20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

TÜRK ŞİİRİNDE DEPREMİN AKİSLERİ / Kübra KURUHALİLO KARACA

 

 

     Halk arasında “zelzele” olarak da bilinen “deprem”, Eski Türkçede “vurmak, sarsılmak, oynamak” anlamlarına gelen tep-, tepre- fiillerinden türetilmiştir. Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzeyini sarsma olayına "deprem" denir. Tarih boyunca birçok şehrimiz büyük depremler yaşamıştır ve ne yazık ki binlerce insan bu depremlerde hayatını kaybetmiştir. Çok yakın geçmişimizde 6 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen deprem, ülkemizi derinden sarsmıştır. Depremin üzerimizdeki fiziksel, duygusal ve ruhsal tesirinin yakından şahidi olarak geçmişte yaşanan depremlerin toplumun her kesiminde acı, keder, kayıp, yas, kaygı vb. gibi duygular uyandırdığını şüphesiz söyleyebiliriz. Deprem ile tezahür eden düşünceler ve duygular, edebiyata da yansımıştır.

     Edebiyatımızda depremle ilgili bilinen ilk şiir, Tevfik Fikret’in Zelzele adlı şiiridir. 1894 yılında tsunamiye yol açan büyük İstanbul depremini Tevfik Fikret, Haluk’un Defteri’nde şu şekilde dile getirmiştir:

 

ZELZELE

Bin üç yüz ondu… Henüz dün bu köhne izbeye sen

misafir olmuştun,

ki hep sinirli ve hummalı hastalar gibi yer

birden

için için ve uzun

bir ihtilâc çırpındı, kırdı, yıktı… Keder

ve korku yüzleri soldurdu; evler, âileler

birer döküntü; kalanlar bütün ezik, kurâda

bir inkisâr-ı huşu’ en şerefli başlarda,

Minareler bile

ser-be-zemin.

Beşer bu sadme-i meş’ûma böyle uğrar da

biraz tenebbüh eder.

Biraz tenebbüh için bin belâ… Ne ders-i haşîn!

 

Sen işte böyle siyah günlerin misafirisin.

Hayatın elbette

kolay ve neş’e-fezâ bir seyâhat olmayacak;

lâkin

bu tîh-i mihnette

kolay ve neş’e-fezâ bir seyâhatin ancak

hayâli vardır; uzak bir serâb için koşmak,

nihâyetinde yorulmak ve boş yorulmaktır.

Hayatı dîv-i hakîkatle çarpışan kazanır;

zafer biraz da hasar ister.

Koşan cihâd-ı maâliye şanlı, lâkin ağır,

mahûf adımlar atar,

önünde zelzeleler, arkasında zelzeleler!

 

Tevfik Fikret, oğlu Haluk dünyaya gelmeden evvel depremi ve dünyanın nasıl bir yer olduğunu Zelzele şiiri ile anlatmıştır. Fikret, şiirin ilk bölümünde deprem felaketini kelimelerle resmederken depremin varlığından ders çıkarmadığımızı da dile getirmiştir; şiirin ikinci bölümünde ise hayatın zorluklarını Haluk’a anlatmıştır. “Zafer biraz da hasar ister.” diyerek iyi bir hayat için her daim umut olduğunu evladına vurgulamıştır.

Tevfik Fikret, sadece İstanbul depremi için değil;  Balıkesir (1898) ve Aydın (1895,1899) şehirlerinde gerçekleşen büyük depremler için de şiirler yazmıştır. Balıkesir depremini anlattığı Verin Zavallılara adlı şiiri, 20 Şubat 1898 yılında Servet-i Fünûn dergisinin 365 numaralı nüshasında yayımlanmıştır:

 

VERİN ZAVALLILARA

-Balıkesir Musâbîni İçin-

Harâb-ı zelzele bir köy… Şu yanda, bir çatının

Çürük direkleri dehşetle fırlamış; öteden

Çamur yığıntısı şeklinde bir zemîn katının

Yıkık temelleri manzûr; uzakta bir mesken

Zemîne doğru eğilmiş, heman sukût edecek;

Önünde bir kadın… Of, artık istemem görmek!

Bu levha kalbimi tahrîk içinse, kâfidir;

Tasavvur eyleyemem bir yürek; velev münkir,

Velev haşîn ü mülevves ki böyle bir hâli

Görüp de sızlamasın… Şimdi siz bu timsâli

Bu levh-i mâtemi her türlü dehşetiyle alın,

Bu muhterem vatanın bir kenar-ı bâridine;

Bütün o manzara-i cân-şikâfı bir de kalın

Ridâ-yı berf ile örtün ki titresin de yine

-içinde saklayarak sûziş-i felâketini-

yabancı gözlere göstermesin sefâletini…

Nasıl tahammül eder sonra karşısında bunun,

Bunun, bu sahne–i pür-ye’s ü girye-meşhûnun

Biraz hamiyyet ü rikkatle sızlayan dil-i pâk?

Derin, iniltili çarpıntılarla sîne-i hâk

Teessüratını söyler bu levh-i âlâma;

Sizin de kalbiniz elbet acır, değil mi? Verin,

Verin şu dullara, yoksul kalan şu eytâma,

Verin enînine gayet, şu bir yığın beşerin!

 

Şair, Verin Zavallılara şiiriyle acı ve yoksulluğa karşı merhamet ve yardım isteğini dile getirmiştir. Şiirinde köyü ele alan Fikret yıkık yapılardan, tüm bu kötü manzaranın önünde duran bir kadından bahsetmektedir ve daha fazla bu manzarayı seyretmek istememektedir. Bu feci manzara, Fikret’e göre kötü kalplileri bile etkileyecek derecededir. Fikret şiirin sonuna doğru günümüzde artçı depremler olarak adlandırdığımız sarsıntıları, toprağın göğsündeki iniltili çarpıntı olarak ifade ederek toprağın yüreğindeki üzüntüsünü elemler levhasına dile getirmesinden bahsetmiştir ve insanlar için yardım istemiştir.

Tevfik Fikret’in Aydın Felaketzedegânı İçin adlı şiiri ise İrşad’ın 1 Şubat 1921 tarihli 9 numaralı nüshasında yayımlanmıştır:

 

       AYDIN FELAKETZEDEGÂNI İÇİN

Bilirsiniz ninelik, hiss-i rikkat-âverini:

Şu bir enîn-i tazallüm leb-i melâlinde

Dökük saçık, bulaşık bir paçavra halinde

Yolun çamurları üstünde sızlayan mahlûk

Nedir bilir misiniz? Bir kadın… Evet, şu boğuk

Şu inleyen acı sesi; dinleyin o bir ninni

Kadın bu sesle, bu muhrîk sürûd-ı mihnetle

Avutmak istiyor âgûş-ı mihnetinde yatan

Yetîm-i zârını, biçâre hasta, aç, uryan

Bu aç ve hasta çocuktan arar şifâ-yı hayat

Acıklı sahne-i mâtem ki lerziş-i sademât

Cibâli titretiyor karşısında dehşetle

Yazık henüz iki gün yok, şu ağlayan hatun

Maîşetin bütün ehvâl-i giryeperverine

Gülerdi böyle sarıldıkça tıfl-ı dilberine

Çocuk henüz iki gün yok, değildi böyle yetim

Zavallılar… Bu merâret, bu inkisâr-ı elîm

Revâ mıdır ki sizin kalbinizde yer bulsun

Revâ mıdır ki henüz dün gülerken, oynarken

Bütün huzur-ı hayatıyla bunca aileler

Bugün zelîl ü perîşan, mu’azzeb ü muğber

Harabelerde, çamurlarda ağlasın, yatsın

Revâ değilse de vâki: Bugün bütün Aydın

Değil harâbe, cehennem kesildi zelzeleden.

Çoluk çocuk, kadın erkek açıkta bir şeysiz

Sefil -ayazların altında işte kıvranıyor;

Çoluk çocuk, kadın erkek cayır cayır yanıyor

İşitmiyor musunuz? Bir sadâ-yı hevl ü ümîd

“Aman, aman…” diye aks eyliyor amîk ü medîd

Bu ses, bu onların âvâzı işte, dinleyiniz

Bu seste bir koca halkın enîn-i sûzişi var

Bu ses diyor ki: “Saadet şefîk-i zillettir!”

Bu ses diyor ki: “Verin vermemek cinayettir!”

Verin saadetinizden, verin zavallılara;

İânenizle kapansın vahîm olan bu yara;

Verin ki ağlamasın anneler, oğulcuklar.

 

Aydın Felaketzedegânı İçin adlı şiire baktığımızda Verin Zavallılara şiiriyle benzer ifadeler taşıdığı, benzer tasvirlerin bulunduğu dikkat çekmektedir. Şiirin İrşad’da yayımlanma sebebi o dönem Anadolu’da devam eden savaş sebebiyle kadınlara, çocuklara, Türk askerine ve muhtaçlara yardım edilmesi gerektiğidir. 

Balıkesir ve Aydın’da gerçekleşen depremlerin dışında 1939 Erzincan depremi de Türk şiirinde yer almıştır. Nazım Hikmet, Bursa’da hapishanede yatarken yazdığı ve 1940 yılında Yeni Ses dergisinin kapağında yayımlanan Kara Haber şiiriyle ve Halide Nusret, Ah Erzincan Vah Erzincan şiiriyle depremi çarpıcı şekilde dile getirmişlerdir:

 

KARA HABER

Erzincan’da bir kuş var

Kanadında gümüş yok

Gitti yârim gelmedi

Gayrı bunda bir iş yok.

Oy dağlar dağlar, dağlar, dağlar...

Aldı ellerine kanlı başını

Karın ortasında Erzincan ağlar...

O ağlamasın da kimler ağlasın…

 

Kar yağar lapa lapa

Tipidir gelir geçer...

Yan yana sırt üstü yatan ölüler

Akşam olur tandıramaz

Ateşini yandıramaz

 

Gün ağarır, şafak söker

Kimsecikler gitmez suya

Ezilmiş başlarıyla ölüler

Vardılar uyanılmaz uykuya

 

Ses edip geceye beyaz taşından

Kışlanın saati çaldı ikiyi.

Ne çabuk lahzada bitti yaşamak

Kimisi altı aylık,

Kimisi sakalı ak,

Kimi on üç, on dört yaşında;

Kimi yola gidecek

Kimisi mektup bekler

Yan yana sırt üstü yatan ölüler...

 

Yayıkta yağ vardı, dövülemedi,

Akpeynir torbaya koyulamadı,

Hasret gitti ölüler

Dünyaya doyulamadı...

 

Uyanıp kaçamadılar,

Kuş olup uçamadılar

Açıldı kuyular kimse inemez

Erzincan beygiri rahvandır amma

Ölüler ata binemez

Yan yana sırt üstü yatan ölüler...

 Kesemden verecek şeyim yok; yüreğimden verdim.

 

 

Nâzım Hikmet

 

AH ERZİNCAN, VAH ERZİNCAN

Göz yaşım Fırat gibi çoştu, çağladı durdu;

Yüreğim koptu sanki; canım yanıyor, canım.

Kara haberin beni habersiz yere vurdu,

Ah güzel Erzincan’ım! Vah dertli Erzincan’ım!

 

Nerde minicik yuvam, sarmaşıklı pencerem?...

Nasıl bir an içinde yere geçti bir âlem?

Cennetten bir köşeydin, birden oldun cehennem.

Ah güzel Erzincan’ım! Vah dertli Erzincan’ım!

 

Zerdali bahçeleri meyva vermez mi oldu?

Gelin kızlar bağlarda çiçek dermez mi oldu?

Gayri orda murada kimse ermez mi oldu?...

Ah güzel Erzincan’ım! Vah dertli Erzincan’ım!

 

Yavrusuz anacıklar bağrıma basarken taş,

Anasız yavruların sel olmuş gözünde yaş.

Ölümü özlemekte sağ kalan her kuru baş…

Ah güzel Erzincan’ım! Vah dertli Erzincan’ım!

 

Kazankaya’dan güneş, şehre bakmasın gayri,

Ay beyaz fenerini gökte yakmasın gayri;

Göğsünde çoşkun Fırat gülüp akmasın gayri,

Ah güzel Erzincan’ım! Vah dertli Erzincan’ım!

 

Anarken hatıralı toprağını, taşını,

Bir yumdum da bin döktüm gözlerimin yaşını.

Ne acıklı bitirdin toprakla savaşını,

Ah güzel Erzincan’ım! Vah dertli Erzincan’ım!

 

Halide Nusret Zorlutuna

 

Şiirlerin, edebî değer açısından gerek ifade gerek tasvir ve anlatım bakımından iyi olduğunu dile getirebiliriz fakat toplum olarak böyle bir felaketin yaşanmamasını dolayısıyla felaketin şiirinin yazılmamasını umarız. Kimse ölmesin, kimsenin yüreği kan ağlamasın isteriz. Ne yazık ki Fikret’in “Beşer bu sadme-i meş’ûma böyle uğrar da biraz tenebbüh eder / Biraz tenebbüh için bin belâ… Ne ders-i haşîn!” dizeleri bugün dahi geçerliliğini sürdürmektedir.  Üzerinde yaşadığımız toprağın gerçeğini henüz kabullenemediğimizden depremle yaşama kültürünü oluşturamadık. Umarım bunca bin bela bizim alacağımız son ders-i haşîn olur. Ne yavrusuz anacıklar ne de anasız yavrular keder içinde boğulur. Gelin kızlar bağlarda çiçek toplasın. Yan yana sırt üstü yatan ölüler değil; yan yana el ele tutuşan insanlar görelim.

 

Kübra KURUHALİLO KARACA

 

KAYNAKÇA

Anadol, Zihni T. (1989). Kırmızı Gül ve Kasket. Belge Yay.

           

Dayanç, M. (2007). BALIKESİR İLE TÜRKİSTAN’DA DEPREM VE TEVFİK FİKRET’E SİTEM. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8(2), 123-140.

 

Demiryürek, M. (2003). Tevfik Fikret'in Bilinmeyen Bir Şiiri. İlmî Araştırmalar, (15), 167-172.

 

Kaplan, M. (2015). Bir gençlik kurgusu olarak Halûk’un Defteri. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 3(11), 186-212.

 

Kara, R. (1993). Erzincan'ın Göz Yaşları: Deprem Ağıt ve Destanları. Şenkal Basımevi.

 

Küçük, Y. (1984). Aydın Üzerine Tezler 1930-1980. Tekin Yay.

 

 ---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız? 


https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz                                                                                                                      

           

           

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme