NİLÜFER ŞİİRİNİN ESTETİK DEĞER AÇISINDAN İNCELENMESİ / M. Sait Aktaş
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Duyulur algının, duyusallığın sağladığı bilgi
ile ilgili bir bilim olarak tanımlanabilecek olan “estetik” Grekçe aisthesis ya da aisthanesthai sözcüklerinden gelmektedir. Estetik çok da geç
olmayan bir zamanda, 18. yy’da bir bilim haline dönüşmüştür. Estetik bilimini
kuran ve ona adını veren Alexander G. Baumgarten olmuştur.
Estetik güzellik adı
verilen değeri inceleyen bir bilim, bir güzellik felsefesi olsa da bu bilimin
sınırları içine güzellik değeri gibi yüce, trajik, komik, zarif, ilginç,
çocuksu (naif) ve hatta çirkin değeri de girer. Kısacası estetik tek kalıplı
bir felsefi sistem değildir. Bütün bu değerler estetik çözümlenmesi sırasında
elde edilir. Bir sanat yapıtını inceledikten
sonra ona güzel, yüce, ilginç vb. gibi estetik değerler yüklenir. Sanat
kategorisine giren pek çok alan vardır. Bu alanlardan biri de edebiyattır.
Estetik teoriler edebiyat eserinin edebi değerinin açığa kavuşturulmasında
önemli bir işleve sahiptir.
Estetik teorilerinin
edebiyat eserlerini inceleme noktasında geniş imkânlar sunduğu dikkate
alındığında Modern Türk Edebiyatı döneminde kaleme alınan birçok eserin bu
bağlamda incelenmeye uygun olduğu söylenebilir. Şiir, roman, öykü, tiyatro
başta olmak üzere farklı türlerdeki eserler estetik teorileri merkezi
incelemelerin konusu olabilir. Şiir bizce bunların içinde en çeşitli
yorumlamaya uygun olan türdür. Bu açıdan 20.
yy Türk şiirinin önemli isimlerinden biri olan Behçet Necatigil’in şiirlerini
estetik yönden incelenmeye imkân verecek pek çok nitelik barındırdığı kanısını
taşıyoruz. Hatta B. Necatigil’in şiirleriyle beraber bütün eserlerinin bu
şekilde bir incelemeye tabi tutulmasının gerekli olduğunu söyleyebiliriz. Bu
yazıda şairin tek bir şiiri üzerinden böyle bir inceleme yapılacaktır. Bir
şairin kendisiyle özdeşleşmiş bazı şiirler vardır. “Solgun Bir Gül Oluyor
Dokunuca,” “Gizli Sevda,” “Abdal,” “Sevgilerde” gibi şiirler, şairi olan Behçet
Necatigil ile özdeşleşmiştir. Bu şiirlerden biri de “Nilüfer” şiiridir. Adı
geçen şiirin estetik değer yönünden çözümlemeye uygun olduğunu düşünüyoruz.
Öncelikle adı geçen
şiiri alıntılıyoruz:
NİLÜFER
Ben oraya koymuştum,
almışlar,
Arasına sıkışık
saatlerin.
Çıkarır bakardım
kimseler yokken
Beni bana gösterecek
aynamdı, almışlar.
Kışken ilkyaz, sularımda
açardı;
Buzlu dağlar gerisine
kaçıracak ne vardı?
Eski defterlerde
sararmış yaprak.
Beni bana gösterecek
anlamdı, almışlar.
Bir ışıktı, yanardı eski
gecelerde;
Akşam, çiçekler uykuya
yattı,
Sardı karşı kıyıları
karanlık- -
Beni bana gösterecek
lambamdı, almışlar. [1]
Estetik değer
bahsinde önümüzde bir sanat yapıtı olduğunda güzellik o yapıtın estetik
değerini ifade eder. Değerli bir şiir demek, güzel bir şiir demektir. Bir
şiirin estetik değerini belirlemek istiyorsak öncelikle tahlilci yöntemlere
başvurmak gerekir. Bununla beraber şiir tahlili yapıp, anlamını açığa çıkarmak
estetik değer çözümlemesi ile bir düşünülemez. Amacımız “Nilüfer” şiirini
çözümlemeye tabî tutup estetik değerini
belirlemek olsa da biz bu şiirin epistemolojik referansını da estetik bir
çekicilik barındığını düşünüyoruz.
Nilüfer şiirinin
arka planı Yunan mitolojisindeki Hero ile Leandros aşkına dayanmaktadır. Behçet Necatigil bu aşk hikâyesini şöyle
anlatmaktadır:
Heles Pantos'ta (Çanakkale
Boğazı) Abdyos’lu bir genç olan Leandros, boğazın karşı yakasında Sestos
şehrinde bir Aphrodite rahibesi olan Hero’yu seviyor, her gece yüze yüze
karşıya geçip sevgilisiyle buluşuyordu. Hero’nun koyduğu bir ışık, Leandros’un
karanlıkta yolunu bulmasını sağlıyordu. Bir gece fırtına ışığı söndürdü.
Leandros boğuldu, Hero kendini kuleden aşağı attı.[2]
Bu giriş sonrasında
önce şiirin başlığı üzerinde durmak gerekir. Nilüfer, yaprakları yuvarlak ve
geniş çiçekleri beyaz, sarı, mavi, pembe renkte, durgun sularda veya havuzlarda
yetişen bir su bitkisidir. Kısacası nilüfer doğaya ait bir varlıktır. Doğada
olan bir nesne sanat yapıtına aktarıldığında bunun üzerinde düşünülmesi
gerekir. Bu da doğada ve sanatta güzel olan ne tür bir güzellik algısına dayandığıdır.
Estetikte güzel olan hem doğa için hem sanat için kullanılagelmiştir. Doğa
güzelliği diye bir güzellik vardır. Ayrıca doğa güzelliğinin sanatsal
güzelliğin de kaynağı olduğunu öne süren anlayışlar da vardır. Bu anlayışlardan
en önemlilerinden biri Yansıtma (Mimesis)
Teorisi’dir. Yansıtma teorisine göre nesneler dünyası ve doğa biçimleri sanat
için daima bir örnek, bir model oluşturur.
Şiirin ilk kıtasının
sonunda “beni bana gösterecek aynamdı almışlar” ifadesinde “ayna” kelimesi
yansıtma teorisi açısından bir ipucu niteliği taşır. Ancak burada bir ayrıntıya
dikkat çekmek gerekir. Ayna metaforu sayesinde nilüfer ile resmi özdeş kılan şair
burada kendisiyle nilüfer/resim arasında birliktelik kuruyor. Diğer bir deyişle
onu idealleştiriyor. Aristo’nun söylemiyle gerçekten olan değil, olabilir olan
ifade ediliyor. Nilüfer’in imajı ayna sayesinde aslından kopuyor ve şairin
“ben”ine dönüşüyor. Melchior-Bonet’in saptamasıyla,
“Ayna, bireyi sürekli olmak ve gözükmek
diyalektiği içine angaje ederek hayali kışkırtır, yeni perspektifleri harekete
geçirir ve başka bir gerçekliği haber verir. Bireyin kendisiyle karşı karşıya
kalmış olması, başkalarının bakışından koparılmış mahremiyet alanı sadece bir
görüşün pasif algılanışı değil, bir projeksiyondur, arzu, yansıma ve yansıtma
arasında bir dolaşımdır. Bireyin kendisini gözlemlemesi, değerlendirmesi,
kendisiyle ilgili düşler kurması, kendisini değiştirmesi: Bunlar kendine bakışı
uzun süre engelleyen yasakların ötesinde aynayla her türlü buluşmanın hayata
geçirdiği farklı işlevlerdir.” [3]
Bu saptamadan yola
çıkarak ayna, şairin kendini yeniden görmesinde, her bakışta kendini yeniden
keşfetmesinde aracı rol oynamaktadır. Ayrıca metinler arası ilişkiler
bakımından Yunus Emre’nin “Beni bende demen bende değilim / Bir ben vardır
bende benden içeri” dizeleriyle bağlantı kurulabilir. Aynanın alınması haliyle
kendi beninden uzaklaşmaya, kendi benini bir bakıma yeniden kazanmaya sebep
olmaktadır.
Doğa güzelliğinin
bir parçası olan nilüfer bu şiirde güzelliğini doğa varlığı düzeyinde değil,
ona müdahale eden, onu değiştiren, bütün bunları yaparken de doğayı
tinselleştiren, ona fantezi katan, onu hayal gücüyle bezeyen tinsel etkinlikte
elde edilir. Nilüfer burada şair için yalnızca bir ilham kaynağıdır, yani model
değildir. Şair doğal olguyu (nilüfer) kendi ruhunda meydana gelen ifadeyle ilgi
içine koyar.
Sanat yapıtı yapma
bir güzelliktir. Bir bitki olan nilüfer ise doğa güzelliği yahut doğal
güzelliktir. Doğal olan ile yapma olanın birleştiği yer bir sanat yapıtıdır. B.
Croce bunu tinsel olan şeyin, ifadenin doğal elemanlarda dışlaşması olarak
anlatır. Sonuçta nilüfer doğal bir güzelliğin temsili olsa da asıl güzel olan
sanat yapıtı, burada okuduğumuz biçimiyle şiirdir.
Şiirde aynadan sonra
ipucu niteliğindeki ifade anlamdır (“Beni
bana gösterecek anlamdı, almışlar”). Önceki
kıtada aynasını kaybeden şair şimdi de anlamını kaybediyor. Ayna şairin
benliğinin bir bakımdan görüntüsüydü. Anlam ise Ben’e benliğini kazandıran
unsurdur. Böylece kaybetme ile ayna ve anlam arasında bir bağlantı kuruluyor.
Ayna görüntüyü, anlam ise açıklığı ifade ediyor. Estetik ise açık seçikliğini
değil duyusal olanın incelenmesini kendine görev edinir.
Anlamın somut/gerçek
ile bağlantısı düşünüldüğünde kaybedilen anlam aynı zamanda gerçek olandır.
Gerçek olanın kaybedildiği yer ise aslında estetiğe açılan kapıdır. Reel
(gerçek) dünyadan çıkıp gerçek olmayan bir dünyaya adım atmak estetik tavır
alışı niteler. Edebiyatta ise gerçeküstücü sanat anlayışlarına göndermede
bulunur. Burada B. Necatigil’in şiirlerinde anlam ile anlamsızlığın birbirini sentezlediği
anımsanmalı. Anlamsızlık olumsuz bir anlamı değil anlamın katmanlaşıp
yoğunlaşması ve yeniden/başka bir açıdan üretilmesidir.
Duyu organlarıyla
kavranılan gerçeklikle sanat yapıtındaki gerçeklik birbirinden ayrılır. Sanat
yapıtında kavranılan gerçeklik duyu organlarıyla kavranılan gerçeğin ötesine
geçer, daha doğrusu farklı bir açıyla gerçekliği yeniden üretir. Bunu estetik
biçimler sayesinde oluşturur. Kısacası doğada kavradığımız gerçek ile sanattaki
gerçek birbirinden ayrıdır.
İlk kıtada ayna,
ikinci kıtada anlamın kaybedilmesinden sonra şiirin üçüncü ve son kıtasının
sonunda lambanın da kaybedildiğini görüyoruz (Beni bana gösterecek lambamdı,
almışlar). Yazının başlangıcında şiirin epistemolojik referansı olduğunu
belirttiğimiz Hero ile Leandros aşkı bu kıtada somutlaşır. Ayna görünüşü, anlam
benliği, lamba ise aydınlığı yani görünüş ve benin farkının açığa çıkmasını
simgeler. Bu üç unsur da aşama aşama kaybediliyor. Lambanın kaybı karanlığı,
dolayısıyla ölümü simgeler. Görüleceği gibi sıralanan üç unsur şiirde reel
anlamından ayrılıyor. Bunu Necip Fazıl’ın Poetika yapıtında yaptığı, “şiirde
teşhis, tecrit içindir” ve Asaf Halet Çelebi’nin poetikasını kaleme aldığı
“Benim Gözümde Şiir Davası” yazısında “müşahhas malzemeyle mücerret bir âlem
kurmak” tarifleriyle bağlantılı olarak düşünebiliriz. Teşhis, duyularla idrak
edilen maddi bir dünyanın kavranılması (sanatta mimesis’e bağlı anlayış), tecrit ise dış dünyanın zihni bir
karakter kazanması veya doğrudan doğruya zihni bir yaratıcılık olarak
tanımlanabilir. Bu durumda şiirde geçen ayna, anlam ve lamba kelimeleri somut
bir ifade olsa da soyuta doğru bir yönelişi sembolize eder. Şiirde bu unsurlar
adım adım reel bağlamından sıyrılır.
Ayna benliğin
yansıması, anlam ona gerçeklik kazandıran unsur ve lamba ise bütün bunların bir
arada yok oluşudur. Estetik değer açısından bakıldığında önce karşı karşıya
olunan gerçek (reel) kaybedilir, anlamın kaybıyla ikinci bölüme geçilir burada
kaybedilen gerçeğin bir muğlaklık haline dönüştüğü görülür. Lambanın kaybıyla
artık her şeyin sona erdiği anlaşılır. Sıralama yaparsak: Gerçeklik, gerçeküstü
ve mücerret bir âlem.
Aşama aşama
kaybedilen üç unsurun ardından şairin gerçek âlemden koparak gerçeküstü bir
âleme ulaştığı sonucuna varabiliriz. Gerçeküstü âlemden kasıt şairin
tasavvurundaki mutlak âlemdir.
“Nilüfer” şiirinde
ulaştığımız sonuçla bağlantılı olarak Borges’in “Ayna ve Maske” öyküsünü
hatırlayabiliriz. Öyküde zafer kazanan kral ozandan zaferi anlatacak bir şiir
yazmasını talep eder. Ozan şiiri okuduğunda kral ona ayna hediye eder. Ancak
kişiliğinde bir sarsılma olmadığı için yeni bir şiir yazmasını talep eder. Ozan
yeni şiiri okuyunca kral hayranlığını gizleyemez, ozana maske hediye eder ancak
bunun daha da güzelini yazabileceğini söyleyerek ozana işaret verir. Ozan daha
sonra başka bir şiirini okur kralın huzurunda. Ancak aradan geçen bir yıllık
zaman içinde ozanın başkalaştığı görülür. Tek sözcükten oluşan şiirini okuduğu
zaman ne kral ne de ozan onu tekrar etmeye cesaret edebilir. Ozanın bu defaki
hediyesi hançerdir ve bu hançerle kendini öldürür, kral ise kayıplara karışır.
Bu bakımından “Nilüfer” şiiriyle “Ayna ve Maske” arasında metinler arası bir
ilişkinin sezildiği söylenebilir. Metinler arası ilişkiyi sağlayan etken, B.
Necatigil ile Borges’in sanat ve estetik anlayışlarının yakınlığının sezilmesinde
anahtar rolü oynar.
Son olarak insanın
doğayı bilme isteği giderek insanı bilime, doğayı değiştirme isteği ise sanata
götürmüştür. Bu anlamda bütün sanat insanın denkleşmesini dile getirir. Hemen
bütün sanatlarda dile gelen bu denkleşme, özellikle çağdaş soyut sanatta ve
onun güzellik anlayışında en belirgin biçimde dışa vurulmaktadır. Bunun nedeni,
soyut sanat ve güzellik teorisinde klasik süje-obje ilgisinin aşılmış
olmasıdır.
“Nilüfer” şiiri
estetik değer açısından birçok ipucunu barındırır. Bunları yansıtma teorisi,
güzel, reel-irreel dünya olarak sıraladık. Ayrıca şiirin dayanak noktası,
anlamlı bir bütün oluşturabilmesi, anlatımı, oranı vb. gibi unsurlarla da şiir,
estetik açıdan değerlendirmeye imkân sağlayacak eşsiz malzeme barındırır. Bunun
biraz da çok sesli yapısına borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Çok sesli şiir ve
estetiği zengin birikimi ve göz alıcılığıyla okurunu yeniden birbirinden farklı
çözümlemelere çağırıyor.
KAYNAKÇA
Melchior-Bonet: Aynanın
Tarihi, (Çev: İsmail Yerguz) Dost Kitabevi Yayınları 2007, Ankara
Necatigil Behçet:
Şiirler, Yapı Kredi Yayınları 2012, İstanbul 5. Baskı
Necatigil Behçet: Yüz
Soruda Mitologya, K Kitaplığı, 2002 İstanbul
Okay Orhan: Poetika
Dersleri, Dergâh Yayınları, 2016 İstanbul 5. Baskı
Tunalı İsmail: Estetik,
Remzi Kitabevi, 2002 İstanbul
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder