20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

GECE, TOPLUM VE BİREY / Emete Naz Mertoğlu'nun Kaleminden

 


Bilge Karasu'nun yazdığı ikinci ve son romanı olan ''Gece'', kanımca yazarın yazdığı, hatta Türk edebiyatında yazılmış en karışık, soyut ve sembolik eserlerden biridir. Postmodernizmin etkilerinin görülmesi ve distopik bir evrende geçmesi eserin okunmasını güçleştirse de yazar aslında okuyucuya, üzerinde çalışabileceği pek çok materyal ve çözmeye çalışacağı pek çok tema sunmuştur. Benim dikkate değer bulduğum ve değineceğim temalar, eserin oluşumunu etkileyen siyasi ve kültürel olayların birey üzerindeki etkileri olacaktır. Bunların yanı sıra yazarın kendi hayatının, mekân-zaman ilişkisinin, post -modernizmin ve bir edebiyat türü olarak distopyanın üzerinde duracağım.

 Romanın daha ilk sayfalarında yazarın özellikle seçtiği ve bence romanı çok güzel özetleyen bir alıntıda şöyle yazıyor: ''Kendini kuran bireyin devinimliği, gerçek dünyanın oluşumudur.'' Kitabı okudukça daha çok anlam kazanan bu söz, kitap boyunca vurgulanmak istenen çok önemli bir mesajı özetliyor aslında. Bu da bir toplumun içinde birey olarak yaşayabilmenin ve bu özelliğimizi kaybetmememiz gerektiğinin önemidir. Özellikle 2.Dünya savaşının ardından yaşanan soğuk savaş ve bununla birlikte yaşanan teknolojik ve bilimsel gelişmeler, toplumların kalkınmasına odaklandığı için insanlar kendilerine odaklanmaktan çok, kendilerini daha büyük bir amaç için feda edilebilecek, güçlülerin elindeki bir piyon gibi hissetmeye başladılar.

 Romanın geçtiği distopik evrende baskıcı bir otoritenin altında yaşayan bir bireyin gözünden anlatılan eser, aslında yazarın 70'ler ve 80'ler Türkiye'sinde hissettiklerinin bir yansıması olduğunu söylersek çok da yanlış olmaz. Çünkü etnik ve cinsel kimliği ile kendini o dönemin Türkiye'sinden soyutlanmış hisseden yazar, sadece kendini anlamlandırma ve kabul bulma çabası ile değil, aynı zamanda o dönem yaşanan darbelerle, soğuk savaşla ve zıt fikirlerin çatışmalarıyla da baş etmek zorunda kalmıştır. Bunları birinci elden tecrübe eden Karasu, Gece'de, hissettiği o karanlık, otoriter atmosferi ve karmaşayı, romanında yarattığı kurmaca evrenine yansıtmıştır. Bir bakıma kendi gecesinin daha karanlık versiyonunu yazmış diyebiliriz. Romandaki ''Gece İşçileri'', en çok vurgu yapılan karakterlerden ve sembollerdendir. Görevleri karanlığı getirmek olan insan dışı bu kişiler, insanlara saldırıp öldüren, duvarlara mesajlar yazan bir topluluktur. Toplumda büyük bir korku uyandırırlar ama insanlar onlara karşı savunmasız ve çaresizdir. Türkiye’de ve hatta dünyada yaşanan siyasi olayları ve 2. Dünya Savaşını göz önünde bulundurursak, bu karamsar ve yayılmacı ideolojilerin toplumu ele geçirmesi ve bireyselliğin geri planda kalması, Gece İşçileri üzerinden anlatılmış olabilir. Ayrıca Romandaki N. isimli karakterin bu yozlaşan ve bireyi “yutan’’ toplum karşısındaki duruşu ve zaman zaman duyarsızlığı da yine Karasu’nun gerçek dünyadaki bireylere dayalı gözlemleri sonucu etkilenip esinlendiği ve eleştirmek istediği bir olay olabilir. Ayrıca “Bu defter bitti. Şu anda elimde tuttuğum nedir? Olsa olsa dünyanın bir görünümü.” diyen yazar, aslında toplumun ve dünyanın pek çok bireyin farklı bakış açılarından başka bir şeyleri olmadığını ve tıpkı yazarın yazdığı bu kitap gibi, dünyanın kendisinin de akışkan ve kişiye özel bir şey olduğunu belirterek bireyselliğe ve öznelliğe vurgu yapıyor.




Kitaptaki bir başka önemli unsur ise, Güneş Harekâtı ve Gece İşçilerinin birbiriyle olan ilişkisidir. Güneş Harekâtı, toplumda iyi bir örgüt olarak bilinen, insanlara yardım edip toplumu iyileştirmek için çalıştığını iddia eden bir topluluktur. Dışarıdan bakıldığında olumlu işler yapıyor gibi gözüküp, gece işçileriyle uzaktan yakından alakası yok imajı vermeye çalışsalar da aslında gizliden gizliye, gece işçilerinin başında duran onlardır. Yani halkın içinde güven verici bir maske ile dolaşan iki yüzlü bir örgüt olduğunu söylersek yanlış olmaz. Ki bu da yazarın, 20. Yüzyıl boyunca devlet ile bireyin arasında güven ilişkisinin sürekli olarak sarsılması ve devlet mi birey için yoksa birey mi devlet için problemini bir yansıtma çabası olarak görebiliriz. Ayrıca Gece İşçileri denen topluluğun kim için çalıştıklarını bilmemeleri, aslında bu örgütün başındaki O’nun onların da sonunda öleceğini söylemesi, bireyin toplum uğruna ne kadar çabuk harcanabildiğini ve insanların bu uğurda nasıl kandırıldığını gösteriyor bizlere.

Romanda bahsetmeden geçemeyeceğimiz en önemli unsurlardan biri de karakterler ve neyi sembolize ettikleridir. Roman boyunca karşımıza çıkan ve yer yer kitabın anlatıcısı olan üç ana karakter vardır. Bunlar: toplumda sıradan bir birey gibi gözüken N, Tanrı-Büyük Abi konumunda bulunan, her şeyi yöneten ve N’ye kafayı takmış O ve son olarak gerçekten var olup olmadığı belli olmayan, bakanlıkta Güneş Harekâtı adına çalışan Sevinç. Romanda, zaman zaman N ve O’nun birbirlerini tanıdıklarından bahsedilse de aralarındaki ilişki tam olarak nedir kitap boyunca çok açıklanmaz. Sadece O’nun N’yi ortadan kaldırılması gereken bir engel, topluma ve Güneş Harekatının emellerine aykırı biri olarak görmesidir. N’de “Hiçolum’’ denen bir kavram olduğundan bahseder ki bu kısaca, sessizliği ve umursamazlığı ile harekata ve dünyaya, O’nun inandığı ve değiştirmek istediği şeylere karşı bir isyan olarak yansıtmasıdır. Yani bundan da anlayabileceğimiz, aynı gerçek hayatta olduğu gibi, devletin sesi en çok çıkana değil de eylemleri ve düşünce biçimi ile bir fark yaratmaya çalışan, sessizliği bazılarının gürültüsünden daha fazla etki yaratan insanlardan bahsetmek istemiş olabilir. Nasıl ki O, N’yi susturmaya ve ortadan kaldırmaya çalışıyor ise  Karasu’nun döneminde de, devlet de emelleri doğrultusunda aynı politikaları izleyerek, bir kaos ortamı yaratmıştı. Sevinç adlı karakterin ise bu devlet- birey ilişkisinden daha çok, bireysel anlamlar taşıdığını düşünmek yanlış olmaz çünkü ortaya çıktığı andan beri gerçek olup olmadığı bile belli olmayan bir karakterdir aslında kendisi. Yazının ilerisinde de değineceğim gibi Sevinç, yazarın kimlik karmaşasının ve bireysel sorunlarının bir gölgesidir. Kadın-erkek belirsizliği ile ilgili olsun, harekattaki görevi ile ilgili olsun sürekli bir bulanıklık vardır Sevinç’in etrafında. Romanın ilerisinde de taraf değiştirmesi ve Güneş Harekatının yaptıklarını sorgulaması da siyasi ideolojiler arasında iki arada bir derede kalan bireyin durumunu yansıtır.

Yazarın kimliğine ve bunun roman üzerindeki etkilerine gelecek olursak, Post-modernist bir eser olduğu için birey odaklı olduğunu ve bu yüzden de bu etkenin romanda büyük yer kapladığını söylemek yanlış olmaz. Öncelikle, Gece’de ki karakter karmaşası, özellikle Sevinç’in önce gerçek olup sonra aslında karakterin sadece bir hayal ürünü olduğunun ima edilmesi, önce bir kadın olarak bahsedilirken sonra erkek olması yazarın cinsel kimliğine karşı hissettiği karmaşanın bir yansıması olabilir. Ayrıca hikâyenin sonundaki kırılmış ayna metaforu ve karakterin aynadan gördüğü üç yansıma da post-modernizmde çok ele alınan “ben kimim?’’ sorunsalını ve yazarın gerek cinsel kimlik gerek ırkı olarak hissettiği azınlık hissini yansıtmak için yapmış olabileceği de bir ihtimaldir. Hissettiği bu izolasyon, onun toplumda hayatına devam edebilmesi adına toplum için kullandığı “maskelere’’, farklı kimliklere bir atıf da olabilir. Öbür yandan kitapta “Bunları yazmakla kurtulunur mu?” ya da “Dil bu karanlığın içinde yaşayabilirmiş gibi görünen tek şey olacak. Hiçbir ağırlığın, hiçbir gerçekliğin kalmadığı bu yerde’’diyerek, kendi edebi yanının ve dilinin toplumdaki bu artan karanlığa karşı insanı ayakta tutabilecek tek şey olduğu düşüncesine de vurgu yapmıştır.

Pek çok distopik eser gibi Gece’ de de insanın içini bunaltan, geleceği karanlık dipsiz bir kuyu gibi gösteren bir atmosfer söz konusudur. Normal dünyadaki bir bireyin sorunlarını anlatmak yerine bir kurmaca evren içerisinde anlatmayı seçen yazar, aslında belirsizlikler ve abartılar üzerinden yazmayı seçerek durumun ciddiyetine vurgu yapmak istemiş diyebiliriz. Ayrıca yazar, yer ve zamanın belirsizliği ile okuyucuya kendini soyutlanmış hissettirip ve sayfalar arasında nerede olduğunu anlamak ister hissini yaşatarak, toplumun içinde, kalabalığın içindeki bireyin yalnızlığını anlatmıştır. Kitabın bir yerinde “Hangi ayna kendimizi gösterecektir bize? Sürekli bir yürüyüş içinde gibiyiz, bir lunaparkın eciş bücüş görüntü veren aynaları arasında.’’ diyor yazar. İnsanın sürekli olarak bir arayış içinde olması ve cevabı dışarıdan beklemesinin yanlışlığından bahsediyor burada. Çünkü birey, toplum içinde bulunduğunda, başkalarının onu gördüğünden fazlası olamaz. Onlar baktıkça var olur. Sürekli olarak farklı insanların gözlerinde, farklı kalıplarla yer alır. Bu aynalar içinde devam eden yürüyüşün, aslında kendimizi arama ve bulma çabamızda bir işe yaramayacağını ve yanlış yerlere baktığımızı söylüyor yazar bizlere. Son olarak gerek toplum yapısına eleştirisi ile gerekse ideolojiler ve bireyin kendisinden büyük emeller uğruna kendini kaybedişe vurgusu ile pek çok farklı konuya değinen yazar, kendisinden ve döneminden kattığı gerçekler ile de çok farklı ve bir o kadar da anlaşılmaz bir esere imza atıyor. Hem bir edebiyatçı hem de bir felsefeci olan Karasu, okuması güzel ve estetik hazza yönelik bir romandansa, döneminin gerçekliğini ve bunun getirdiği felsefik sorunları yansıtarak, Türk edebiyatındaki en iddialı eserlerden birini ortaya koymaktadır. 

---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme