Size Sunulan Değil, Sizin Çabalayarak Kurduğunuz Gerçek Yaşama Dair Bir Hikaye: Captain Fantastic / Seyfi Demirci'nin Kaleminden
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Eğer hiç umut olmadığını düşünürsen, hiç umut olmayacağını garantilemiş olursun. Eğer özgürlük için bir içgüdün olduğunu, bir şeyleri değiştirme şansın olduğunu düşünürsen, dünyayı daha iyi hale getirmek için katkıda bulunma olasılığın var demektir.
Noam
Chomsky
Gittikçe
büyüyen, betonlaşan şehirlerde yaşamımıza devam ediyoruz ve bir kaçış yolu
arıyoruz. Çünkü bu dar kalıpların içinde hepimiz, her gün aynı monotonlukta
yaşamaktayız. Kalıplaşmış düşüncelerin eşliğinde, bize sunulan hayatı
yaşamakta, düşünmemizi istenilenleri düşünüp, bize dayatılanların içerisine
gömülmekteyiz. Dar ve kalıplaşmış eğitim sisteminin bize sunduğu normları
öğrenmeye zorlanıyoruz. Artık nasıl düşünmemiz gerektiği değil, neyi düşünmemiz
gerektiği sunuluyor bize. Bir şekilde bu dört duvarlı, sıkıştığımız hayattan
kaçmak istiyoruz. Gerçek okul doğaya ve gerçek öğretmenler ağaçlara, kuşlara,
gerçek bilginin kaynağına ulaşmak istiyoruz. Aslında bir ütopyaya inanmak,
hatta onun hayattaki yansımasını yaşamak istiyoruz. Ama tüm bu istek ve
arzulara rağmen, bu sıkışmış ve sahte yaşamların içinde hala kolay ulaşımı
seçiyor, gerçek bir emekle ve çabayla kazanılan bilgiye ya da nesneye ulaşmak
için uğrasmak yerine, daha büyük, daha güzel dekore edilmiş evler, lüks
elbiseler, lüks tüketim ürünlerinin peşinden koşmaya devam ediyoruz. İşte şimdi
bahsedeceğim Captain Fantastic bize
bu ulaşma çabasını, bu ütopyanın varlığını ve en önemlisi başka bir hayatın
mümkün olabileceğini gösteriyor.
American Psycho, Face/Off gibi efsane filmlerde oyuncu olarak karşımıza çıkan Amerikalı aktör ve yönetmen Matt Ross'un ikinci uzun metraj
çalışması olan Captain Fantastic,
uzun zamandır görmediğimiz naifllikte ve gerçeklikte bir yol ve büyüme hikayesi
ortaya koyuyor. Senaryosunu da kendisinin kaleme aldığı film, bu kaçışı
gerçekleştirip, doğanın insana sunduğu gerçek yaşamın içindeki ütopyayı yaşayan
bir ailenin hikayesini ortaya koyarken, modern insanı ve modernitenin sunduğu
kalıplaşmış hayatı değerli biçimdeki eleştirisiyle de ortaya koyuyor. Bir
babanın, altı çocuğuyla birlikte ormanda kurduğu bir dünyayı görmekteyiz
filmde. Bu baba modern toplumdan uzak bir şekilde, doğanın ona sunduğu sonsuz
imkanların eşliğinde, modern yaşamdan uzak bir dünyada altı çocuğunu,
diyalektik düşünceyle büyütürken, aynı zamanda onları hayatın ve doğanın zorlu
şartlarında bir askeri disiplinde yetiştirerek hem zihinsel hem de bedensel
olarak kendi yöntemleri ile eğitiyor. Çocuklarını modern dünyanın oluşturduğu
eğitim sisteminin kalıplarına sıkıştırmadan, bir çaba göstererek onlara kendi
düşüncelerini, kendi fikirlerini, kendi sözcüklerini öğretiyor. Temelde
barışçıl bir profilde çizilen baba, uyguladığı bazı askeri sistematiklerle
çocuklarına hayatta kalmanın inceliklerini de gösteriyor.
Film tüm bu altyapı üzerine, zorlu bir
sahneyle başlıyor. Yönetmen Matt Ross'un renkli bir görsellikte sunduğu film,
ilk sahnesinde bizi doğanın ortasında muazzam bir görüntüyle karşılıyor. Tam
doğanın görsel metniyle başlayan film yolculuğumuz, ailenin en büyük oğlu
Bo'nun (George MacKay) bir geyiği çıplak ellerle öldürdüğü sahne ile, belki de
seyirci için naif ilerleyecek olan filmin ilk şok etkisini sunuyor. Temel
olarak filmin geneliyle pek ilişkisi olmadığını düşündüğümüz bu açılış
sahnesinde, yönetmen temel bir yapıda insanın alt benliğinden bir sunum
yapıyor. Ne kadar modern bir hayatın ve barışcıl bir öngörünün içinde yaşasa
bile insanın, her zaman içindeki vahşiliğini bize sunuyor. İnsanın içinde olan
hayvani içgüdüyü görselleştiren yönetmen, baba Ben'in söylediği "Hepimiz dünyanın hayvanlarıyız." sözünü görsel bir forma döküyor.
Bu sahneyle
kendi içinde yolculuğa çıkaran film, bizi bu ütopik yaşam ile beslerken, bir
anda annenin intiharıyla birlikte filmin kırılma noktasıyla karşı karşıya
bırakıyor. Bu kırılmadan sonra, belki de yönetmenin bu film ile ortaya koymak
istediği anlatının kapısını bize açıyor. Tüm ailenin annenin cenazesine gitmek
için bir ev gibi dizayn edilmiş eski bir okul otobüsüyle yolculuğa çıkması,
bizi modern toplumun sömürüsü ve imkanlarıyla yüzleştiriyor. Hayatlarında ilk
defa evlerinden ayrılan çocuklar, kapitalist Amerikan diyarı içerisinden geçip,
kültür düşüklüğü, tüketim çılgınlığı ve yapay bir dünyanın içerisinden
ilerleyerek annelerinin son yolculuğuna katılmak için yola devam ediyorlar.
Viggo Mortensen'in harika oyunculuğuyla
şekillendirdiği baba karakteri, Amerikan aile sistemine karşı çıkan bir figür
olarak karşımıza çıkıyor. Her filminde "mutlu aile" tablosunu çizen
Amerikan filmlerinin aksine, bu filmde verilen yanlış düzen birçok noktada
yıkılarak, gerçek ailenin değerlerini farklı bir açıyla gösteriyor. Baba Jo
çocuklarından hiçbir şeyi gizlemeyen ve hayatı en olağan şekliyle onlara
sunmaya çalışan biri olarak karşımıza çıkıyor. Annelerinin ölümünü herhangi
süslü ya da geçiştirici kelimeler kullanmadan, direkt olarak "Anneniz
öldü." diyerek çocuklarına söyleyen baba, Amerikan ailelerin korkulu
rüyası olan ve çocuğun yaşayabileceği duygusal travmaların önüne geçilmeye
çalışılan, bu nedenle çocuktan bu tarz konuların saklanması gerektiği ile
ilgili düşünceye karşı çıkıyor.
Filmin bana göre ve izleyen çoğu kişiye göre
en önemli sahnelerinden biri annenin cenazesinin olduğu sahne diyebiliriz.
Burada yönetmen izleyen seyirciye ve belki de sisteme çok güzel bir soru
yöneltiyor. "Dini inanışı olmayan bir insan, neden toplumun baskıları
sonucu dini bir törenle uğurlanır?" Bu noktada yönetmen Matt Ross,
toplumun dinsel baskılarının, insanların kendi inanışlarına saygı duymayışının
da bir eleştirisini sunarken, bir insanın sadece inancıyla mı, yoksa
yaptıklarıyla mı anılması gerektiği sorusunu da görsel bir norma dönüştürüyor.
Tüm bunlar eşliğinde yönetmen Matt Ross, temel anlamda tarafsız bir yapı
sergilemeyi tercih ediyor ve tüm film boyunca bunu korumaya çalışıyor, lakin bu
sahneyle aslında hangi tarafta olduğunu da bize net bir şekilde ifade ediyor.
Tüm bu anlattıklarımızın ışığında yönetmen
Matt Ross, görsel anlamdaki başarılı renk kullanımıyla, Amerikan kapitalizmine
ve modern yaşama getirdiği derin eleştirisiyle, harika müzikleriyle ve başka
bir hayatın mümkün olabileceğini gösterdiği hikayesiyle bize uzun zamandır
izlemek isteyip, bulamadığımız bir film sunuyor.
-----
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız?
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder