Veronika Ölmek İstiyor - Delilik & Anormali & Yaşama Sevinci Yitimi / Zeynep Canik
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Veronika Ölmek İstiyor-Paulo Coelho
Delilik&Yaşam Sevinci Yitimi&Anormali
İntihar etme
denemesinden sonra Veronika'nın hastanede uyanınca sorduğu soru. "Deli
olmak ne demekti?" Ne demekti sahi? Farklı olmak? Normlara uymamak?
Alışılagelmişin dışında şeyler istemek? TDK deliyi, "Davranışları aşırı ve
taşkın olan (kimse), çılgın." olarak
açıklıyor. Burada da devreye bir soru daha giriyor: Neye ve kime göre?
“…Aslında
herkes deli, en deliler de deli olduklarının farkında olmayanlar.”
Topluma gizlenmiş
böyle nice insan var diyor Dr. Igor.
Yaptığınız şeyin yerleştirildiği kılıf doğruysa eğer, bunu yapmanızın sakıncası
yok. Ölmek istediği için intiharı seçen Veronika'yı deli olarak nitelendirirken
bunun için asker, polis olma yolunu seçen ve bu uğurda isteğini gerçekleştirenleri kahraman kabul ediyoruz.
"Deli intiharı seçer, kahraman bir dava uğruna kendini feda etmeyi, ama
ikisi de ölür." Öyleyse delilik eylemden çıkıp bağlama göre şekillenir.
Bunun sebebi ise eylemi bize hissettirdiği duyguya göre nitelendirmemizdir.
Örneğin Türk sosyolog Ulus Baker bu konuda birini öldürmenin kendi başına iyi
veya kötü bir eylem olmadığını bunun bize hissettirdiği duygu kapsamında bizim
tarafımızdan ikisinden biri olarak ele alındığını söyler. Burada da aynı durum
söz konusudur. Kendimizi intihar yoluyla öldürmemiz bir delilik imgesi olarak
kabul edilir ancak feda etmemiz üst insan olarak algılanmamıza bile sebep
olabilir.
Veronika'dan Önce Ölen
Yaşama Sevinci Üzerine
Hepimizin zaman
zaman yaşamaktan bıktığı, bu monoton hayattan sıkıldığı ve kendine "Neden
yaşıyorum ki?" diye sorduğu olmuştur. Veronika da kendine bunu soruyor
işte. "Neden yaşıyorum?" Her gün tekrar eden bir döngü halinde
ilerlerken, insanın bu günlere bıkkın ve yaşanacakları önceden bilmenin
yarattığı isteksizlikle başlaması, yavaş yavaş yaşam sevincinin de ölmesiyle insanı
yataktan çıkamaz hale sokuyor. Ne yaşanacağını biliyoruz, yaşanıp durmasından
sıkılmışız, yeni bir güne uyanmak artık bizi tüketen, trajik bir hal almış.
Öyleyse neden yaşamaya devam edelim ki? Veronika da bunu düşünüyor ve her şey
daha sıkıcı bir hal almadan son noktayı koyma kararı alıyor. Ama işler istediği
gibi gitmiyor...
Tımarhanede uyanan
Veronika orada geçirdiği sürede zaten deli yaftası yemiş biri olarak istediğini
yapmaya başlıyor. Ve ardından çok önemli bir şey fark ediyor. O ölmek istemiyor
ki. Yalızca bu zamana kadar yaşadığı gibi yaşamak istemiyor. Biz ölmek
istemiyoruz. İstediğimiz gibi yaşamak istiyoruz yalnızca. Öyleyse neden
yaşamayalım ki?
Acılaşma (Vitrol
Zehirlenmesi)
Günlerimizi bir akış
içerisinde geçiriyoruz, bu akışı ise kendimize uyduramıyoruz. Hal böyle olunca
da ister istemez biz akışa uyuyoruz. Ama bunu yaparken içimizde bir şeylerin
ölmesine de engel olamıyoruz. Geriye içi boş, duygudan yoksun eylemler kalıyor.
Hissetmeden, refleksif şekilde öylece gerçekleşen eylemler... Yani kitaptaki
deyimiyle acılaşma.
"Dış
tehditlerden korunaklı dünyalar yaratmak isteyen kimi kişiler, fazla ileri
gidip dış dünyaya karşı abartılı yüksek duvarlar örerler. Yeni insanlara, yeni
yerlere, farklı yaşantılara karşı yükselen bu duvarlar onların iç dünyasını da
yoksullaştırır. İşte acılaşma burada
devreye girer. Acılaşmanın ana hedefi iradedir. Bu hastalığa
tutulanlar her türlü isteği yitirmeye başlar, birkaç yıl içinde kendi
dünyalarının dışına çıkamaz olurlar, çünkü tüm enerjilerini çevrelerine duvar
örmeye harcamışlardır." diyor Dr. Igor bu durumu açıklarken. Yani
farklılaşmaktan, kendimiz olmaktan ve ölümden o kadar korkuyoruz ki;
istediklerimizi bırakıyoruz, hiç ölüm yokmuş gibi yaşıyoruz. Ancak bunun
getirdiği korkuyla, yaşamayı da başaramıyoruz.
Dr. Igor'un Panzehri
Dr. Igor kaçındığımız ölümü hatırlayarak elimizdekini daha iyi
hissedebiliriz diyor. Yani, her şey zıddıyla var olur mantığı diyebiliriz. Bu
arbede içinde hepimiz tek sorumluluğumuzu unutmaya başladık: Yaşamak. Kendimizi
olağan düzene uyumlandırmaya çalışmakla öylesine meşgulüz ki bunları neden
yaptığımızı atlar olduk. Kendimizi normlara göre törpüleyelim derken yaşama
sevincimizi ve yaşama şansımızı da tüketiyoruz. Mutlu olma şansımız arttıkça
mutluluk oranımız düşüyor. Bizi mutlu edecek şeyler önceden etiketlenip rafa
koyulduğu için biz de yalnızca oradakilerden ibaret olduklarını sanmaya
başladık. Ve tabii bunlar bize mutluluk vermeyince de yaşamayı sevmediğimizi...
Yaşamayı unuttuysak
belki de tek gereken ölmeyi hatırlamaktır? Yarın öleceğimizi bilsek hiç zaman
kaybetmeden koşarak yapmaya gideceğimiz şeyler neler? Ya da yapmadığımız için
pişman olacağımız? Daha önemlisi, bunu neden şimdi yapmıyoruz? Çünkü ölmeyi
unutmaya çalışırken esas yaşamayı unuttuk. Yapmak istediklerimizi erteleyip
istemediklerimizle devam ettik ve şimdi hatırlamamız gerekiyor: Ölüyoruz. Her
geçen gün ölüme bir gün daha yaklaşıyoruz, yaşama şansımızdan uzaklaşırken.
Normali & Anormali - Hep Aynı Kuyunun Suyunu İçmiş Olanlar
Normallik ve
Anormallik çatışmasını da en iyi, kitapta Zedka karakterinin anlattığı ve
okuduğum anda büyülendiğim bir hikaye üzerinden açıklayabilirim sanırım. Çünkü
okuduğumdan beri “Hep aynı kuyunun suyunu içmiş olanlar.” tabiri benim için adeta bir atasözü görevi görüyor. Bu
hikayede, çok güçlü bir büyücü, bütün bir ülkeyi yok etmek ister, o ülke
halkından herkesin su çektiği bir kuyuya sihirli bir madde atar. Kuyunun suyunu
kim içerse delirecektir. Ertesi sabah, herkes kuyudan su çekip içer, hepsi de
delirir. Yalnızca kraliyet ailesi, kendilerine ait özel bir kuyudan su
çektiklerinden, sihirbaz da o kuyuyu zehirlemeyi beceremediğinden, delirmezler.
Tabii kral çok kaygılanır, halkının sağlığını ve güvenliğini sağlamak için bir
dizi emir verir. Ancak polisler ve müfettişler de halkın içtiği sudan içmiş
olduklarından, kralın emirlerini saçma bulur, uygulamazlar. Ülkede yaşayanlar
kralın emirlerini duyduklarında onun çıldırdığına inanırlar, hep birlikte
şatosunun önünde toplanıp tacını ve tahtını bırakması için gösteriler yaparlar.
Umutsuzluk içindeki kral tahtından inmeye hazırlanırken kraliçe ona engel
olarak der ki: "Gel, biz de o kuyunun suyundan içelim, o zaman biz de
onlar gibi oluruz." Ve öyle yaparlar: Kral ile kraliçe de cinnet suyunu
içip anında saçma sapan konuşmaya başlarlar. Bu durumda halk taşkınlığından
dolayı pişman olur; öyle ya madem kral bu kadar bilgece konuşuyor, onu alaşağı
etmenin bir anlamı yoktur. Ülkede barış ve huzur yeniden hüküm sürer, bu halk
komşularından epeyce farklı bir hayat tarzı benimsemiştir, ama kral ölümüne dek
ülkesini yönetebilmiştir.” İşte bizim beklentilere göre yarattığımız normaller
de tam böyledir. Eğer o suyu içmeyen yalnızca sensen, takındığın tavırla
anormal olmaya hak kazanabilirsin. Ne kadar doğru, ahlaklı veya haklı bir şeyi
savunduğun önemsizdir. Çünkü onlar kendilerini hepsi, hep aynı şeyi yapıyor
diye, normal sanırlar. İstatistik ölçüye göre ortalamadan ayrı düşenin anormal
olarak kabulüdür bu yaşanan. Burada da iki seçenek gelir önümüze ve Zedka
“Onların kuyusundan içmiş numarası yapacağım.” Diyerek;
yaptıklarıyla sapkın, deli, anormal ilan edileceğini bildiğinden çözüm olarak “mış” gibi yapmayı seçer.
Böyleleri kendini kamufle etmeyi başaranlardır.
Saçmalık denilen şeyleri yaparken gerekli kılıfına sokabilenler. (Dr. Igor’un
intihar etmek yerine asker olup ölenler örneğindeki
gibiler.) Ama bir de bunu yapamayanlar vardır,
“O dediğini ben çoktan yaptım. Esas sorunum da bu zaten. Hiç depresyon
geçirmedim, ne derin bir keder, ne de müthiş
bir mutluluk duymuşluğum var ömrümde, olmuşsa bile çok kısa sürmüştür. Benim sorunlarım herkesinkinden farksız.”
Der burada Veronika, yapamayanlardan biri
olarak. Sosyal ölçüye göre kendini değerlendirdiğini ve anormal bulduğunu anlarız burada da. Toplumsal ortam içerisine uyum
sağlamayı başaramamıştır. Öyleyse anormaldir.
İşte hastaneye girdiğinde kafasının karışmış olmasının en büyük sebebi de budur. Çünkü dışarıda olduğu kadar uyumsuz, dışarıda
hissettiği kadar “anormal” hissetmez. Bunun
değişkenliğinin ayırdına varması sayesinde de sorgulamaya başlar. “Deli olmak ne demek?” der. Yapmak istediklerinden, güya yapması
gerekenler olarak dayatılan şeylerden ötürü
uzaklaştığını ayırt eder. “Evet, kendinizi herkes gibi olmaya zorlarsanız, öyle
Nevrozlara, psikozlara, paranoyaya yol açar. Doğayı
çarpıtmaktır bu, Tanrı yasalarına karşı gelmektir;
Dünyanın bütün dağlarında, ormanlarında, bir tek yaprağı bile bir başkasının
tıpkısı olarak yaratmamıştır Tanrı. Oysa siz
farklı olmayı delilik sayıyorsunuz.” Diyor Dr. Igor. Belki de, bu kendimize zarar verecek düzeyde herkesleşme
çabasıdır anormallik kim bilir? En azından
benim normatif ölçülerime göre anormal olanlar onlar diyebilirim.
“Her şeyi aptalca bulduğu için yaşamın kendisine
empoze ettiği şeyleri kabullenmişti her zaman. İlk gençliğinde seçim yapmak
için çok erken olduğuna inanmış, gençliğinde, yani şimdi ise, değişmek için çok
geç kaldığını düşünmüştü.”
Asla; seçim yapmanız için erken, değişmeniz için de geç kalmadığınızın bilincinde; delicesine güzel, anormal denecek kadar kendinize has yaşayabilmeniz dilekleriyle…
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder