SEMBOLİZMİN ARKA BAHÇESİ: MOTHER! / Gülsen Akar
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Filmin ilk gördüğüm
afişinde Jennifer Lawrence, gözlerinin içindeki ışıltı ile elinde kalbini
tutuyor ve bize doğru uzatıyor; bu sırada saçlarının ve yüzünün masumiyeti,
arka plandaki soft çiçeklerin verdiği masumiyet imajıyla çelişkili bir mesaj
veriyor. Açıkçası söz konusu afiş, filmden ne beklemem gerektiğini bilemediğim,
belki absürt bir gerilim filmi izleyeceğimi belki de bağımlı bir anne-çocuk
ilişkisi izleyeceğimi düşündürten bir mesaj taşıyordu. Ancak filmi izlemeye
başladığınızda -sembolleri kabaca okuyabiliyorsanız- filmin ne anlatacağını az
çok tahmin ediyorsunuz. Tabii bu anlatıyı Aronofsky’nin yaratıcı zekasından
izlemek ayrı bir tat...
Filmin bütününde teolojik bir anlatıyı, bu bağlamda “insan”ın yıkıcı bir tür olmasına dair eleştirileri genellikle hatta neredeyse tamamıyla İncil referansıyla izliyoruz. Başrolde Javier Bardem’i isimsiz, yaratıcılık sancısı çeken bir yazar-şair olarak izlerken Jennifer Lawrence’ı “O”nun eşi ve evine bağlı bir “ilham perisi” Veronica olarak izliyoruz. Tabii bunlar suyun yüzeyinde kalanlar... İsimsiz ve ilham sancıları çeken yazarımız aslında Tanrı anlatısıyla yeni kitabını, öyküsünü anlatmaya dair yaratıcı rolünü; yazarın ilham perisi güzeller güzeli eşi ise evle olan empatik bağı, evin kalbini hissedebilmesi ve onu yaşatma gayretiyle Doğa Ana rolünü üstleniyor. Filmin ilk sekansında alevler içerisinde yanan bir kadın görüyoruz ancak bu Jennifer Lawrence’dan başka bir kadın... Filmin asıl kısmı ise Veronica’nın güneşin doğuşuyla birlikte gözlerini açması ve evinde uyanmasıyla başlıyor. Veronica, içinde yaşadıkları evle bir bütün gibi, onu hissederek hareket ediyor. Evi onarıyor, eve iyi bakmaya gayret ediyor. Ancak bu kısımlarda daha huzurlu sahneler izlemeyi beklerken aksine altta yatan bir huzursuzluk ve kaygıyla filmi izliyor; normalde evin bulunduğu yerdeki alabildiğine sonsuz ve yeşil bahçenin yani simgesel düzeyde yansıtılan Aden bahçesinin bana vermesi gereken huzura bir de bu kaygının eşlik ettiğini fark ediyorum.
Filmin ilerleyen dakikalarında kaygılarımızı haklı çıkaracak ve kaygımıza somut bir nesne bulmamızı sağlayacak olaylar silsilesi gelişiyor. Neredeyse hiçliğin ortasındaymış gibi sessiz ve sükunet içerisindeki bu eve davetsiz bir misafir, bir doktor uğruyor. “O” davetsiz misafiri eve seve seve kabul ederken Veronica daha temkinli ve tedbirli bir mesafede kalmayı
tercih
ediyor. “O” misafire adeta eski bir tanıdığı gibi samimi, şefkatli ve sevgiyle
alan açıyor çünkü aslında bu sahnede Tanrı’nın sonsuz şefkati ve kapsayıcılığı
ile Adem’in yaratılışına tanıklık ediyoruz (İncil, Yaratılış: Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu
Tanrı’nın suretinde yarattı.). Doktor, “O”nun eserlerine bakarken
kütüphanedeki kitapları onun yazdığına
ne kadar şaşırdığını ve büyük hayranı olduğunu dile getiriyor: Tanrı ve kutsal
kitaplarına referans... Bu misafirlik sırasında Veronica bir gece uyanıp
yanında “O”yu bulamadığında evde onu ararken banyoda “O” ve doktorun özel bir
anına tanıklık ediyor: “O” doktorun kaburgasının olduğu kısma pansuman yapıyor.
Bu sahne bizi İncil’deki Havva’nın yaratılışı ile ilgili kısma götürüyor
(İncil, Yaratılış 2: Adem ile Havva: RAB
Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga
kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Adem’den aldığı kaburga
kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi.). Ertesi gün herkes
derin uykusundan uyandığında eve davetsiz bir misafir daha geliyor: doktorun eşi.
Veronica gittikçe huzursuzluğunun arttığını hissederken zaman zaman misafirlere karşı da bu gerilimini yansıtıyor ve özellikle ev konusundaki hassasiyetini gösteriyor ve ansızın bir gece, doktor ve eşi, girmenin kesinlikle yasak olduğu “O”nun odasına gizlice girip özellikle korunan kristali kırıyorlar. “O” ise bu olay karşısında daha fazla şefkatli ve affedici olamayıp oldukça sert bir tepki veriyor. Adem ile Havva, kendilerine yasaklanmış olan ağaçtan bir elma koparıyorlar ve Tanrı’nın gazabına uğruyorlar. Böylece Tanrı’nın onlara “iyiyle kötü” ağacından yeme emrini çiğniyor, artık kötünün ayırdına vardıkları cinselliğin hazzını tatmak isteyecekleri yeni bir bilince geçiyorlar. Yani artık onlar için sevap ve günah kavramları hayat buluyor. Artık “yasak” olanın tadına bakmış olan doktor ve eşi, o gece evde birlikte oluyorlar. Ertesi gün kapı çaldığında doktor ve eşinin iki oğlunu görüyoruz. Habil ile Kabil’in refere edildiği bu kardeşler, İncil’deki gibi bir sonla yani kardeşlerden birinin diğerini öldürmesiyle filmde yer alıyorlar. Veronica tüm bu olanlardan sonra daha fazla sessizliğini koruyamıyor, evin geldiği bu noktayı kabullenemiyor ve tabii evin çektiği acıyı kendi benliğinde hissediyor. Evde işlenen cinayetin ardından yerdeki kan lekesini çıkarmaya çalışsa da başaramıyor ve üstüne halı örtüyor. Ancak halının altındaki bu leke iyiden iyiye derinlere iniyor, derinlere indikçe evin kalbinin kanadığını ve yandığı hissediyoruz. Filmin bu dakikalarından itibaren kontrolün kaybedilişini, doğanın gittikçe artan öfkesini ve bir yıkım sürecinin başlamasını izliyoruz. İşte böylece dünya üzerindeki felaketlerin ilk bölümünü başlatıyoruz.
Cinayet ve ardından düzenlenen cenaze sebebiyle eve yabancı insanlar akın etmeye başlıyor ve işler çığırından çıkıyor. Veronica, bu noktadan sonra artık evi ve insanları kontrol
edemeyeceğini
anladıkça savruldukları sona dair bir farkındalığa varıyor. Peki Doğa Ana,
evine yapılan saygısızlıklardan ve bu işgalden rahatsızken Tanrı ne yapıyor?
Tanrı insanların kendisine olan ilgisinden ve saygısından oldukça hoşnut bir
şekilde tüm affediciliği ile insanlar ne yaparsa yapsın büyük bir hoşgörüyle
onları izlemeye, kabul etmeye ve sonsuz merhametiyle kucaklamaya devam ediyor.
Ancak bu sonsuz affediciliğine Aronofsky tarafından kibirli bir yön de eklenmiş
vaziyette. Eve gelen her türden insan var; aslında dünyanın küçük bir
versiyonunu bu evde izliyoruz. Ancak işler öyle bir noktaya geliyor ki
Tanrı’nın affediciliği karşısında o kadar da affedici olmayan Veronica yani
Doğa Ana, tüm bu saygısızlıklar, taşkınlıklar ve çirkinlikler karşısında sessiz
kalamayıp insanları evinden kovuyor. Aslında bu kovulmaya sebep olan sahneler
artık insanlığın çığrından çıktığı ve Tanrı’nın gazabıyla büyük fırtınaların
insanlığı yok ettiği ancak sadece Nuh ve seçilmiş kafilesinin hayatta
kalabildiği kısma referans veriyor.
Filmin bundan
sonraki kısmında “O” ve Veronica yalnız kalıyor. Aronofsky Tanrı’ya atfettiği
kibri bu yüzleşme sahnelerinde daha da belirgin işliyor. Artık baş başa kalan
Tanrı ve Doğa Ana sonunda birlikte oluyorlar, bu birliktelikten ise Doğa Ana
hamile kalıyor. “O” arayıp da bulamadığı ilhamı bu bebek haberi sayesinde
buluyor ve yeni bir kitap yazıyor. Kitabı insanlar tarafından beğeniliyor ve
tüm kopyaları satılıyor. “O” ise bu ilgi karşısında oldukça tatmin olmuş ve
gururlu bir şekilde haberi Veronica ile paylaşıyor. Aslında Tanrı’nın herkesin
yazdıklarını anlayabilmesinden ancak farklı şekilde yorumlamalarından
bahsederken sunduğu anlatının bu zamana dek gönderdiği kutsal kitapların okunup
anlaşılması ancak bu kitaplardan sonra birbirinden farklı dinlerin ortaya
çıkmasından bahsettiğini görüyoruz. İnsanlar kitabın çıkışından sonra yeniden
Tanrı’nın evine akın etmeye ve ona olan hayranlıklarını göstermeye başlıyorlar.
“O” gördüğü ilgiden ne kadar memnun olsa da Veronica, hem ev hem de artık
bebeği için oldukça endişeli hale geliyor. Bu kalabalıkların yarattığı taşkınlıklara
müsaade ettiği için “O” ya olan öfkesi ise bariz bir şekilde görülüyor. Yani,
insanlar ne yaparsa yapsın, sadece “O”nun adına yapmaları ve ona tapınmaları
sebebiyle mi Tanrı hepsini koşulsuzca affediyor? Yoksa her şeyin bir bedeli
olacak mı?
Veronica, bebeğini dünyaya getiriyor ancak evin ikinci işgali ile beraber kontrol edilemez kalabalık, “O” dan bebeğini kendilerine vermesini istiyor. Veronica ne kadar dirense de “O” bebeği istediğinde ona güveniyor ancak “O”nun bebeğini kontrolsüz kalabalığa teslim etmesiyle bebek, parçalanıyor ve eti kalabalık arasında paylaşılıyor. Veronica ise bu kısımdan sonra artık gözünü karartıp evin yani dünyanın sonunu getirmek için “O” dan aldığı çakmakla içindeki her şeyle beraber evi de yakıyor. Veronica’ya bu kısımda bir Hz. Meryem atfı yapıldığını, doğan bebeğin ise Hz. İsa olduğunu ve sonunda çarmıha gerilip insanlar tarafından nasıl katledildiğini görüyoruz.
Aronofsky’nin anlatısındaki gibi Tanrı gerçekten de insanların sadece kendisine tapınmalarına, kendisine sundukları sevgiye önem verip geride kalan tüm vahşeti ve yıkıcılığı görmezden mi geliyor yoksa aslında Tanrı nezdinde de bunların bir bedeli var mı? Bu kısım, herkesin kendi perspektifinden yorumlayabildiği ve kendi inancını ilgilendiren bir kısım elbette... Aronofsky’nin seyirciye sunmak istediği ve bunu yaparken kullandığı sinematografik araçlar ile bu anlatısını kadim hikayeler üzerinden sembolizmle harmanlayarak sunması oldukça nitelikli bir eser üretmesi ile tadı damağımda kalan bir film oldu diyebilirim.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder