20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

JOKER / Gulsen Akar

 


 Kahramanların kusursuz ve jöleli dünyasından sıyrılmak isteyenleri anti-kahramanların filtresiz ve dağınık köşesine buyur edebiliriz: Ev sahibiniz Joker sizi bekliyor...

 

 Filmin başından sonuna dek Joker karakterinin inşa edilişini ve bir anti-kahramana dönüşmesini izlemekteyiz. Genel hatlarıyla ele almak gerekirse Joker, palyaçoluk yaparak hayatını kazanan, hasta annesi ile yaşayan, gelecek hayali stand-up komedyeni olmak olan aynı zamanda psikiyatrik ve nörolojik bir takım rahatsızlıklardan muzdarip çok mutsuz bir adamın var olma ve kendini topluma kabul ettirme mücadelesi olan bir karakterdir. Filmin ilk sahnelerinden itibaren Joker’in ne kadar umutsuz, mutsuz, sevmek ve sevilmek isteyen, kabul görmeye ihtiyaç duyup yalnızca anlaşılmak isteyen bir karakter örgüsü oluşturulmaktadır. Bunlar karşısında hem toplum tarafından hem psikiyatristi tarafından hem de devlet tarafından sürekli dışlandığı ve yok sayıldığı sahneler izlemekteyiz. Bu sahneler seyircinin Joker’le bağ ve empati kurabilmesini sağlayan aynı zamanda onunla birlikte öfkelenmesine sebep olan bir olay örgüsü çizmektedir. Böylece filmin ilerleyen sahnelerinde yer alan şiddet unsurlarını ve şiddet eylemlerini seyircinin nezdinde meşru kılmaktadır.

 

 Filmin ilk sahnesinde Joker’i ayna karşısında palyaço makyajını yaparken arka planda Gotham şehrindeki çöpçülerin grev haberlerini dinler halde bulmaktayız. Şehrin yavaş yavaş ayaklanışı, şehrin en alt tabakasındaki insanların baş kaldırışı ve bunun karşısında Gotham’ın bir çöplük haline gelişinin haberlerini dinlemekteyiz. Makyajını henüz bitiren Joker ise gülümsemeye çalışmaktadır. Film boyunca Joker ve gülümsemesi ya da kahkahaları ile ilgili metaforik sahneler izlemekteyiz. Ayna nöronlar sayesinde karşımızdaki kişinin hislerine, davranışlarına ve düşüncelerine öykünürüz veya taklit ederiz. Ancak bu taklit veya öykünme bilinçli olarak yapılan bir durum değildir. Örneğin karşımızdaki bir kişi esnediğinde biz de esneriz. İşte bu taklit davranışı ayna nöronlar vasıtasıyla yapmaktayız. Empati ve gülümseme de ayna nöronlar yoluyla türümüz arasında bulaşıcı diyebileceğimiz davranışlardandır. Örneğin karşımızdaki kişi espri yapıp katıla katıla gülmeye başladığında esprisini komik bulmasak dahi karşı tarafın bu halinden etkilenip biz de çoğu zaman kendimizi kahkaha atarken/gülümserken bulabilmekteyiz. Joker’in gülümsemeleri veya kahkahaları ise bulaşıcı olmayan, duyguyu yansıtmayan yalnızca motor bir gülümsemeden ibarettir. Genellikle kriz veya nöbet şeklinde bir gülme/kahkaha krizi yaşayan Joker, bunu da uygun olmayan durumlar karşısında yapmaktadır. Yani izleyici olarak Joker’in kahkahalarını izlediğimizde bizde gülümseme isteği uyandırmak yerine kaşlarımızı çatıp suratımızı buruşturmamıza sebep olan rahatsızlık verici bir eylem izlemekteyiz. Joker’in otobüste giderken kendisini seyreden küçük bir çocuğu güldürmeye çalıştığı sahnede çocuğun annesinin Joker’e çocuğunu rahat bırakmasını söylemesinin ardından Joker, duruma hiç de uygun olmayan yüksek perdeden kahkahalar atmaktadır ve kadına uzattığı kartvizitte kahkahaları için özür dileyerek bunun nörolojik bir tür rahatsızlık olduğunu söylemektedir. Evet, Joker henüz kendisinin de tam olarak bilemediği çocukluk yaşantısında dürtülerini kontrol edememesine sebebiyet veren bir kafa travması geçirmiştir.




