20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

İşkenceye Karşı Bir Haykırış, Primo Levi ve Auschwitz / Buse Pekkonuk'un Kaleminden

 


İtalyan Edebiyatı dendiğinde Dante Alighieri, Fracesco D’Assisi, Franesco Petrarca; günümüze yaklaştığımızda Umberto Eco, Italo Calvino ve Italo Svevo gibi klasikleşmiş ve kültleşmiş bazı önemli isimler gelir aklımıza hemen. İtalyan dilinin babası olarak görülen Dante, otuz beş yaşında, yolun yarısında, varlığı bile net olarak bilinmeyen aşığını cennetindeki melek olarak nitelendirip “İlahi Komedya”yı yazmasaydı, günümüzde İtalyanca böylesine güzel ve ahenkli bir dil olmayabilirdi. Dante günümüzde hala birçok yazara ilham ve örnek olur. Bunlardan biri de tartışmasız Primo Levi’dir.

  Primo Levi’yi anlayabilmek için öncelikle doğumundan Auschwitz kampına kadar olan döneme bakmalıyız. Kendisi Torino’da yani Kuzey İtalya’nın Piemonte bölgesinde dünyaya gelmiştir (Torino Alpler’e çok yakın bir konumdadır). Entelektüel bir ailenin çocuğudur Levi, ataları ise İspanya kökenli Yahudilerdir. Liseyi ve üniversiteyi de Torino’da okumuş ve kimyager olmuştur. Eğitim hayatında Yahudi olmasının dezavantajlarını yaşamış bir çocuktur. Genellikle ayrımcılığa uğramıştır ve bunun en büyük sebebi ise dönemin faşist rejimidir. Levi dağlara hep büyük ilgi duymuştur, hatta bir dönem arkadaşlarıyla dağa çıkmışlardır. Bu olay aslında ileride yaşayacağı zorluklarda onu daha dayanaklı kılmıştır. İş hayatına Milano’da başlamıştır, Torino’da çok sosyal olmayan Levi, Milano’da kuzeni ve arkadaşlarıyla yaşamıştır. Aslında bir bakıma kendisine güvenli bir çember oluşturabilmiştir, güvenli çemberi de aynı kendisi gibi insanlardan oluşmuştur (özellikle Yahudi olmaları açısından) ve boş vakitlerinde sürekli sosyal etkinlikler yapmışlardır. Zamanla faşist rejim daha da sıkılaşmaya başlayınca Yahudi arkadaşları ve partizanlarla birlikte göz önünde bulunmamak adına dağlara çıkmışlar fakat çok geçmeden faşistler tarafından yakalanmışlardır. Aslında bu bir kırılma noktası olarak görülebilir çünkü sonrasında toplama kampı günleri başlayacaktır. Yakalandıktan sonra ilk olarak İtalya’da bir toplama kampına götürülürler ve toplanan Yahudilerin sayısı günbegün artmıştır. En sonunda hepsi Auschwitz’e giden bir trene bindirilir. O trenin üzerindeki Auschwitz yazısı hiçbir anlam ifade etmeyen bir isimdir başta. Tren toplama kampına varır varmaz insanlık dışı işkenceler de başlamıştır. İlk olarak insanlar işe yarayan ve yaramayan olarak ayrıştırılmış, sonrasında işe yaramayanlar gaz odalarında öldürülmüştür. Sağ kalanlarınsa isimleri bile ellerinden alınmış yerine bir dizi sayı verilmiştir. Tamamen insanlık dışı koşullarda varlıklarını ve benliklerini bile kaybederek işkenceler görmüşlerdir. Bu olaylar Auschwitz isminin daha öncesinde bir anlam bile ifade etmediği Primo Levi’nin gözünün önünde gerçekleşek olan katliamların ve zulümlerin ilki olarak görülebilirdi. Ne var ki Levi aslında şanslıydı çünkü kendisi işe yarar gruptaydı. Bunun nedeni ise, geçmişi düşünüldüğünde, kimyager olması, Almanca bilmesi ve orada kurduğu bazı arkadaşlıklardır. Bu etkenler onun kamptan sağ kurtulan azınlık içinde yer almasına olanak tanımıştır. Aynı zamanda birkaç talihsiz gibi görünen ama kurtulmasına yardımcı olan olay da yaşamıştır, örneğin ölüm yürüyüşü esnasında kendisi hastalığa yakalanmış ve kamptan çıkamamıştır fakat bu sayede Rus askerleri kampa geldiğinde onu ve geriye kalan bazı kişileri bulabilmişlerdir, ölüm yürüyüşüne çıkan topluluktan ise neredeyse kurtulabilen kimse olmamıştır. 

                                                         

   Levi kurtulduktan sonra yurduna hemen dönememiştir. Savaş yüzünden Avrupa’nın farklı şehirleri üzerinden yurduna dönebilmeyi başarmıştır fakat artık çok yorgundur. Tüm yolculuk boyunca tek isteği ve düşüncesi bu haksızlığı, bu işkenceleri herkese anlatmaktır.

 Hayatı nispeten normale dönmeye başladığında önce yakın çevresine sözlü olarak yaşadığı her şeyi anlatmıştır. İşe başladıktan sonra geriye kalan tüm boş vakitlerini yazarak değerlendirmiştir. Maruz kaldığı bütün insanlık dışı olayları o durumda olan bir insandan beklenemeyecek şekilde bir nesnellik ve yumuşaklıkla anlatmıştır. Sonralarda yakın çevresinin de onu desteklemesiyle yazdıklarını toplayıp bir kitap haline getirir. Bazı yayınevleri onu reddetse bile en sonunda bir yayınevi kitabını basmayı kabul eder. Böylece ilk kitabı olan “Bunlar Da Mı İnsan” basılır. Kitabı umduğu ilgiyi görmese de o yazmaya devam etmiştir. Eserleri arasında en önemlilerinden biri olan “Boğulanlar ve Kurtulanlar” birçok dile çevrilir ve okuyucular arasında büyük ilgi görür. Bu kitabı aslında bir antropoloji kitabıdır. Yine kendisinden beklenenin aksine yazısını çok objektif bir dille kaleme almış ve kendisine işkence edenleri anlamaya, bu işkenceleri bir nedene dayandırmaya çalışmıştır. Bu noktada aslında Primo Levi biz okuyucularına bilim insanı olduğunu kanıtlamıştır çünkü ona göre her şeyin bir nedeni vardır ve gerçeğin peşinden gitmiştir. Objektif olması bir yandan da okuyucuyu yönlendirememektedir çünkü okuyucunun istediği yargıya kendisinin ulaşmasını ister.

   Primo Levi yazmıştır çünkü kendisinin de “Bunlar Da Mı İnsan” isimli kitabında açıkça belirttiği gibi içsel bir kurtuluş ister, bir nevi geçmişin yükünden kurtulmaktır isteği. Artık tanrıya inanmaz ve der ki tüm bunlar yaşandıysa bir tanrı olamaz. Auschwitz farklı bir dünyadır ve Levi orayı tanımlarken Dante’nin Cehennem’i ona ilham olmuştur. Levi’nin yaşadıklarını yazması orada ölen birçok insanın da sesi olmuştur adeta. O, üstü kapatılmak isteneni haykırmıştır. Ölümüyle ilgiliyse birçok kaynak kendisinin yaşadıklarına dayanamayıp intihar ettiğini söylemiştir.

   Yazımı kendisinin “Bunlar Da Mı İnsan” isimli kitabından bir şiir paylaşarak noktalamak istiyorum.                             

“ Düşünün bir, bir insan mıdır   

 Çamurda çalışan

 Huzur bilmeyen

Yarım ekmek için mücadele veren       

Bir “evet” ya da bir “hayır” ile ölen kişi

Düşünün bir, bir kadın mıdır

Saçları, adı olamayan,

Artık anımsama gücü olmayan

Gözleri boş ve bağrı soğuk”

Kışın bir kurbağa gibi.”                                       


--------------              

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız? 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme