olarak karşımıza çıktı ancak bu dönem zaten Sokrates’in fikirlerinin karşılık bulup da değerlendirmeye alınacak dönem değildi.

 18. ve 19. yüzyılda Dünya tarihi açısından önemli yerler tutan Fransız Devrimi, Sanayi İnkılabı vb. Gelişmelerin önemi neticesinde hem bireysel hem de toplumsal olarak değişimler yaşandı. Bu gelişmeler düşünce ve yaşayış biçimlerinde de ciddi değişikliklere sebep oldu. Bunun sonucunda bireylerin yaşam tarzı, maddi ve manevi alanda değişiklikler -güvenlik ihtiyacı-barınma-yaşama-çalışma- hakları gibi nedenlerden ötürü daha iyi bir yönetim şekline ihtiyaç duyuldu. İhtiyaçlar yönetimsel anlamda gücün tek bir yerden kontrol edilmesini ortadan kaldırdı.

 Demokrasinin yapı taşı olarak görebileceğimiz şeylerden birisi eşitlikçi bir yaklaşımla doğuştan her bireye eşit haklar sunuyor olması; Bununla birlikte kişinin yaşama, güvenlik, sosyal, adalet gibi her türlü sosyal haklarını da gözetmek durumunda.

 Sokrates’e göre devletin asıl görevlerinden birisi de erdemli insan meydana getirmesi ve bu bireylerin oluşması için o ortamı hazırlamak. Erdemli birey olma fikri Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin en tepesinde bulunan kişinin kendini gerçekleştirdiği kısım.

Demokrasinin özünde ise bireyin yaşam alanını kapsayan her türlü faaliyetin içinde Sokrates’in ‘Erdemli İnsan’ fikrinin de dahil olduğunu görmekteyiz. Tüm ihtiyaçların karşılandığı sosyal devlet anlayışında birey, manevi olanı yani erdemli biri olma yolunda kendini gerçekleştirebilme fırsatını da yakalamış bulunuyor.  Diğer türlü üçüncü sınıf dünya ülkelerinde ise bireylerin sahip olduğu hakların bilgeliğinden yoksun, hiyerarşik kısmın başlarında takılı kalmış ve sadece yaşamsal faaliyetlere daha çok odaklanıldığını görüyoruz.

 Devlet herkes tarafından temsil edilemeyecek bir mekanizmadır Sokrates’e göre. Devleti temsil etmek içinse yöneticilerin gerekli olan tüm donanımların bulunması zorunludur. Politikayı sanat olarak görmesi yönetenlerin bu sanatı iyi bilmeleri ve bilgece kişilerce yapılması gerekliliğini savunur.

 Onun bu düşüncesini demokratik yönetimlere uyarladığımızda (başka bir ifadeyle uyguladığımızda) devleti yönetenlerin belirli donanımlarda olması ve bu elde edilen gücün de denetlenmesi gerekiyor. Örneğin devletin eğitim kurumunu temsil edenlerin de en iyi şekilde eğitimci olması gerekir. Aksi durumlarda o devletin eğitim kurumunun ilerlemesi ve gelişmesi imkansızlıkla karşı karşıya kalıyor.  Demokratik duruşun vazgeçilmezi olarak yönetimi dengeleme ve denetleme mekanizmalarının gelişmiş olması gerekmekte. Bu mekanizmaların olmadığı durumlarda demokrasinin monarşik bir yönetime evrilebileceği tehlikesi mevcut. Onun bu endişesine karşılık demokrasi anlayışı gelişmiş ülkelerde kuvvetler ayrılığı yasama, yürütme ve yargı alanında uzman kişilerce sistematik olarak senkronize biçimde ilerlediğini görmekteyiz. Bu sistematiğin ise gücün yanlış kullanılmaması adına her zaman denetleme faaliyetlerine tabi tutulduğu da kaçınılmaz.  Federal veya eyaletlere ayrılarak yönetilen gelişmiş devletlerde kendi meclislerini oluşturduklarını aynı zamanda hiçbir görüşün diğerinden üstün olmayacak şekilde birbirlerini dikkate alarak ilerleyen bir sistem inşa ettiklerini görmekteyiz. Batı veya İskandinav ülkelerinde özellikle güçler ayrılığına ayrı önem verdikleri yine karşımıza çıkan başka bir örnek. 

 Özellikle yaşadığımız son yüzyılda devletlerin demokratik yönetimi ve her toplumun demokrasiyi uygulama pratiklerinde farklılıklar olduğunu görmekteyiz. Bu farklılıklar gelişmişlik düzeyinden demokrasinin toplum tarafından algılanış biçimine kadar geniş nedenlere sahip. Gelişmiş ülkelerde demokrasinin işlevlerine denk gelsek de üçüncü sınıf ülkelerde şeklen varlığı bulunmakta.  Yine bu üçüncü sınıf ülkelerde demokrasi bilincinin oluşamamasının karşılığında ise Sokrates’in “zanaatla ilgilenen birisinin politik bilgisi neredeyse hiç yoktur” düşüncesi ortaya çıkıyor. Dolayısıyla yönetimi sağlayacak kişileri seçme konusunda bilgisi oldukça sınırlı. Sokrates, bu sınırlı bilgiyle seçme hakkının da ne kadar doğru olup olmadığı üzerinde durur. Bu düşünce o döneme ait bir düşünce olsa da günümüze uyarladığımız zaman demokrasi bilincinin önemine değinen bir kısım olarak algılayabiliriz. Demokrasi her bireye seçme hakkı sunsa da aslında günümüzdeki kitle iletişim araçları ve bilgiyi elde etmenin kolaylığı bakımından toplumdaki demokrasi bilincini ayakta tutacak olan; kişilerin bu konudaki aydınlanmalarının iyi bir şekilde yaşamasına bağlıdır. Toplumda yaşayan her bir bireyin politik anlamda yeterli bilgilere sahip olmasa da, elinde bulundurduğu seçme hakkını toplum yararına kullanabilme şansını göz ardı etmemelidir.  Neyi neden seçtiği hususundaki bilgi sürekli yenilenmelidir.

---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme