20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

BİR DİKTATÖR, BİR ŞİZO VE BİR KEDİ / Gülsen Akar

 



 Yunan Yeni Dalga Sineması’nın kelimenin tam anlamıyla çarpıcı işlere imza atan ismi Yorgos Lanthimos, huzur bozucu filmi Dogtooth üzerinden bir iktidar ve sistem eleştirisi sunmaktadır. Foucault’ya göre iktidarın yeri, sınırı ve kimliği yoktur. Yani iktidarı yalnızca devlet ve devlete ait kurumlar üzerinden okumak çok sınırlı olur. Toplumun en küçük birimi olan ailede dahi iktidar ve iktidarın özneler üzerindeki tezahürüne rastlanabilir çünkü iktidar her alanda kendini ortaya koyabilir, her yere nüfuz etmiş olabilir. Bu film de iktidarı ve yarattığı tahakkümü bir aile modeli üzerinden sunmaktadır.

 

Orta sınıf çekirdek bir ailenin, sıradan bahçeli evlerinde geçen huzur bozucu bir simülasyonun içerisinde hiç de sıradan olmayan bir hikâye izlemekteyiz. Anne-baba, iki kız çocuk ve bir erkek çocuğun oluşturduğu bu aile, dış dünyayla bağları tamamen kopuk bir şekilde izole bir yaşam sürdürmektedir. Baba dışında evdeki hiçbir ferdin dış dünyayla bir bağı olmadığı gibi dış dünyaya dair babanın sunduğundan başka bir fikre de sahip değiller. Baba figürünün iktidarında çocukların kendilerine ve dış dünyaya dair sahip oldukları her bilgi aslında manipüle edilmiş veya yeniden üretilmiş bir gerçeklikten ibaret iken büyük kızın dış dünyadan bir nesne ile tanışmasıyla mevcut iktidar düzenine karşı sessiz bir direniş başlamaktadır.

 

Çocuk, anne rahminde koruyucu ve izole edilmiş bir çeper içerisinde gelişir, doğar ve alışık olmadığı, güvensiz ve soğuk dünyada ilk bağı anne ile kurar. Güven algısını ve dış dünyaya adaptasyonun ilk oryantasyonunu bu bağ ile oluşturur. Evin dışına çıkmamış, dış dünyaya dair bir imgeye veya deneyime sahip olmayan çocuklar henüz rahmin dışına çıkmamışlardır çünkü dış dünyaya dair bir güvenlik algısından ve adaptasyon sağlayabilecekleri bir ortamdan oldukça uzaktadırlar. Sigmund Freud, çocuğun psikososyal gelişimine dair sunduğu kuramında babayı bir kural koyucu, tabir-i caizse kanun adamı yerine koyar. Çocuk otoriteyi, kuralları, kanunları, toplumsal olanı babanın gözüyle ve diliyle tanır. Bu hikayede baba, dış dünyayı bir “korku” figürü olarak sunmakta olup evin sınırları içerisinde kendi katı normlarını dayatır. Freud, toplumsal olana ilk bakışı babanın gözünden sunarken Lacan, çocuğun mevcut dış dünyayı, toplumsal olanı “dil” aracılığıyla tanıdığını söyler. Dil, düşünceleri oluşturur ve şekillendirir. George Orwell’in 1984’ünde tasvir ettiği gibi dili ele geçiren iktidar, düşünceyi de ele geçirir. Filmdeki baba figürü iktidar nesnesi olarak “dil”i yeniden üretir, böylece iktidarına ters düşecek hiçbir düşünce, yönettiği zihinlerde oluşamayacaktır çünkü dili üreten de anlamı üreten de kendisidir. Özne, kendisine sunulandan


başka bir gerçekliği düşünemez, başka bir anlamı üretemez hale gelir. İktidarı içselleştiren özne, iktidarın ürettiği gerçeklikler üzerinden kendisini tanımlar. Böylece iktidar bu özneler üzerinden yeniden ve yeniden doğmaktadır.

 

Ergenlik çağındaki çocuklar, bu yaşlarına dek dış dünyayı hiç deneyimlememişler ve dış dünya ile tanışmamışlardır. Evin izole ve korunaklı bahçesinde oynarken dış dünyaya dair gördükleri ne varsa babanın sunduğu anlatılar üzerinden kodlanmıştır. İktidarın çarpıtıp manipüle ettiği bu anlatıya göre dış dünyadan bahçelerine gelen kedi, yırtıcı ve vahşi bir hayvandır hatta o kadar yırtıcıdır ki çocukların hiç tanımadığı (hayali) erkek kardeş, babadan izinsiz dışarı çıktığında bu vahşi hayvan tarafından oldukça kanlı bir şekilde öldürülmüştür. Katı disipliniyle özneleri kendine bağımlı kılan baba, yönettiği korku politikası ile de iktidarını güçlendirir.

 

Foucault’ya göre iktidar, enformasyon nesneleri yaratır, biriktirir ve bunları kullanır. Bugün kapitalist sistem içerisinde söz ve iktidar sahibi Batı toplumlarının ürettiği ve pazarladığı hakikatler üzerinden konuşuyor ve yaşıyoruz. Politik doğruculuk karşısında tabulaştırılmış kelimeleri söyleyemeyiz. Düşüncelerimizi sınırları çizilmiş bir zemine göre ifade etmeye zorlanıp belli bir güruhun iktidarının izin verdiği ölçüde düşünebiliriz. Filmde baba figürü, dış dünyaya dair bilgiler ve hakikatler üretir; iktidarını güçlendirmesinin yanı sıra çocukları da sadece kendine ait kılar böylece dış dünyaya karşı da kendi iktidarını güçlü kılma gayretine girer. Günümüz devletlerinden Çin ve Kuzey Kore için bu örneği sunabiliriz. Çocuklar, babanın kendilerine sunduğu bu kodları içselleştirip ezberledikleri için ona bağımlı hale gelmişlerdir. Kendilerine ait varoluşsal ve zihinsel bir bütünlüğe sahip değillerdir. İktidarın sunduğu gerçeklik haricinde diğer her şey belirsizdir ve bir alternatifi de yoktur. Babanın sözünü dinlemezsen, kurallara karşı gelirsen başına çok fena şeyler gelebilir. Yönetilen korku politikasının yanı sıra mevcut iktidar ve hegemonyanın bir alternatifi bulunmadığı gerçekliğine inandırılmış öznenin itaati de böylece pekişmektedir.

 

İktidar varsa direniş de vardır. Elbette bu kapitalist çark içerisinde iktidara itaat etmeyenler olacaktır. Tıpkı evin büyük kızı gibi… Erkek çocuğun cinsel ihtiyaçlarını doyurarak kendi iktidarına ortak olmasını engellemek isteyen baba, bu eylem için dışarıdan kiraladığı bir kadını eve getirir. Evin büyük kızı bu kadın aracılığı ile bir filmin DVD’lerini alır ve dış dünyaya dair iktidarın sunduğundan farklı alternatif bir gerçeklikle ilk kez yüzleşir. Tipik düzende evden ayrılıp bağımsızlaşması gereken ergenlik dönemindeki kızın içerisindeki ilk isyan dalgaları yükselmeye başlar. Deleuze ve Guattari’nin deyimiyle sistemin çarklarına uyum sağlamayıp başkaldıran ve yine sistemin ürettiği bir şizo-özne olan kız, kaçmayı düşünmeye


başlar. Ancak baba figürünün çocuklara sunduğu üretilmiş bir hakikate göre çocuklar yalnızca köpek dişleri düşüp yerine yeni bir diş çıktığında evden ayrılabilirler. Büyük kızın çelişen gerçekler karşısında gözünü karartıp dış dünyaya gitmenin bir yolunu bulma çabası dahi yine iktidarın koyduğu kurallar çerçevesinde gerçekleşmektedir. Köpek dişinin düşmesini bekleyemeyen kız, dişlerini acı verici bir şekilde söker ve babasını dış dünyaya götüren arabanın bagajına saklanır. Özgürlüğe ulaşma gayesi ile izlediği yol bile iktidarın çizdiği sınırlar çerçevesinde gerçekleşmiştir. Evden doğrudan kaçmak yerine önce kurala uyularak köpek dişler sökülmüş; bahçe dışına farklı yollardan çıkmak yerine dış dünyaya gidebilmenin tek yolu olarak sunulan aracın bagajına saklanmıştır. Filmi burada noktalayan yönetmen, filmin bundan sonrasına dair anlatısını seyircinin hayal gücüne bırakmaktadır.

 

“Gerçek, sadece öğrenilendir.”

---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız? 


https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz                                                                                                                      

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme