20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

SEZEN AKSU’CULUK / Itır Erel'in kaleminden

 


Kanlıca' nın orta yerinde*,  kocaman bir yalıdayım bu gece. 
Wikipedia kaynaklarına göre 400'ün üzerinde odası olan bir mabet burası.
Ortalık kıyamet yeri gibi, yüzlerce insan var. Tavaf ediyorlar..
Her odaya girmek için bir önceki odadan kendine anahtar seçiyorsun. 
Herkesin anahtarı herkesinkine benzer ama parmak izindeki gibi tek ve biricik. 

Bütün anahtarlar bütün kapıları açıyor ama herkes her odaya girdiğinde kendi payına düşen hatırayı seçiyor. 

Çünkü bilirsiniz, herkes kendi payına düşeni yaşar*.

Her odanın üzerinde birer kelime asılı. Ah kelimeler dünyası, yola çıkmalı* hem de hemen.


Nedense ilk karşılaştığım kapıda, “ÇOCUK” yazıyordu. 

İçeride bangır bangır çocuk sesleri.. Hiç de sevmem halbuki. Açtım kapıyı, kıvırcık saçlı, kömür gözlü bir velet karşıladı. Kız çocuğuymuş ama erkeğe benziyor. Elinde 500 ml'lik cam kola şişesi. Şöyle bir yüzüme baktı, sanki seni bir yerlerden tanıyorum der gibi.. Sonra arkasını döndü, diğer çocuklara koştu.

Dedim ki içimden;

Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi 
Şimdi çocuk büyümekte günbegün 
Bütün hüzünleri okşadı birer birer 
Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün*

Ev, ev değil mabet demiştim ya, aynı zamanda tımarhane. İnsanlara bakmaktan kapıların üzerinde yazanlara dikkat edemiyordum. Ama “MASAL” kapısı öyle haşmetliydi ki. Her masalda olduğu gibi buna da inandırdı. Girdim içeri.


Biri seslendi "şşt sen küçücük güzel bebek*" Ters ters baktım. "Sevmeyi bilir misin?*" dedi. 


Dedim ki içimden;

Ne olur biraz unutup kalsa 
Ne olur rüyaya dalsa 
Ne olur gerçek olsa masallar 
Ya da biz masal olsak*

Masal diyarından gerçek dünyaya geri dönmek pek kolay olmuyor. Gerçeğe çakılmanın verdiği şokla zor attım dışarı kendimi. 

Bir baktım kapıda elinde kola şişesiyle bizim küçük kız. 
AĞLIYORMUŞ.
Eğildim kulağına dedim ki; 
Ağlamak güzeldir

Süzülürken yaşlar gözünden
Sakın utanma
*


Bu küçük kızın adını ben koysam ne koyardım acaba diye düşündüm. Tam o sırada “ADEM” kapısı aralandı.

Hep bir ağızdan "Yalelli yalelli yalelli o zaman*" diye yıkılıyor içerisi. 
Bir gülme geldi. Ne zamandır dinlememişim. 

Küçük kız ilk defa ağzını açtı "Ben bu dünyaya bir türlü alışamadım. Bu yüzden insan içine karışamadım. Bana mı sordunuz adımı koyarken, bir küstüm bir daha barışamadım.*"


Dedim ki içimden;

Ben seni de sevmedim adem
Doğruyu duymak istiyorsun madem
Alt tarafı bir elma yedik beraber
Zehir-i zıkkım oldu bize bal badem*

Çok severim bu şarkıyı. En sevdiklerimdendir hatta. Bi keyiflendim. Tam o sırada aklıma geldi. Küçük kızın adı “TUANA” olmalıydı.


Bu sefer içimden söylemedim, gözlerinin içine dimdik baktım, dedim ki;

Sana söz, yine baharlar gelecek.
Sana söz, ışık sönmeyecek.
Ölüm yok ki Tuana, uyan

Şimdi yaşanacak.*

Daha lafımı bitirmeden “ZAMAN” kapısı içeri buyur etti. Bu sefer onun diyecekleri varmış;


Zaman sadece birazcık zaman..
Geçici bu öfke, bu hırs bu intikam.
Acılarımız tarih kadar eski.
Nefes alıp vermek misali olağan.*


 Zaman kapısından çıktım, aklımda binbir soru. Olağanmış, geçiciymiş ne kolay söylüyor diye düşünüyordum ki.. Düşünmeme gerek kalmadan YARALI kapısıyla göz göze geldik. Öyle bir göz kırptı ki, içeri girmeden gidersem belli ki daha büyük yaralar alacağım.

Girdim içeri avazım çıktığı kadar bağırdım; "Yaralı tepeden tırnağa herkes yaralı, alışılmıyor acıya yok kaidesi kuralı"*

Sonra da dedim ki içimden;

Ne zaman canın yansa bu kadar derinden 
Sanırsın mümkün değil bir daha üzülmen 
Ne inat ne gözü kara ne dayanıklı yürek 
Acıyor aynı yerden her şeye rağmen*

Ve “AŞK” kapısı tüm görmezden gelmelerime rağmen, ceee yapıp karşıma çıkıyordu. Sanki odalar kendi aralarında anlaşma yapmışlar gibi.. Ne tarafa dönsem üzerinde AŞK yazan kapıyı buluyordum. "Girmiyorum kardeşim içeri, bir sorun mu var?" derken yine nereden çıktığını anlamadan elinde kola şişesiyle küçük kız belirdi. Suratında muzip bir gülümseme, beni bir ittirdi kapıdan içeri, neredeyse yere düşüyordum. 


Ulu bir ses yükseldi içeriden "Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk*

"işk için ilmili işk o zimin işk"mış. Aman ne büyük laf.

Daha fazla duramadım, dedim ki;

Kapına geldim kendime rağmen, 
Sen beni deli mi sandın?
Sonuna kadar açtım sana içimi. 

Sana ne, ben seve seve yandım.
Yenilirim kendime, hiç utanmam.
Aşk ile ölümüm, doğumum.*

Ayıplayan gözlerle bana bakan cemaat yüzünden AŞK odasında çok uzun kalamadım. Aşk için ölmek yerine yaşamak gerektiğine de kimseyi inandıramadım. Çıktım ben de odadan.


Mırıldanmaya başladım;

Haydi gel benimle ol
Oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki neslimize
Oradaki sevgililer özenip birer birer
Gün olur erişirler ikimize*

Koridorları hızlı hızlı yürüdüm. Sanki birini arıyordum, kimi aradığımı da bilmiyordum ama görürsem tanırım diye düşünüyordum. Ve evet sırtından tanıdım;

Seni kimler aldı, kimler öpüyor seni 

Dudağında, dilinde 
Ellerin izi var* dedim.

Yüzünü döndü, "o" değildi. "O" olmayanlar için söylenecek tek şey vardı;

Sende benim kadar gerçekleri görüyorsun.
Beraber olamayız, benim gibi biliyorsun.
Bir başka dünyanın insanısın yavrucağım.
Sen kendi dünyanın toprağında büyüyorsun.*


Ah dedim içimden, geçmişe döndüm. Sevmemen gerekiyordu demişlerdi halbuki;
Bir yanda sen
Bir yanda tövbeler.
Bir yanım karşı koyar.
Bir yanım ister.*


"Bir yanım ister" der demez, karşıma bir anda “NİSPET” odası çıktı. Nispet.. Gençliğimden silinmesini istediğim anılardan bir kulüp adı :) Hemen açtım tabi kapıyı.. Hala o loş ışıklar, sigara dumanıyla dolu mu içerisi diye merak ettim.


Bir baktım içeride bütün eski arkadaşlarım. Bir anda hep bir ağızdan söylemeye başladık;

Amanın amanın yansın, ocağın barkın utansın
Ağan emmin her bir yerine kırmızı kınalar yaksın
Varsın bize vursun felek, ne çeyiz düzdüm emek emek
Allah bildiği gibi yapsın ahhh…
Böyle de nispet olmaz ki, seni gidi zalim yar
E zorla da kısmet olmaz ki seni gidi hain yar*

NİSPET odası beni son bir şarkı söylemeden bırakmadı. Madem 29 yaşında Nispet'e tekrar gelmişim, sahnede bir şarkı söylemeden göndermezlermiş.


Aldım elime mikrofonu;

Gel de eğ, eğ şu asi başını 
Kaçırma gel şu olgun yaşımı 
Anladım korkunu telaşını 
Görünce çakmak çakmak yeşillerini* 
diye namelerle bitirdim şarkımı. Neden bilmiyorum çok alkışlamadılar.

Odalar bitmiyordu. Yorulmaya başladım, ayaklarım da ağrıdı. Gözümden de uyku akıyor. "Son odalar "dedim içimden, "eve gitme vakti, hepsini bitirecek halin yok"

Şöyle bir etrafıma baktım, “TEBDIL-I MEKAN” (bazı kelimeler gerçekten çok güzel) odası karşımda duruyordu. En sevdiği şey kaçmak ve haliyle seyahat olan biri için fazla manidar bir odaydı doğrusu. 


Dedim ki içimden;

Tebdil-i mekanda ferahlık yokmuş aslında
Acının yüz ölçümü yeryüzünden çokmuş aslında

Soranlara, “Eh işte idare ediyor” dersin
İyi niyetli değilseler üstü kapalı geçersin*


Tebdil-i Mekan odası bir avluya açılıyordu. Her tarafında “KARANFİL”ler olan bir avluydu, çok güzel kokuyordu. 

Avluda bizim küçük kızı gördüm, bir bankta tek başına oturmuş, etrafında karanfiller..
Gittim oturdum yanına, konuşmadı.
Suratına baktım, o da bana baktı. 
Sanki seni bir yerden tanıyorum der gibiydi. Neden bilmem ben de öyle hissettim. 

"Ah benim örselenmiş incinmiş karanfilim" dedim içimden.

Sanki özgürlük kadar güzelsin 
Sevgi kadar özgür 
O güzel başını uzat göklere 
Gül güneşlere gül 
Kırılma, küsme sen yine bir şiir yaz 
Çok değil inan az kaldı az 
Bu kadar erken susma biraz bekle 
Ağlama, ağlama gül biraz*

Küçük kızın elinden tuttum, son odaya beraber girelim dedim. Kafasını 2 kere öne salladı, kola şişesini çöpe attık ve avludan açılan son kapıya doğru yürüdük.

Küçük kız şarkı söylemeye başladı;

Üzgünüm gidenler için

Üzgünüm bitenler için
Sadece çok üzgünüm dargın değilim

Günahlar, günahlar, günahlar.. 
Gün gelir zaman bizi aklar 
Yıkanır ihanetler 
Yıkanır ahlar*

*Her bir kelimesi Sezen Aksu'ya aittir.

P.S. Bu yazının yazılmasında emeği geçmiş Miray, Seda ve Duygu' cuğuma teşekkürü borç bilirim. İyi ki beni zorla götürdünüz o gece.

Ve tabiiki Caddebostan Hayal Kahvesinde bizi Sezen Aksu şarkılarıyla dolduran Emre Kınay, Bora Öztoprak ve Aslı Omağ'a da çok sevgiler.

 ---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme