Ruhumuzu Satmadan Nasıl Para Kazanırız? / Yusuf Kaan Kır
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Eğer
özel bir şirkette günde 14 saat çalışmak zorunda olan biriysen bu
söylediklerimden dolayı bana kızıyor olabilirsin. Sonuçta memurluğa kapağı
atsaydın çok daha konforlu bir hayatın olacaktı. Evet, ama gözden kaçırdığın
bir husus var.
Mesela, alelade bir
kurumun yazı işleri müdürlüğünü ele alalım. Bilen bilir, yarı kurumsal
işletmelerin içi pembe dizi gibidir. Çalışacağın masaya geçene kadar
ortamda dönen çözümsüz dramaya ayak uydurman gerekir. Kim kiminle kavgalı, kim
kimden hoşlanıyor, kim neyi sevmez bilmelisin. Bilmelisin ki iş yapabilesin.
Yoksa “Sen benim delgeçimi nasıl kullanırsın.” gibi işi sekteye uğratan ottan
boktan kavgalara maruz kalır, farkına varmadan düşman kazanmış olursun.
Peki bizi bu dallı
budaklı geçmişi öğrenmeye zorlayan toksik ortam nasıl oluşur?
● Çalışanlar günlük rutinden bir süre sonra sıkılırlar.
● Biriken enerjilerini yenilik ve üretime aktaramazlar.
● Körelen sorun çözme yeteneklerini dinç tutmak için yeni
sorunlar yaratırlar.
● Ve sonuç olarak en ufak sözden, ses tonundan veya kapı
çarpmasından anlamlar çıkaran yoz, verimsiz ve kindar bir topluluğa
dönüşürler.
Emin olun, o kurumun
memurlarına kazma kürek dağıtıp bahçede çalıştırsak döngüye giren bu pembe dizi
anında son bulurdu. Şimdi askerlerin neden kar yağarken kar kürediklerini
anlamışsınızdır. Onlara onlardan önce yapay sorunlar üretilir ki başıboş kalıp
öngörülemeyen yeni sorunlar çıkaramasınlar.
Yani işin özeti şu: Ütopik memur hayatı
risksiz bir döngü olduğundan beyin ya körelir ya da yeni sorunlar üretir. Eğer
söylediklerimi tek seferde anlayıp geçmişten dersler çıkarabilen biriysen
körelmek ve delirmek arasında seçim yapmak zorunda kalacaksın.
Bilmediğin ve hazır
olmadığın bir şeye öykünme. Konfora ulaştığında başına gelecekleri henüz
bilmiyorsan Maslow’un
İhtiyaçlar Piramidi‘ne bir
bak. Göreceksin ki karnın doyduğu an mental açlığın devreye
girecek. Kimseye de derdini anlatamayacaksın. Ağzını her açışında “Ee
abicim ne güzel memur olmuşsun işte. Daha ne istiyosun?” diyecekler. Yalnız
kalacaksın. Konforu tatmış üretken bir adam için lüks sayılan yalnızlık
hissi senin için psikolojik
drama filmine dönüşecek.
Seni bu duruma iten
sebeplerin farkındayım. Otoriteye biat etmediğinde çevrendekiler seni hor
görüyor. Enişten bile. Onlardan laf yememek için elinden geleni yapıyorsun.
Çünkü kölelik yaparken yediğin kırbaçlar onların dilinden daha hafif.
Fakat, verdikleri
yapılacaklar listesini sırayla yerine getirdiğin halde bazı şeylerin ters
gittiğinin farkındasın. Yavaş yavaş eridiğini ve seni sen yapan tüm
özelliklerin zamanla kaybolduğunu hissediyorsun. Belki daha çok çalışsan, daha
çok sırıtsan, daha çok el avuç yalasan bu gidişata son vereceğini düşünüyorsun.
Ama olmuyor. Gösterdiğin bu çaba yaşadığın illüzyonu uzatmaktan başka bir işe
yaramıyor. Hatırla, daha önce de yaramamıştı.
Okul hayatındaki en büyük motivasyonun,
okumamış insanların yaptığı ayak işlerinden kurtulmaktı. Peki sonuç ne oldu?
Birazdan üç beş liseliye hangi menüyü istediklerini soracaksın veya
motosikletine atlayıp pizza teslimatı yapacaksın. Belki de patronun
misafirlerini ağırlamak için çay falan getirirsin. (Bilmem ne mühendisliği
diploman olduğu halde.) Eğer Orta Doğu coğrafyasındaysan bunların başına
gelmeme olasılığı oldukça düşük.
Daha en başından bu zindandan nasıl
kurtulacağımızı maddeler halinde yazabilirdim ama yapmadım. Çünkü hiçbir işe
yaramazdı. Nitekim çözüm dediğimiz prosedür basit yöntemlerle değil zihniyet
değişimiyle olur. Yani o kadar yazıyı okutmamın sebebi sizi tek bir probleme
odaklamaktı. O da memur zihniyeti.
Artık şunu anlamanız
gerek. Memur kafasıyla özel sektörde barınamazsınız. Çünkü zorlukları tattığınız
ilk hafta, bu işkenceye uzun vadede nasıl katlanacağınızı düşünürsünüz. Halbuki
o iş yerinde geçirmeniz gereken süre maksimum üç aydır.
Çevrenizin verdiği
garantici telkinler sizi böylesi bir cehenneme bile ömürlük kapak atmaya
iter. Her türlü eziyete rağmen “Oh! En azından işim var.”
dersiniz. Üstelik bu mantalite sadece iş yerinde de kalmaz tüm hayatınıza
yansır, ilişkilerinize bile.
Şayet buraya kadar
okuyup içinde bulunduğunuz durumun vahametine ikna olduysanız gerisi çorap
söküğü gibi gelecektir. Ne zaman batacağı belli olmayan kıytırık bir şirket
size kariyerinizle ilgili gelecek planlarınızı sorduğunda onlara götünüzle
güleceksiniz. Önünüze attıkları kariyer vaatleri size basit bir köpek oyuncağı
gibi görünecek. Sonuçta kimsenin şirketine mürit olmak için doğmadınız.
Patronların her an
her şeyi isteyebilme cüretinin kaynağı senin korkularındır. Bir şey istediğinde
kolayca “Hayır!” diyemeyeceğini çok iyi bilir. Çünkü işe girdiğin o gül kokulu
dükkan senin tek kurtuluşundur. Birbirimizi kandırmaya gerek yok. Herkes en az
üç Pazar’ını patronunun ayak işlerine feda etmiştir. Patronun senin korkularını
çok iyi bilir fakat sen hiçbir zaman onun aklından geçenleri tam olarak
bilemezsin. O patronun ne şanslıdır ki 30 yıllık iş hayatında kendi öz değerinin
farkında olan tek bir elemana bile rastlamamıştır. Halbuki kapıyı vurup
gitmen halinde sana karşı yapacağı herhangi bir yaptırım yoktur. Sadece geçmiş
korkularını tetikleyerek üzerinde baskı kurmaya çalışır. Son kale: “Evde boş
boş oturacağına gel bizim dükkanda iş öğren.” demektir. Size bunu der ama
dandik bir ofis programına her ay tonla ödeme yapar. Bu karanlık gerçeğe
uyandığınız an insanların sizi nasıl gördüklerini de görmeye başlarsınız. İş
öğretmekle sömürme arasında o kadar da ince bir çizgi yoktur. Sonuçta kimse
tiner kokulu bir atölyede beleşe çalışmak için her gece saat kurup erkenden
kalkmaz.
Konu para olduğunda
en son güvenmen gereken şey insanların iyi niyetidir. İyi niyet, yerlere
çöp atmamak gibi basit bir apartman kuralını bile işlevsiz hale getirir. Bu
yüzden anlaşmalar en aptal, en sorumsuz, en bencil ve en psikopat tiplere göre
belirlenmelidir. Sonuçta anlaşmalardaki boşluklar birileri tarafından
kesinlikle sömürülecektir. Bu sebeple belirlediğiniz kurallar oldukça
detaylı ve tartışmaya kapalı olmalıdır.
Örneğin, müşterinle
para konusunda anlaşmışsın ama ödeme zamanını “Ayıp olmasın.” diye
soramamışsın. Merak etme. Çıkmaz ayın son çarşambası paranı alırsın. Neticede
sen ucu açık bir kural koymuşsun, adam da koyduğun kuralı kafasına göre
esnetmiş. Böyle bir durumda ağlamaya hakkın yok.
Bazı insanlardan
detay istediğinizde tabii ki de zeytinyağı gibi üste çıkıp sizi utandırmaya
çalışacaklardır. Üzülmeye gerek yok, zaten bu tür köylü kurnazlarından bir halt
olmaz. Büyük hayallerle güzel bir iş bağlayacağınızı umut ettiniz ve
muhatabınız böyle biri çıktı. Evet, hayal kırıklığınız büyük olacak. Ancak,
olaya bir de iyi yönünden bakın. Birkaç günlük hayal kırıklığı karşılığında
yıllarca boşa harcanmış emek, çözümsüz dava süreci ve bu süreçte geçireceğiniz
psikolojik travmadan kurtulmuş olacaksınız. Emin olun, niyeti sizinle iş yapmak
olan biri ona para sorduğunuzda tripten tribe girmez.
Geriye dönüp
baktığında sana hakkını vermeyen insanların ortak özelliklerini daha net
göreceksin. Çünkü yaşadığın olay döngüsü hep aynı. Sen hep alçak gönüllüsün.
Verdiğin emeği hep küçümsersin. Zorlandığın bir işi bile büyütmezsin. Sanırsın
ki senin bu mütevazı tavrını karşı taraf anlayıp seni ödüllendirecek. Hayır.
Böyle bir dünya yok. İyi niyet her zaman en kötü niyette
eşitlenir. Muhatabın “Zaten bu işi keyfine yapıyordu.” kafasına girer.
Paranı vermeyi geçtim belki bir teşekkürü bile çok görür.
Sen yaptığın işi
detaylı bir şekilde karşıya anlatmazsan onlar da senin emeğini elinden
geldiğince minimize ederler. Çünkü psikolojik olarak sana borçlanmak istemezler.
Sonuçta sen yaptığın işe değer vermiyorsun, karşı taraf niye versin ki.
● İster batan firman için her gün dağa çıkıp odun kes,
● İster iş öğrenmek için patronuna bedavaya sekreterlik yap,
● İster sevgilin mutlu olsun diye onu her yaz tatile götür.
Fark etmez. Bunlar
zaten senin bedavaya sunduğun hizmetlerdi. Bırak emeğinin karşılığını almayı,
üzerine laf bile yemen muhtemel. Amaç seni kışkırtıp insanlara posta koydurtmak
değil, kaybetme korkunu yenmek. Atar-gider tarzı şeyler zaten bize ters.
Sonuçta yukarıda bahsettiğim gibi biriysen herhangi bir aksiyona girmene de
gerek yok. Sadece yokluğun bile onlar için ceza olacaktır. Tek yapman
gereken kaybetme korkunu yenmek. Patronun ve sevgilinin ortak özelliği; her
ikisinin de kendilerini sana hayatının fırsatıymış gibi sunmalarıdır. Bu da
onları kaybetme korkunu tetikler. Halbuki seni sömürmek isteyen birinin iş
teklifini reddettiğinde hayatından herhangi bir şey eksilmez. Keza aynı durum
nankör sevgilin için de geçerli.
Onlardan korunmak
için bilmen gereken şeyler aslında çok az:
● Fırsatçılığı bırak. Fırsatlar ayağa gelmez. Önüne gelen
teklifler büyük ihtimal fırsatçıları avlayan basit tuzaklardır. Seçim
şansın olmasa bile bunu bilerek o teklifleri değerlendir. Böylece hayal
kırıklığından korunursun.
● Kaybetmekten korkmamalısın. Korkuyla strateji aynı anda
olmaz. Önce çevrenin aşıladığı korkuları yen. Bu da korktuğun alanda
bilgilenerek olur. Böylece bilginle mantığını devreye sokup kaybetme korkunu
büyük ölçüde kırarsın.
● Garantici kafadan çık. Hiçbir sabit gelir gençliğini feda
etmene değmez. Alanında yükselmeye bak.
● Memur zihniyeti devletleri bile yavaşça batıran
bir aldatmacadır. Bu kafayla özel sektörde para kazanılmaz. Memur
zihniyetinden arın.
● Alçak gönüllülük nesli tükenmekte olan ince ruhlu insanlara
tesir eder. İş dünyasında alçak gönüllü olma. İşinin değeri neyse karşıya onu
aktar.
● Sana ve yaptıklarına değer vermeyen insanların seninle
iletişimi kesmesi bir kayıp değildir, aksine kazançtır.
Unutma, sahip olmak istediğin şeyi elinin
tersiyle itmen o an ulaşabileceğin en yüksek seviyedir. Evet, onları
reddettiğinizde belki arkanızdan koşmazlar ama elinden şekerini aldıkları o
eski çocuk olmadığınızı taş kafalarına kazırlar.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder