CAN SIKINTISI ÜZERINE FELSEFI VE MODERN YAKLAŞIMLAR

 Can sıkıntısı, insanlık tarihi boyunca bireysel ve toplumsal bir mesele olarak tartışılmıştır. Bu duygu, yalnızca basit bir ruh hali değil, insanın varoluşsal sorularını ve anlam arayışını yansıtan derin bir olgudur. Tarihten modern zamana kadar uzanan bu kavram, felsefi analizlerle zenginleşmiş ve modern yaşamın etkileriyle dönüşüme uğramıştır. Makalenin Amacı   Bu makalede, can sıkıntısının tanımından başlayarak, felsefi yaklaşımlar, modern toplum üzerindeki etkileri ve çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Can Sıkıntısının Tanımı ve Doğası Can Sıkıntısı Nedir? Can sıkıntısı, genellikle bir şey yapma isteksizliği, yaşamın monotonluğu ya da bir amaçsızlık hissi olarak tanımlanır. Bu duygu, bireyin içinde bulunduğu çevresel koşullardan kaynaklanabilir ya da içsel bir huzursuzluğun dışavurumu olabilir. - Seneca ve Antik Dönem: Antik Yunan ve Roma döneminde düşünürler, insanın günlük yaşamının rutinlerinden kaynaklanan monotonluğa dikkat çekmişlerdir. Özellikl

Veronika Ölmek İstiyor - Delilik & Anormali & Yaşama Sevinci Yitimi / Zeynep Canik

 


Veronika Ölmek İstiyor-Paulo Coelho

 

Delilik&Yaşam Sevinci Yitimi&Anormali

 

 İntihar etme denemesinden sonra Veronika'nın hastanede uyanınca sorduğu soru. "Deli olmak ne demekti?" Ne demekti sahi? Farklı olmak? Normlara uymamak? Alışılagelmişin dışında şeyler istemek? TDK deliyi, "Davranışları aşırı ve taşkın olan (kimse), çılgın." olarak açıklıyor. Burada da devreye bir soru daha giriyor: Neye ve kime göre?

 

“…Aslında herkes deli, en deliler de deli olduklarının farkında olmayanlar.”

 

 Topluma gizlenmiş böyle nice insan var diyor Dr. Igor. Yaptığınız şeyin yerleştirildiği kılıf doğruysa eğer, bunu yapmanızın sakıncası yok. Ölmek istediği için intiharı seçen Veronika'yı deli olarak nitelendirirken bunun için asker, polis olma yolunu seçen ve bu uğurda isteğini gerçekleştirenleri kahraman kabul ediyoruz. "Deli intiharı seçer, kahraman bir dava uğruna kendini feda etmeyi, ama ikisi de ölür." Öyleyse delilik eylemden çıkıp bağlama göre şekillenir. Bunun sebebi ise eylemi bize hissettirdiği duyguya göre nitelendirmemizdir. Örneğin Türk sosyolog Ulus Baker bu konuda birini öldürmenin kendi başına iyi veya kötü bir eylem olmadığını bunun bize hissettirdiği duygu kapsamında bizim tarafımızdan ikisinden biri olarak ele alındığını söyler. Burada da aynı durum söz konusudur. Kendimizi intihar yoluyla öldürmemiz bir delilik imgesi olarak kabul edilir ancak feda etmemiz üst insan olarak algılanmamıza bile sebep olabilir.

 

Veronika'dan Önce Ölen Yaşama Sevinci Üzerine

 

 Hepimizin zaman zaman yaşamaktan bıktığı, bu monoton hayattan sıkıldığı ve kendine "Neden yaşıyorum ki?" diye sorduğu olmuştur. Veronika da kendine bunu soruyor işte. "Neden yaşıyorum?" Her gün tekrar eden bir döngü halinde ilerlerken, insanın bu günlere bıkkın ve yaşanacakları önceden bilmenin yarattığı isteksizlikle başlaması, yavaş yavaş yaşam sevincinin de ölmesiyle insanı yataktan çıkamaz hale sokuyor. Ne yaşanacağını biliyoruz, yaşanıp durmasından sıkılmışız, yeni bir güne uyanmak artık bizi tüketen, trajik bir hal almış. Öyleyse neden yaşamaya devam edelim ki? Veronika da bunu düşünüyor ve her şey daha sıkıcı bir hal almadan son noktayı koyma kararı alıyor. Ama işler istediği gibi gitmiyor...

 

 Tımarhanede uyanan Veronika orada geçirdiği sürede zaten deli yaftası yemiş biri olarak istediğini yapmaya başlıyor. Ve ardından çok önemli bir şey fark ediyor. O ölmek istemiyor ki. Yalızca bu zamana kadar yaşadığı gibi yaşamak istemiyor. Biz ölmek istemiyoruz. İstediğimiz gibi yaşamak istiyoruz yalnızca. Öyleyse neden yaşamayalım ki?

 

Acılaşma (Vitrol Zehirlenmesi)

 

 Günlerimizi bir akış içerisinde geçiriyoruz, bu akışı ise kendimize uyduramıyoruz. Hal böyle olunca da ister istemez biz akışa uyuyoruz. Ama bunu yaparken içimizde bir şeylerin ölmesine de engel olamıyoruz. Geriye içi boş, duygudan yoksun eylemler kalıyor. Hissetmeden, refleksif şekilde öylece gerçekleşen eylemler... Yani kitaptaki deyimiyle acılaşma.

 

 "Dış tehditlerden korunaklı dünyalar yaratmak isteyen kimi kişiler, fazla ileri gidip dış dünyaya karşı abartılı yüksek duvarlar örerler. Yeni insanlara, yeni yerlere, farklı yaşantılara karşı yükselen bu duvarlar onların iç dünyasını da yoksullaştırır. İşte acılaşma burada


devreye girer. Acılaşmanın ana hedefi iradedir. Bu hastalığa tutulanlar her türlü isteği yitirmeye başlar, birkaç yıl içinde kendi dünyalarının dışına çıkamaz olurlar, çünkü tüm enerjilerini çevrelerine duvar örmeye harcamışlardır." diyor Dr. Igor bu durumu açıklarken. Yani farklılaşmaktan, kendimiz olmaktan ve ölümden o kadar korkuyoruz ki; istediklerimizi bırakıyoruz, hiç ölüm yokmuş gibi yaşıyoruz. Ancak bunun getirdiği korkuyla, yaşamayı da başaramıyoruz.

 

Dr. Igor'un Panzehri

 

 Dr. Igor kaçındığımız ölümü hatırlayarak elimizdekini daha iyi hissedebiliriz diyor. Yani, her şey zıddıyla var olur mantığı diyebiliriz. Bu arbede içinde hepimiz tek sorumluluğumuzu unutmaya başladık: Yaşamak. Kendimizi olağan düzene uyumlandırmaya çalışmakla öylesine meşgulüz ki bunları neden yaptığımızı atlar olduk. Kendimizi normlara göre törpüleyelim derken yaşama sevincimizi ve yaşama şansımızı da tüketiyoruz. Mutlu olma şansımız arttıkça mutluluk oranımız düşüyor. Bizi mutlu edecek şeyler önceden etiketlenip rafa koyulduğu için biz de yalnızca oradakilerden ibaret olduklarını sanmaya başladık. Ve tabii bunlar bize mutluluk vermeyince de yaşamayı sevmediğimizi...

 

 Yaşamayı unuttuysak belki de tek gereken ölmeyi hatırlamaktır? Yarın öleceğimizi bilsek hiç zaman kaybetmeden koşarak yapmaya gideceğimiz şeyler neler? Ya da yapmadığımız için pişman olacağımız? Daha önemlisi, bunu neden şimdi yapmıyoruz? Çünkü ölmeyi unutmaya çalışırken esas yaşamayı unuttuk. Yapmak istediklerimizi erteleyip istemediklerimizle devam ettik ve şimdi hatırlamamız gerekiyor: Ölüyoruz. Her geçen gün ölüme bir gün daha yaklaşıyoruz, yaşama şansımızdan uzaklaşırken.

 

Normali & Anormali - Hep Aynı Kuyunun Suyunu İçmiş Olanlar

 

 Normallik ve Anormallik çatışmasını da en iyi, kitapta Zedka karakterinin anlattığı ve okuduğum anda büyülendiğim bir hikaye üzerinden açıklayabilirim sanırım. Çünkü okuduğumdan beri “Hep aynı kuyunun suyunu içmiş olanlar.” tabiri benim için adeta bir atasözü görevi görüyor. Bu hikayede, çok güçlü bir büyücü, bütün bir ülkeyi yok etmek ister, o ülke halkından herkesin su çektiği bir kuyuya sihirli bir madde atar. Kuyunun suyunu kim içerse delirecektir. Ertesi sabah, herkes kuyudan su çekip içer, hepsi de delirir. Yalnızca kraliyet ailesi, kendilerine ait özel bir kuyudan su çektiklerinden, sihirbaz da o kuyuyu zehirlemeyi beceremediğinden, delirmezler. Tabii kral çok kaygılanır, halkının sağlığını ve güvenliğini sağlamak için bir dizi emir verir. Ancak polisler ve müfettişler de halkın içtiği sudan içmiş olduklarından, kralın emirlerini saçma bulur, uygulamazlar. Ülkede yaşayanlar kralın emirlerini duyduklarında onun çıldırdığına inanırlar, hep birlikte şatosunun önünde toplanıp tacını ve tahtını bırakması için gösteriler yaparlar. Umutsuzluk içindeki kral tahtından inmeye hazırlanırken kraliçe ona engel olarak der ki: "Gel, biz de o kuyunun suyundan içelim, o zaman biz de onlar gibi oluruz." Ve öyle yaparlar: Kral ile kraliçe de cinnet suyunu içip anında saçma sapan konuşmaya başlarlar. Bu durumda halk taşkınlığından dolayı pişman olur; öyle ya madem kral bu kadar bilgece konuşuyor, onu alaşağı etmenin bir anlamı yoktur. Ülkede barış ve huzur yeniden hüküm sürer, bu halk komşularından epeyce farklı bir hayat tarzı benimsemiştir, ama kral ölümüne dek ülkesini yönetebilmiştir.” İşte bizim beklentilere göre yarattığımız normaller de tam böyledir. Eğer o suyu içmeyen yalnızca sensen, takındığın tavırla anormal olmaya hak kazanabilirsin. Ne kadar doğru, ahlaklı veya haklı bir şeyi savunduğun önemsizdir. Çünkü onlar kendilerini hepsi, hep aynı şeyi yapıyor diye, normal sanırlar. İstatistik ölçüye göre ortalamadan ayrı düşenin anormal olarak kabulüdür bu yaşanan. Burada da iki seçenek gelir önümüze ve Zedka “Onların kuyusundan içmiş numarası yapacağım.” Diyerek; yaptıklarıyla sapkın, deli, anormal ilan edileceğini bildiğinden çözüm olarak “mış” gibi yapmayı seçer. Böyleleri kendini kamufle etmeyi başaranlardır. Saçmalık denilen şeyleri yaparken gerekli kılıfına sokabilenler. (Dr. Igor’un intihar etmek yerine asker olup ölenler örneğindeki gibiler.) Ama bir de bunu yapamayanlar vardır, “O dediğini ben çoktan yaptım. Esas sorunum da bu zaten. Hiç depresyon geçirmedim, ne derin bir keder, ne de müthiş bir mutluluk duymuşluğum var ömrümde, olmuşsa bile çok kısa sürmüştür. Benim sorunlarım herkesinkinden farksız.” Der burada Veronika, yapamayanlardan biri olarak. Sosyal ölçüye göre kendini değerlendirdiğini ve anormal bulduğunu anlarız burada da. Toplumsal ortam içerisine uyum sağlamayı başaramamıştır. Öyleyse anormaldir. İşte hastaneye girdiğinde kafasının karışmış olmasının en büyük sebebi de budur. Çünkü dışarıda olduğu kadar uyumsuz, dışarıda hissettiği kadar “anormal” hissetmez. Bunun değişkenliğinin ayırdına varması sayesinde de sorgulamaya başlar. “Deli olmak ne demek?” der. Yapmak istediklerinden, güya yapması gerekenler olarak dayatılan şeylerden ötürü uzaklaştığını ayırt eder. “Evet, kendinizi herkes gibi olmaya zorlarsanız, öyle Nevrozlara, psikozlara, paranoyaya yol açar. Doğayı çarpıtmaktır bu, Tanrı yasalarına karşı gelmektir; Dünyanın bütün dağlarında, ormanlarında, bir tek yaprağı bile bir başkasının tıpkısı olarak yaratmamıştır Tanrı. Oysa siz farklı olmayı delilik sayıyorsunuz.” Diyor Dr. Igor. Belki de, bu kendimize zarar verecek düzeyde herkesleşme çabasıdır anormallik kim bilir? En azından benim normatif ölçülerime göre anormal olanlar onlar diyebilirim.

 

“Her şeyi aptalca bulduğu için yaşamın kendisine empoze ettiği şeyleri kabullenmişti her zaman. İlk gençliğinde seçim yapmak için çok erken olduğuna inanmış, gençliğinde, yani şimdi ise, değişmek için çok geç kaldığını düşünmüştü.”

 

 Asla; seçim yapmanız için erken, değişmeniz için de geç kalmadığınızın bilincinde; delicesine güzel, anormal denecek kadar kendinize has yaşayabilmeniz dilekleriyle…

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme