CAN SIKINTISI ÜZERINE FELSEFI VE MODERN YAKLAŞIMLAR

 Can sıkıntısı, insanlık tarihi boyunca bireysel ve toplumsal bir mesele olarak tartışılmıştır. Bu duygu, yalnızca basit bir ruh hali değil, insanın varoluşsal sorularını ve anlam arayışını yansıtan derin bir olgudur. Tarihten modern zamana kadar uzanan bu kavram, felsefi analizlerle zenginleşmiş ve modern yaşamın etkileriyle dönüşüme uğramıştır. Makalenin Amacı   Bu makalede, can sıkıntısının tanımından başlayarak, felsefi yaklaşımlar, modern toplum üzerindeki etkileri ve çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Can Sıkıntısının Tanımı ve Doğası Can Sıkıntısı Nedir? Can sıkıntısı, genellikle bir şey yapma isteksizliği, yaşamın monotonluğu ya da bir amaçsızlık hissi olarak tanımlanır. Bu duygu, bireyin içinde bulunduğu çevresel koşullardan kaynaklanabilir ya da içsel bir huzursuzluğun dışavurumu olabilir. - Seneca ve Antik Dönem: Antik Yunan ve Roma döneminde düşünürler, insanın günlük yaşamının rutinlerinden kaynaklanan monotonluğa dikkat çekmişlerdir....

Ruhumuzu Satmadan Nasıl Para Kazanırız? / Yusuf Kaan Kır

 



 Eğer özel bir şirkette günde 14 saat çalışmak zorunda olan biriysen bu söylediklerimden dolayı bana kızıyor olabilirsin. Sonuçta memurluğa kapağı atsaydın çok daha konforlu bir hayatın olacaktı. Evet, ama gözden kaçırdığın bir husus var.

 Mesela, alelade bir kurumun yazı işleri müdürlüğünü ele alalım. Bilen bilir, yarı kurumsal işletmelerin içi pembe dizi gibidir. Çalışacağın masaya geçene kadar ortamda dönen çözümsüz dramaya ayak uydurman gerekir. Kim kiminle kavgalı, kim kimden hoşlanıyor, kim neyi sevmez bilmelisin. Bilmelisin ki iş yapabilesin. Yoksa “Sen benim delgeçimi nasıl kullanırsın.” gibi işi sekteye uğratan ottan boktan kavgalara maruz kalır, farkına varmadan düşman kazanmış olursun.

 Peki bizi bu dallı budaklı geçmişi öğrenmeye zorlayan toksik ortam nasıl oluşur?

       Çalışanlar günlük rutinden bir süre sonra sıkılırlar.

       Biriken enerjilerini yenilik ve üretime aktaramazlar.

       Körelen sorun çözme yeteneklerini dinç tutmak için yeni sorunlar yaratırlar.

       Ve sonuç olarak en ufak sözden, ses tonundan veya kapı çarpmasından anlamlar çıkaran yoz, verimsiz ve kindar bir topluluğa dönüşürler.

 Emin olun, o kurumun memurlarına kazma kürek dağıtıp bahçede çalıştırsak döngüye giren bu pembe dizi anında son bulurdu. Şimdi askerlerin neden kar yağarken kar kürediklerini anlamışsınızdır. Onlara onlardan önce yapay sorunlar üretilir ki başıboş kalıp öngörülemeyen yeni sorunlar çıkaramasınlar.

 Yani işin özeti şu: Ütopik memur hayatı risksiz bir döngü olduğundan beyin ya körelir ya da yeni sorunlar üretir. Eğer söylediklerimi tek seferde anlayıp geçmişten dersler çıkarabilen biriysen körelmek ve delirmek arasında seçim yapmak zorunda kalacaksın.

 Bilmediğin ve hazır olmadığın bir şeye öykünme. Konfora ulaştığında başına gelecekleri henüz bilmiyorsan Maslow’un İhtiyaçlar Piramidi‘ne bir bak. Göreceksin ki karnın doyduğu an mental açlığın devreye girecek. Kimseye de derdini anlatamayacaksın. Ağzını her açışında “Ee abicim ne güzel memur olmuşsun işte. Daha ne istiyosun?” diyecekler. Yalnız kalacaksın. Konforu tatmış üretken bir adam için lüks sayılan yalnızlık hissi senin için psikolojik drama filmine dönüşecek.

 Seni bu duruma iten sebeplerin farkındayım. Otoriteye biat etmediğinde çevrendekiler seni hor görüyor. Enişten bile. Onlardan laf yememek için elinden geleni yapıyorsun. Çünkü kölelik yaparken yediğin kırbaçlar onların dilinden daha hafif.

 Fakat, verdikleri yapılacaklar listesini sırayla yerine getirdiğin halde bazı şeylerin ters gittiğinin farkındasın. Yavaş yavaş eridiğini ve seni sen yapan tüm özelliklerin zamanla kaybolduğunu hissediyorsun. Belki daha çok çalışsan, daha çok sırıtsan, daha çok el avuç yalasan bu gidişata son vereceğini düşünüyorsun. Ama olmuyor. Gösterdiğin bu çaba yaşadığın illüzyonu uzatmaktan başka bir işe yaramıyor. Hatırla, daha önce de yaramamıştı.

 Okul hayatındaki en büyük motivasyonun, okumamış insanların yaptığı ayak işlerinden kurtulmaktı. Peki sonuç ne oldu? Birazdan üç beş liseliye hangi menüyü istediklerini soracaksın veya motosikletine atlayıp pizza teslimatı yapacaksın. Belki de patronun misafirlerini ağırlamak için çay falan getirirsin. (Bilmem ne mühendisliği diploman olduğu halde.) Eğer Orta Doğu coğrafyasındaysan bunların başına gelmeme olasılığı oldukça düşük.

 

 Daha en başından bu zindandan nasıl kurtulacağımızı maddeler halinde yazabilirdim ama yapmadım. Çünkü hiçbir işe yaramazdı. Nitekim çözüm dediğimiz prosedür basit yöntemlerle değil zihniyet değişimiyle olur. Yani o kadar yazıyı okutmamın sebebi sizi tek bir probleme odaklamaktı. O da memur zihniyeti.

 Artık şunu anlamanız gerek. Memur kafasıyla özel sektörde barınamazsınız. Çünkü zorlukları tattığınız ilk hafta, bu işkenceye uzun vadede nasıl katlanacağınızı düşünürsünüz. Halbuki o iş yerinde geçirmeniz gereken süre maksimum üç aydır.

 Çevrenizin verdiği garantici telkinler sizi böylesi bir cehenneme bile ömürlük kapak atmaya iter. Her türlü eziyete rağmen “Oh! En azından işim var.” dersiniz. Üstelik bu mantalite sadece iş yerinde de kalmaz tüm hayatınıza yansır, ilişkilerinize bile.

 Şayet buraya kadar okuyup içinde bulunduğunuz durumun vahametine ikna olduysanız gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Ne zaman batacağı belli olmayan kıytırık bir şirket size kariyerinizle ilgili gelecek planlarınızı sorduğunda onlara götünüzle güleceksiniz. Önünüze attıkları kariyer vaatleri size basit bir köpek oyuncağı gibi görünecek. Sonuçta kimsenin şirketine mürit olmak için doğmadınız.

 Patronların her an her şeyi isteyebilme cüretinin kaynağı senin korkularındır. Bir şey istediğinde kolayca “Hayır!” diyemeyeceğini çok iyi bilir. Çünkü işe girdiğin o gül kokulu dükkan senin tek kurtuluşundur. Birbirimizi kandırmaya gerek yok. Herkes en az üç Pazar’ını patronunun ayak işlerine feda etmiştir. Patronun senin korkularını çok iyi bilir fakat sen hiçbir zaman onun aklından geçenleri tam olarak bilemezsin. O patronun ne şanslıdır ki 30 yıllık iş hayatında kendi öz değerinin farkında olan tek bir elemana bile rastlamamıştır. Halbuki kapıyı vurup gitmen halinde sana karşı yapacağı herhangi bir yaptırım yoktur. Sadece geçmiş korkularını tetikleyerek üzerinde baskı kurmaya çalışır. Son kale: “Evde boş boş oturacağına gel bizim dükkanda iş öğren.” demektir. Size bunu der ama dandik bir ofis programına her ay tonla ödeme yapar. Bu karanlık gerçeğe uyandığınız an insanların sizi nasıl gördüklerini de görmeye başlarsınız. İş öğretmekle sömürme arasında o kadar da ince bir çizgi yoktur. Sonuçta kimse tiner kokulu bir atölyede beleşe çalışmak için her gece saat kurup erkenden kalkmaz.

 Konu para olduğunda en son güvenmen gereken şey insanların iyi niyetidir. İyi niyet, yerlere çöp atmamak gibi basit bir apartman kuralını bile işlevsiz hale getirir. Bu yüzden anlaşmalar en aptal, en sorumsuz, en bencil ve en psikopat tiplere göre belirlenmelidir. Sonuçta anlaşmalardaki boşluklar birileri tarafından kesinlikle sömürülecektir. Bu sebeple belirlediğiniz kurallar oldukça detaylı ve tartışmaya kapalı olmalıdır.

 Örneğin, müşterinle para konusunda anlaşmışsın ama ödeme zamanını “Ayıp olmasın.” diye soramamışsın. Merak etme. Çıkmaz ayın son çarşambası paranı alırsın. Neticede sen ucu açık bir kural koymuşsun, adam da koyduğun kuralı kafasına göre esnetmiş. Böyle bir durumda ağlamaya hakkın yok.

 Bazı insanlardan detay istediğinizde tabii ki de zeytinyağı gibi üste çıkıp sizi utandırmaya çalışacaklardır. Üzülmeye gerek yok, zaten bu tür köylü kurnazlarından bir halt olmaz. Büyük hayallerle güzel bir iş bağlayacağınızı umut ettiniz ve muhatabınız böyle biri çıktı. Evet, hayal kırıklığınız büyük olacak. Ancak, olaya bir de iyi yönünden bakın. Birkaç günlük hayal kırıklığı karşılığında yıllarca boşa harcanmış emek, çözümsüz dava süreci ve bu süreçte geçireceğiniz psikolojik travmadan kurtulmuş olacaksınız. Emin olun, niyeti sizinle iş yapmak olan biri ona para sorduğunuzda tripten tribe girmez.

 Geriye dönüp baktığında sana hakkını vermeyen insanların ortak özelliklerini daha net göreceksin. Çünkü yaşadığın olay döngüsü hep aynı. Sen hep alçak gönüllüsün. Verdiğin emeği hep küçümsersin. Zorlandığın bir işi bile büyütmezsin. Sanırsın ki senin bu mütevazı tavrını karşı taraf anlayıp seni ödüllendirecek. Hayır. Böyle bir dünya yok. İyi niyet her zaman en kötü niyette eşitlenir. Muhatabın “Zaten bu işi keyfine yapıyordu.” kafasına girer. Paranı vermeyi geçtim belki bir teşekkürü bile çok görür.

 Sen yaptığın işi detaylı bir şekilde karşıya anlatmazsan onlar da senin emeğini elinden geldiğince minimize ederler. Çünkü psikolojik olarak sana borçlanmak istemezler. Sonuçta sen yaptığın işe değer vermiyorsun, karşı taraf niye versin ki.

       İster batan firman için her gün dağa çıkıp odun kes,

       İster iş öğrenmek için patronuna bedavaya sekreterlik yap,

       İster sevgilin mutlu olsun diye onu her yaz tatile götür.

 Fark etmez. Bunlar zaten senin bedavaya sunduğun hizmetlerdi. Bırak emeğinin karşılığını almayı, üzerine laf bile yemen muhtemel. Amaç seni kışkırtıp insanlara posta koydurtmak değil, kaybetme korkunu yenmek. Atar-gider tarzı şeyler zaten bize ters. Sonuçta yukarıda bahsettiğim gibi biriysen herhangi bir aksiyona girmene de gerek yok. Sadece yokluğun bile onlar için ceza olacaktır. Tek yapman gereken kaybetme korkunu yenmek. Patronun ve sevgilinin ortak özelliği; her ikisinin de kendilerini sana hayatının fırsatıymış gibi sunmalarıdır. Bu da onları kaybetme korkunu tetikler. Halbuki seni sömürmek isteyen birinin iş teklifini reddettiğinde hayatından herhangi bir şey eksilmez. Keza aynı durum nankör sevgilin için de geçerli.

 Onlardan korunmak için bilmen gereken şeyler aslında çok az:

       Fırsatçılığı bırak. Fırsatlar ayağa gelmez. Önüne gelen teklifler büyük ihtimal fırsatçıları avlayan basit tuzaklardır. Seçim şansın olmasa bile bunu bilerek o teklifleri değerlendir. Böylece hayal kırıklığından korunursun.

       Kaybetmekten korkmamalısın. Korkuyla strateji aynı anda olmaz. Önce çevrenin aşıladığı korkuları yen. Bu da korktuğun alanda bilgilenerek olur. Böylece bilginle mantığını devreye sokup kaybetme korkunu büyük ölçüde kırarsın.

       Garantici kafadan çık. Hiçbir sabit gelir gençliğini feda etmene değmez. Alanında yükselmeye bak.

       Memur zihniyeti devletleri bile yavaşça batıran bir aldatmacadır. Bu kafayla özel sektörde para kazanılmaz. Memur zihniyetinden arın.

       Alçak gönüllülük nesli tükenmekte olan ince ruhlu insanlara tesir eder. İş dünyasında alçak gönüllü olma. İşinin değeri neyse karşıya onu aktar.

       Sana ve yaptıklarına değer vermeyen insanların seninle iletişimi kesmesi bir kayıp değildir, aksine kazançtır.

 Unutma, sahip olmak istediğin şeyi elinin tersiyle itmen o an ulaşabileceğin en yüksek seviyedir. Evet, onları reddettiğinizde belki arkanızdan koşmazlar ama elinden şekerini aldıkları o eski çocuk olmadığınızı taş kafalarına kazırlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme

Divan Edebiyatının Kökeni ve Gelişimi