                                          

 Etrafında yakın ilişki kurabildiği pek kimse olmayan Joker’in psikotik bir tür rahatsızlığı dolayısıyla erotomanik sanrılara sahip annesi ile yakın ilişki kurabildiğini görmekteyiz. Peki nedir erotomanik sanrılar? Bu sanrılara sahip psikotik kişiler, nispeten ünlü, varlıklı ve ulaşılması güç kişilerin kendilerine aşık olduğunu düşünmektedirler. Joker’in annesi de Gotham’ın en varlıklı, en güçlü kişisi olan Thomas Wayne’in kendisine aşık olduğuna hatta Joker’in babasının o olduğuna inanmaktadır. Joker de annesinin psikozunu paylaşmakta olup annesi hastaneye yattığında Thomas Wayne’in oğlu olduğunu onunla konuşmak istediğini söylemiştir. Fakat iddialar yalanlandıktan sonra Joker annesinin eskiden yattığı akıl hastanesine giderek bazı gerçekleri öğrenmiştir. Bu sahneye dek Joker’in psikiyatrik rahatsızlığının temelinde annesini göz önünde bulundurarak genetik faktörlerin yattığını düşünmüş olabilirsiniz ancak Joker aslında annesinin kendisini evlat edindiğini Joker daha küçücük bir çocukken annesinin sevgilisi tarafından şiddete uğradıklarını hatta söz konusu sevgilinin Joker’i kollarından kalorifere bağladığını ve kafa travmasına sebep olabilecek şiddette dövdüğünü öğrenmiştir. Bu sahnenin ardından Joker fırtına koparcasına yağmurun yağdığı sokaklarda görünmektedir. Su sembolik olarak duruluğu, şifayı, yenilenmeyi, arınmayı, huzuru ve barışı simgelerken suyun şiddeti bu anlamları tepe taklak getirmektedir. Sahnede yağmurun oldukça sert, gürültülü ve şiddetli yağdığını görmekteyiz. Bu da Joker’in yaşadığı duygusal sancıların, ruhsal yıkımın ve dönüşümünün bir dışsal tezahürüdür.

 

 Tüm bunların yanında Joker’i şiddete meyilli hale getiren unsurların sadece çevresel ve diğer insanların davranışlarından kaynaklı olduğunu düşünemeyiz elbette. Joker aslında bir anti-sosyal kişilik bozukluğundan muzdariptir. Yani Joker empati yapma becerisinden yoksun, sürekli olarak agresif ve mutsuz bir duygu durumuna sahip, başkalarının haklarını, duygu ve düşüncelerini umursamayan, toplumla ve sistemle ilgili sürekli sorunu olan aynı zamanda şiddete meyilli davranışlarda bulunan bir karakterdir. Zaten film boyunca Joker’in duygu durumuna hakim karamsarlık, anlaşılamama halinden doğan üzüntü ve öfke; sistemle doğrudan veya dolaylı yoldan yaşadığı sorunlar, ait hissedememesi ve diğerlerini anlayabilmekten uzak oluşu aynı zamanda bunu çok da umursamayışı ile kendini ele vermektedir.

 

 Epigenetik dediğimiz kavram kişilerin gelişiminde genetik faktörler kadar çevre koşullarının da dikkate alınması gerektiğini söylemektedir. Joker üzerinden bu kavramı daha net görebilmekteyiz. Varsayalım ki Joker evlat edinilmiş bir çocuk olarak mental ve fiziksel anlamda oldukça sağlıklı bir çocuktu. Çocukluğundan itibaren fiziksel ve duygusal istismara maruz kalmış, psikiyatrik rahatsızlığı hatta oldukça canlı ve inatçı sanrıları olan bir kadın tarafından büyütülmüş ve bazı “gerçeklere” inandırılmış bir çocuk olarak olduğu konuma gelmesi bağlamında yalnızca genetiği suçlayabilir miyiz? Farz edelim ki genetiğin de bu işte biraz payı olsun... Literatürde “strese yatkınlık modeli” diye bir açıklama vardır: herhangi bir

 

ruhsal bozukluğa karşı yatkınlığınız varsa bunun ortaya çıkıp çıkmamasında çevresel koşullar rol oynamaktadır. Joker belki de bu mental sıkıntılara genetik olarak sahipti ancak çevresel koşulları Joker’in daha sevgi dolu, duyarlı ve ilgili bakım verenlerle çevrili bir ortamda büyüyebilmesini sağlayıp ortalama veya daha az stres faktörünün rol oynadığı bir yaşama sahip olabilseydi bu genetik yatkınlıklardan haberi dahi olmayacaktı; belki de daha farklı ruhsal sıkıntıları hayatının dönüm noktası diyebileceğimiz zaman dilimlerinde yaşayacaktı.

 

 Joker’in içinde bulunduğu durum göstermektedir ki, kişiler gerek mental, gerek fiziksel, gerek duygusal bağlamda içinde yaşadıkları toplumdan da iktidar otoritesinden de ayrı düşünülemez. Kişiyi ve travmalarını toplumdan ayıramayacağımız organik bir bağ bulunmaktadır. Joker’in içinde yaşadığı toplum da sınıfsal ayrımın oldukça belirgin olduğu, halkın en üst sınıfına mensup kişilerin refah ve bolluk içinde yaşayıp halktan kopuşunu, halkın en alt sınıfında bulunan dezavantajlı durumdaki insanların mahkum olduğu fakirliği, unutulmuşluğu ve dışlanmışlığı görmekteyiz. Filmin ilk yarısında Joker’'in karanlık ve genellikle renksiz dünyasına Gotham’ın kasvetli, tehlikeli ve çöp dolu sokaklarının eşlik ettiğini görmekteyiz. Filmin ikinci yarısından itibaren yani Arthur Fleck’in Joker’e dönüşmesinden itibaren filmin renklendiğini ve daha neşeli bir tona büründüğünü izlemekteyiz. Çünkü Arthur Joker’e dönüştüğünde boyun eğen, terk edilmiş, dışlanmış, ucube yaftasını yemiş, Arthur’u geride bırakmıştır. Arthur kendisi için yeni bir persona yaratmıştır. Metrodaki cinayet sahnesinde borsanın meşhur züppelerine halkın gözünde hak ettiğini veren bu maskeli kahraman, artık şehrin bir köşesine itilmekten bıkmış olan halk nezdinde büyük ilgi görmektedir. Çünkü onlara bir kurtuluş bir devrim fırsatı sunmaktadır.



  Gotham’da kendilerine bir yer edinmek için mücadele edenler Joker’i doğal bir lider gibi benimseyip Joker’in ihtiyacı olan ilgiyi ve anlaşılma halini ona yansıtmaktadırlar. Bu sahnelerde bu taşkın grubun niçin Joker’i bu denli benimsediğini ve böylesi bir dalgalanmaya sebebiyet verdiğini anlayabiliriz. Artık güçsüz, ezilen ve hor görülen olmaktan bıkmış kitlelerin birlik oluşuna, yeni bir gücün doğuşuna ve bu gücün oldukça yıkıcı oluşuna tanıklık etmekteyiz. Bazı açılardan hak verilebilse de şiddetin boyutu arttıkça ve kaosu besledikçe Joker’in evrildiği o tehlikeli personayı da daha iyi anlamaktayız. İşte bir anti-kahraman...

 

 İyinin ve doğrunun yanında değil ancak yine de bir kahraman... Çünkü herkesin bir kahramana ihtiyacı vardır: İyi ya da kötü oluşundan bağımsız.

Yorumlar

  1. Yazınız, filmi bir kere daha detaylı olarak düşünmemi sağladı. Yakaladığınız ayrıntılar çok güzel, özellikle gülmenin bulaşıcı oluşunu açıkladığınız kısım çok hoşuma gitti. Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme