OBRUK: BİR ÇÖKÜŞÜN HİKAYESİ / KURAK GÜNLER FİLM ELEŞTİRİSİ - Kitap Dedektifi'nin Kaleminden
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Çiçeği burnunda bir savcı olan Emre'nin tayini Yanıklar kasabasına çıkar. İşini büyük bir ciddiyetle yapmaya çalışan Emre, Belediye Başkanı Selim Bey ve kasaba halkı tarafından saygıyla karşılanır. Yeraltı suyunun kullanılmasının çevre kurulları ve mahkemelerce yasaklanması kasabada ciddi bir sorun yaratır. Selim Bey de büyük borularla yeraltı sularını kasabaya bağlayacak olan projesini hayata geçirmeye çalışır. Ancak Selim, yerel bir gazete sahibi olan Murat başta olmak üzere ciddi bir muhalefetle karşı karşıya kalır. Murat, Emre'yi belediye başkanına karşı kışkırtmaya çalışsa da Emre olaylara temkinli yaklaşır. Kısa bir süre sonra yapılacak olan yerel seçimlerde taraf olmaktan kaçınmaya çalışan Emre, ona karşı yükselen sesler sonucu kendisini zor bir durumun içinde bulur. Çok geçmeden Emre, bir kısır döngü içine hapsolur.[1]
Yönetmen ve
senaristliğini Emin Alper’in yaptığı “Kurak Günler” filmini yüzeysel olarak
incelediğimizde karşımıza çıkan özet tablo aslında bu kadar basit değil;
karmaşık.
Söz konusu bu
karmaşıklık gündelik yaşamdan gücünü alıyor. Öyle ki bireyin gündelik
hayatındaki dalgalı ve karışık yaşamı filme yansımış. Bu yönüyle Kurak Günler,
ilk olarak Dostoyevski’nin Suç ve Ceza kitabına ait başkarakter Raskolnikov’un
psikolojik gelgitlerini savcı üzerinden bize anımsatırken ikinci olarak da aynı
yazarın Karamazov Kardeşler'indeki polisiye yönünü yine başkarakterimizde
gösteriyor.
Savcı Emre, kendine
kurulan tuzaktan kurtulmaya çalışırken birçok karede temizliği temsil ediyor
gibi gösterilmiş. Bu temizlik hali kendinden önce istifa eden savcıya benzemek
istememe halini doğurmuş. Temiz olmadığı varsayılan ve bütün kasaba tarafından
görüşülmemesi için fazladan çaba sarf edilen muhalif gazeteci görünümündeki
Murat’ın kötülüğü gri bir alanda bırakılmış. Bu grilik hemen hemen bütün
karakterlerde mevcut. Bu yönüyle insanın doğadaki canlılar gibi siyah yahut
beyaz olarak değil, bazen iki renkten biri bazen de her ikisinin arasında
olduğuna dikkat çekilmiş. Böylelikle film daha inandırıcı bir hal almış. Bu
durumu ispatlar şekilde Emin Alper’in Kutsal Motor Youtube kanalında yapmış
olduğu muallaklık açıklaması da bulunuyor.[2]
Film avlanan bir
domuz ile başlarken, bittiğinde, filmde avlayanların avladıkları domuz türü
yerine insan türüne geçtiğine şahit oluyoruz. Bu yönüyle Hayao Miyazaki’nin
meşhur Ruhların Kaçışı filmindeki başkarakterin anne ve babasının tüketim
çılgınlığından dolayı domuza dönmelerini anımsatıyor. Başlangıçtaki avcılık
hali savcıyı çok sinirlendirirken aynı zamanda kendisi de evine dadanma
ihtimali olan fareleri öldürmek için tuzak ve zehirler hazırlıyor.
Karakterlerin ense çekimlerine şahit olduğumuz her an yavaş işleyen filmde,
farelerin bir şekilde filme dahil olmasıyla filme bir hareket geliyor. Bu durum
susuzluktan ve kanalizasyon sisteminin olmamasından dolayı başlayan vebayı
anımsatıyor.[3]
Bütün bunlar filmin
daha başındayken bir paradoksun içine hapsolduğunu gösterir nitelikte olmakla
birlikte açık bir şekilde obrukların bürokrasiyi ve insanlığın yozluğunu
gösterdiğine şahit oluyoruz. Bu şahitlik hali sanıldığının aksine Eşkıya ve
Ağır Roman filmlerindeki gibi kent yoksullarından gelen lümpen proletaryanın
yozluğunu anlatmak yerine kırsal kesimdeki küçük burjuva ve kendi toprağından
başka hiçbir sınıfsal çıkarını düşünmeyen kasabalıları anlatıyor.
Söz konusu sınıfsal
çıkar, toprağını korumak adına gericilik yapmaya da hazırdır. Bu hazırlık,
silahın yanında lince de yansır. Devletler, bazen bunu bir tehdit aracı olarak
kullanırken bazen de kendi kendine tehdit olarak görür. Bunun yansımasını bir
taraftan Emre’nin bürokratların çıkarlarına taş koyduğu için kasabalıları ona
karşı kışkırtmasıyla, öbür yandan da seçimi kazanan taraftarların kasabayı
yakıp yıkması ve egemen güç olan devletin baskı aygıtlarının hiçbir şey yapamamasıyla
anlıyoruz.
Devlet olgusunun
bireylerin olgu ve imgelerinden oluştuğu gerçeği ortadayken[4] bu imge ve olguların
çıkarları ile bireyin çıkarları tezat bir noktaya geldiği anda oluşturulan bu
siyasi kolektif ortadan kalkar ve kimse olguyu tanımaz. Sonuç serttir: “linç
kültürü.”
Yukarıda bahsedilen,
muhalif gibi gözüken yönetim yanlısı gazetecinin – ki bu kişi belediye
başkanının akrabasıdır- yalan haber yaymasıyla başlayan savcıyı linç hareketi,
bir noktadan sonra Emre’nin evinin saldırıya uğramasıyla sonuçlanıyor. Buna
karşılık Emre, linç etmek isteyen kasabalıların yanından rahatlıkla geçip
gidiyor. Bunun temel sebebi, devleti karşısına almak istemeyen kasabalıların
devleti temsil eden kişiye dokunmamasıyla birlikte, bu yetkiyi kötüye kullandığına
inanmalarından kaynaklanıyor. Dolayısı ile yalnızca Emre arabaya binip hareket
edince linç etmek isteyenler onun peşinden koşmaya başlıyor.
Kolektif bilinci olmayan bireyin kamuya yetkiyi
demokrasiyle verdiğine inanmasıyla birlikte her an yetkiyi kamu görevlisinde
değil aksine kendinde görmesinin bir sonucudur: “Obruk”
Film obruğun
oluşmasının tek sebebi olarak bireylerin değil, kamu görevini “asıl şimdi”
kötüye kullanan kişiler olduğunu söylüyor.
Buradaki “asıl şimdi” kelimesinin en saf hali linç anı. Linç girişimine
kadar savcıya itibarlı ve saygılı davranan hakim, o anda nezaket ile savcıyı
tehdit ediyor.
Kurak Günler, sadece
Anadolu insanının homofobik ve şovenist duygularını ortaya çıkarıp teşhir etmek
için değil aynı zamanda bir iki tane bile olsa Ankara göndermeleriyle açıkça
devlet ve bu olguyu yozlaştıran unsurların en başında gelen bürokrasiyi yerden
yere vuruyor. Bunu tekrar domuzluk metaforuyla yapıyor. Film,
Hayao’laşıyor.
Anadolu insanının
homofobik halini taşa tutan film, suyu bir arınma aracı, susuz olan kasaba
halkını da arınmamış olarak gösteriyor. Bu noktada arınmış olan Emre’nin
kendisi oluyor çünkü filmin başlangıcından kısa bir zaman sonra göle yıkanmaya
gidiyor. Yine aynı şekilde filmin bitimine yakın ve her şeyin sonuçlandığı
sanılan bir an Emre’yi yine gölde temizlenirken görüyoruz.
Film obrukla
başlıyor ve obrukla bitiyor. Ancak bu kez sorunu çözmese bile sorunu tespit
ediyor. ‘Bu obruklar, domuzlar kasabayı terk etmeden yok olmaz.’ Filmin
başındaki avcılık üzerine bu tespiti ispatlayan çokça diyalog bulunuyor.
Karanlık içinde
‘domuz gibi soluyanlardan kaçan iki kişinin obruğun öbür tarafına nasıl
gideceklerini bilmezlerken, ışık gibi parladıklarına şahit oluyoruz. Domuzlarsa zifiri karanlıkta yok oldular.’
diyor.
Tecavüz ve
oğlancılık konusuna özellikle girmediğimiz Kurak Günler aracılığıyla Emin Alper
devletin nerede olduğunu sormuş ve cevabı da obruğun içinde bulmuş. Yozlaşma,
en güçlü olarak gösterilen olgunun içini boşaltıp onu çökertmiş. Bu çöküş hali
onu var eden bireyleri de vurmuş.
[1]
https://www.beyazperde.com/filmler/film-288667/
[2]
https://www.youtube.com/watch?v=bpyKKKJTNwo
[3] Koku uzmanı Vedat Ozan ile yapmış
olduğumuz yayını izleyebilirsiniz. https://www.youtube.com/watch?v=5U76378v6pQ
[4]
http://www.kitapdedektifiyiz.com/2022/12/sevdigin-isi-yap-kulturu-ve-zararlar.html
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız?
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder