NARSİSİZM HAKKINDA HER ŞEY/ Ece OĞUR
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Mustafa
Hakkında Her Şey Filminin Psikolojik Analizi
Uyarı: Bu yazı sürprizi bozan unsurlar
(spoiler) içermektedir.
Vizyona girdiği dönem
izlediğim bu film yeniden karşıma çıkınca farklı bir bakış açısıyla izledim.
Ana karakter üzerinden ilerleyen filmi bu kez de oldukça popüler bir
psikopatoloji olan narsisizm üzerinden okumaya karar verdim. Antik Yunan
mitolojisinin önde gelen karakterlerinden biri olan Narcissus, güzel peri kızı
Echoes’un aşkına karşılık vermeyince tanrılar onu kendine aşık ederek
cezalandırır. Suda gördüğü kendi yansımasına aşık olan Narcissus, bu yansımaya
dokunamadığı için üzüntüden etrafına olan tüm ilgisini kaybeder, yeme içmeden
kesilir ve sonunda ölür. Günlük yaşamda kendine duyduğu aşkla gözleri kör olan
ve çevresine duyarsız kalan kişilik tipini sıklıkla görürüz. Bu kişilik
örüntüsü psikolojide “Narsisist Kişilik Örüntüsü” olarak adlandırılır. Filmin
ana karakteri Mustafa ise tipik bir Narsisist olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bunu göz önünde bulundurarak değerlendiğimizde tüm olay örgüsü bir kez daha
anlam kazanır.
Film ana karakter
Mustafa, eşi Ceren ve taksi sürücüsü Fikret arasında geçen bir olay örgüsüne
sahiptir. Bu örgüye yer yer Mustafa’nın annesinin de dahil olduğunu görüyoruz.
Yoksul bir ailede büyüyen Mustafa çalışıp çabalayarak(!) sınıf atlamış, oldukça
başarılı bir yönetici olmuş, eşi Ceren ve oğlu ile güzel bir evde yaşayan kusursuz
biridir. Ne var ki, öğrendiği bazı gerçekler ve deneyimlerden dolayı kaçıngan
ve negativist kişiliklere benzer. Bu kişiler erken çocukluk döneminde travmatik
deneyimler yaşamıştır. Travmatize olma bakımından benzemekle birlikte bu
kişilik tiplerinin savunma mekanizmaları farklılık gösterir. Kaçıngan kişilik,
isminden de anlaşılacağı üzere, olumsuz bir benlik algısıyla sosyalleşme ve
görevlerden kaçınır. Narsisist ise temelinde yer alan aşağılık duygularını
zıddı ile, bir üstünlük sanrısı ile dengelemeye çalışır. En küçük başarılarını
bile başkalarına detaylıca gösterirken kusurlarını gizler. Bu noktada
kişilerarası ilişkilerinde sorunlar meydana gelir.
Başkalarına karşı
abartılı bir olumlu imaj çizen narsisistler başkalarından gelen en ufak bir
eleştiri veya ithama yönelik aşırı bir hassasiyet geliştirir. Bu gibi
durumlarda eleştiriyi yok sayma veya aşırı öfke gibi tepkiler gösterebilir.
Millon ve arkadaşlarının ifadesiyle “ Gerçek dünya ile ilişkisi olmayan, sahte
veya hayali bir tiyatroda başrol oynamanın peşinde koşarlar.” Bu şekilde empati
ve özeleştiri becerileri gelişmeyen bu kişilik örüntüsüne sahip kişiler iş ve
özel yaşamlarında kendilerine yöneltilen eleştirileri veya çözüm önerilerini
görmezden gelir, patlama oluşana kadar kendisinden kaynaklanan sorunları yok
sayar. Filmde ise Mustafa’nın adeta “kusursuz” bir yaşam sürdüğünü görüyoruz.
Mutlu evliliği, oğlu, prestijli işi, ileri sosyoekonomik düzeyi ile mükemmel
bir hayatı vardır Mustafa’nın. Eleştiri kabul etmez, en ufak bir kusuru bile
yaşamında barındırmaz. Zaman zaman kullandığı ağız spreyi, bu kusursuz yaşamda
ağız kokusuna bile yer olmadığını gösterir.
Dünyayı benmerkezci
bir şekilde algılayan narsisistler toplum normlarına veya yasalara aykırı
davranmayı kendilerine hak görürler. Özellikle elitist tipteki narsisistler
prestij, statü ve şöhrete fazlasıyla önem verir. Gerçek veya sahte olması fark
etmeksizin sahip olduğu nitelikler ve başarılar ile sıklıkla övünür,
böbürlenir. Kendisi ile başkaları arasında kıyaslamalar yapar kişisel ilişkileri
alenen rekabete ve yarışa dönüştürür. Bu özellikleriyle elitist narsisistler
kişilerarası ilişkilerde destekleyicilikten oldukça uzaktır. Empati becerileri
ise yoktur.
Eleştirilmeleri
durumunda narsisistlerin rasyonalizasyon savunma mekanizması devreye girer, bir
başka deyişle kendileri dahil herkesi ikna edecek ölçüde mazeretler bulur,
çeşitli mantık çerçeveleri içerisinde gerçeği eğip bükerek negatif durumdan
sıyrılır. Mustafa’nın ise bu yönteme sıklıkla başvurduğunu görüyoruz. Son
derece prestijli ve ekonomik değeri yüksek bir işi olan Mustafa kendini
işveren/yönetici, çalışma arkadaşlarını ise nesne veya köle olarak görür.
Eleştiri veya kusursuzluk imgesini zedeleyecek herhangi bir konu kabul
edilemezdir. Bu uğurda Mustafa da gerçeği eğip bükerek kendi hatasını başka
birinin üzerine yıkmış ve işine son vermiştir. Bu, bazı kültürlerde görülen
“günah keçisi” geleneğiyle birebir örtüşmektedir. Günahlarını bir keçiye
yükleyen topluluklar o keçiyi öldürerek günahları yok ettiğini düşünür. Mustafa
da bir günah keçisi yaratmış, işine son vererek onu ve günahlarını yok
etmiştir. Bunu ise şu replikle özetler: “Tanrılara kurbanlar gerekir ki tanrı
kalabilsinler!”. Tanrı burada narsisistin kendisidir.
Başkalarını sürekli
eleştirir ve kendilerinden aşağı görürken başarılarını ise görmezden gelir veya
aşırı öfkeli tepkilerle karşılarlar. Narsisistin gözündeki rekabette altta
kalmak aşağılanmaya, üstün gelmek ise öfkeye neden olacaktır. Bu bakımdan bir
narsisist ile sağlıklı bir ilişki kurmak imkansıza yakındır. Millon ve
arkadaşları narsisist bireylerin iş hayatında ve ikili ilişkilerinde
başkalarını söz hakkı olan birer insan, birer özne değil; birer hizmetçi, köle,
nesne olarak algılama eğilimine vurgu yapmıştır. Nitekim, restoranda yediği
yemekteki eksik bir malzeme bile etrafındakileri aşağılamasına, yeter. Diğer
insanlar aşağıdır, onlara eğitim vermek ise narsisist bireye düşmektedir. İş
yerinde çalışanlarını, restoranda servis elemanlarını, evde ise eşini sürekli
eğitme, şekillendirme gereksinimi hisseder. Dahası, bunu kendinde hak olarak
görür. Bu doğrultuda narsisist bireylerin hayatlarında rol alan kişiler kendini
sıklıkla bir nesne, bir köle gibi; narsisist bireyin malı gibi hisseder. Bu
hislerin benzerini Ceren’de de görüyoruz. Narsisist Mustafa’nın yarattığı
mükemmel atmosferin büyüsüne kapılan Ceren bu atmosferin sahteliği ile yüz yüze
gelmiştir.
Kıyafetini dahi kendi
seçme hakkı olmayan Ceren söz hakkı olmayan bir nesne gibi hisseder. Burada
Ceren’in varoluşu tehlikeye girmiştir. Narsisistin özel hayatında yer alan
bireyler yok hükmündedir. Orada narsisistin kendisi dışında kimseye yer yoktur.
Yok olmanın ağırlığı ise Ceren’i çaresiz bırakmıştır. Filme konu olan aldatma
örgüsü Ceren’in mutsuzluğu ile başlamaktadır. Ceren’in eşi Mustafa bu mutsuzluğu
görmezken taksi sürücüsü Fikret görmüştür. Bu noktada görmezden gelme ve
gerçekten görmeme ayrımını vurgulamakta fayda var. Normal bir birey hayatındaki
kişilerin mutsuzluğunu genellikle fark eder. Görmezden gelme veya görme
arasında seçim yapabilir. bu durumda görmezden gelinen kişi çözümleme veya
çatışma yaşayarak karşı tarafla iletişim içerisine girebilir. Ancak narsisist
bireyler görme becerisinden tamamıyla yoksundur. Etrafındaki kişilerin
duyguları olduğunun ayrımında değildir. Mustafa için bir biblonun ne kadar
duyguları ve söz hakkı varsa eşi Ceren’in de o ölçüde vardır. Görülme ise ikili
ilişkilerdeki en temel gereksinimlerden biridir. Fikret ile ilişki yaşayan
Ceren, Fikret’in kendisini görmesi ile nefes almıştır. Filmin ilerleyen
sahnelerinde Ceren-Fikret ilişkisinin Ceren’in içini dökmesi ve Fikret’in
Ceren’i dinlemesi üzerinden devam ettiğini görüyoruz. Bu kez ilişki Ceren’in
gereksinimleri üzerinden devam etmektedir.
Ceren-Fikret
ilişkisinin bir diğer motivasyonu ise evliliği üzerinde hiçbir kontrolü, hiçbir
söz hakkı olmayan Ceren’in hayatını kontrol gereksinimidir. Evliliğinde sahip
olamadığı kontrolü yasak ilişkisinde sağlayan Ceren bu şekilde doyurulamayan
temel gereksinimini telafi ederken Mustafa’yı ise cezalandırmaktadır. Bu, aşırı
otoriter bireylerin partnerleri ve çocuklarının en yaygın tepkilerinden
biridir. Özneliği yok sayılan, engellenen partnerler ve çocuklar otoriter
bireylere ilişki içerisinde gösteremedikleri tepkileri onlara aykırı
davranışlar sergileyerek telafi eder. Ceren, Fikret’le olan ilişkisinde
ihanetin yanı sıra Mustafa’nın kanun niteliği taşıyan değerlerini alaşağı
etmektedir. Nitekim, Mustafa yer yer aldatılmaktan ziyade bir taksi sürücüsüyle
aldatılmanın şokunu yaşar.
Narsisizmin temeli olan üstünlük sanrısı, travmalara
karşı kırılganlığı artırır. Bir başka deyişle, narsisist bireyler travmalarla
baş etmekte sağlıklı bir bireye göre daha fazla zorlanır. Peki her yönden
üstün, özel ve biricik olduğuna inanan kişi için travma neden daha yıkıcı olur?
Millon ve arkadaşlarına göre (2017) bunun nedeni travmaların normal travmatik
özelliklerinin yanı sıra bir de narsisistlerin üstünlük algısını sarsmasıdır.
Narsisistler üstün ve özel oldukları algısıyla birlikte, başkalarını üzen
olayların onların başına gelemeyeceğine dair bir algı, bir savunma stratejisi
geliştirmiştir. Dış dünyadan ayrıcalıklı bir muamele görmeyi hak eden bu
kişiler sıradan kişilerle aynı sorunları yaşayamaz, ortak bir kaderi
paylaşamaz. Narsisist Mustafa’ya göre kendisi en üstün, en kusursuz noktada olduğundan
aldatılması imkansızdır. Zira kendisinden üstün görülebilecek biri yoktur.
Evren onun prestij ve hiyerarşi kanunları etrafında dönmektedir. Ekonomik güç
ve prestij pek çok Narsisistin en temel değerlerini oluşturmaktadır. Modern
kapitalist kültürde kendine kolayca yer bulan Mustafa, bu değerler üzerinden
yürümeyen bir ilişki hayal edemez. Mustafa, ekonomik güç ve prestij yönünden
kendisinden üstün konumda bir birey hayal edememekle birlikte böyle bir kişiyle
aldatılma daha kolay baş edebileceği bir durumdur. Ne var ki, eğitimsiz bir
taksi sürücüsü tarafından aldatıldığı gerçeği karşısında şok yaşamış, durumu
anlamlandıramamıştır. Bu durum olağan yaşam travmalarına karşı dayanıklılıktan
yoksun olan narsisist bireylerin, travmalara karşı kırılganlığına işaret eder.
Millon ve arkadaşlarının içi boş bir balona
benzettiği bu kırılgan benlik algısını, olağan travmalar fazlasıyla
sarsacaktır. Sıradan insanların yaşadığı sorunları kendilerinin de yaşadığını
gördüklerinde aslında üstünlük sanrısının “bir sanrı” olduğunu, yanılgı
olduğunu fark eder, aslında sıradan bir kişi olduklarını hissederler, bu ise
zihinlerindeki kusursuz kendilik imajını oldukça sarsar. Kurduğu benlik algısı
yıkılan narsisist “Neden ben?” diye sorarak, başına gelenleri hak etmediğine
inanarak öfke duymaya daha meyillidir (Karen, 1994). Filmin açılışı da
Mustafa’nın “Neden ben?” diye sormasıyla ana konuya bağlanır. Mustafa’nın
yalnızca evliliği değil, yaşamını üzerine kurduğu temel değerler de ihanete
uğramıştır. Bunun nedenini bir türlü anlayamaz. Fikret’i sorgulamasında
yaşadığı durumu anlamlandırma çabasını görürüz.
Üstünlük sanrılarıyla
dolu benliği darmadağın olan narsisist Mustafa, Fikret’i sorgularken kendini de
sorgulamaya başlar. Burada bilinçdışının kendisini annesine götürdüğünü
söylemek mümkündür. Ne de olsa esas sorun aldatılmadan çok daha öncesine
dayanıyordur. İçi boş bir balon olan yaşamının sahteliğiyle artık Mustafa da
yüzleşmek zorundadır. “Hepiniz beni idare ediyorsunuz!” diyerek sitem eden
Mustafa, bu tabloyu bir yönden kendisinin yarattığını göz ardı etse de,
üstünlük sanrılarının ardındaki gerçekliği görmekten kaçamamıştır. Gerçekliğe
dönüp baktığında ise kendi suçuyla, utancıyla ve sahtekarlığıyla yüzleşecektir.
Sorgulamalar onu çocukluk dönemine götürür. Mustafa’nın çocukluğuna tanık
olurken narsisizmin temellerine dair pek çok ipucu da karşımıza çıkmaktadır.
Narsisizmin nedensel
faktörleri hakkında çeşitli teoriler mevcuttur. Kernberg’ün ünlü nesne
ilişkileri kuramına göre kişi doğduğu andan itibaren kendisi ve dış dünya
arasındaki ayrımı öğrenir ve dış dünya ile çeşitli ilişkiler kurar. Kendisi
dışındaki nesnelerle kurduğu ilişkiler yetişkinlikte sahip olacağı kişiliği ve
psikopatolojik özellikleri şekillendirir. Bu durumda bireyin içinde yetiştiği
ortam ve aile üyelerinin tutumu oldukça önemlidir. Buna göre ebeveynlerinden
ihmal, soğukluk, kayıtsızlık gibi negatif geribildirimler alan bebek aynı
zamanda şımartılma, pohpohlanma gibi pozitif mesajların yarattığı çelişki ile
baş başa kaldığında büyüklenmeci bir benlik yapısı inşa etmesi olasıdır. Burada
geleceğin narsisistinin ailenin dâhisi, ailenin başarılısı, ailenin kurtarıcısı
rolüne konduğunu, sıklıkla görürüz. Nitekim Mustafa da ailenin kurtarıcısı
konumundadır. Babanın yokluğu, annenin depresifliği, içinde bulundukları
sosyoekonomik koşullarla birleşince aileyi “değersizleştirir”. Fiziksel engelin
bir “kusur olarak” algılandığı bir kültüre sahip olduğunu tahmin ettiğimiz
ailede evin diğer oğlu ise “kusurludur.” Evin bir engeli olmayan tek oğlu ise
kurtarıcı rolünü hak etmiş kabul edilir.
Babanın terk edişinin
yarattığı travma dahi, anne tarafından Mustafa’dan gizlenir, travmayla
yüzleşmesi, travmayı sindirmesi engellenir. Bir başka deyişle travma ile baş
etmenin yolu onu yok saymak, görmezden gelmek, sanrılarla üzerini kapatmak
olmuştur. Mustafa tarafından ağabeyin ise babanın terk edişine bir neden olarak
görüldüğünü söylemek mümkündür. Tıpkı çalışma arkadaşına yaptığı gibi ağabeyini
de günah keçisi ilan etmiş, kusurlarını yükleyerek onu ortadan kaldırmıştır.
Tanrılar yine bir kurban istemektedir. Mustafa, travmalarla yüzleşmede gerçeği
kabullenerek sindirme yerine hayal dünyası ile telafi etme yoluna gitmiştir.
Anne ise öldürme suçunu görmezden gelerek, yine hayali bir dünya yaratmış,
gerçeklerden kaçmayı tercih etmiştir. Böylelikle Mustafa’da da hayali, sanrıyı
gerçeğe tercih etme tutumu şekillenmiştir. Burada annenin “Aklımı kaçırmamak
için aklımı çıkarıp attım.” ve “Geçmiş sen nasıl hatırlamak istersen öyledir bazen.”
replikleri durumu özetlemektedir. Annenin hayat boyu “Günahıyla, sevabıyla
kabullendiği” oğlu Mustafa’nın diğer narsisist bireylerde de özeleştiri,
hatanın kabulü, telafi etme gibi becerilerden yoksun kılar. Olduğu gibi kabul
görmek ne kadar büyük bir gereksinimse; kusurlarını ve hatalarını görmek,
özeleştiride bulunmak, bedel ödemek, çatışmayı yönetmeyi öğrenmek de o kadar
büyük gereksinimlerdir.
Bu tabloya
bakıldığında benliğe yerleşen aşağılık duyguları ve bu duyguları telafi etme
amacıyla geliştirilen üstünlük sanrıları arasındaki ilişki daha iyi
anlaşılabilir. İhmalkâr ebeveyne yönelik öfke, üstünlük duygusuyla bastırılarak
her an patlayabilir bir bomba gibi saklanır. Kernberg’ün oral öfke adını verdiği
bu duygu, yetişkin narsisist bireyin beklediği üstünlüğü bulamadığında öfke
patlamaları şeklinde dışavurulacaktır. Kendisinden aşağı bir konuma
yerleştirdiği Fikret’in Ceren ile yaşadığı ilişki, beklediği üstünlüğü
bulamayan Mustafa’nın uykudaki öfke ve saldırganlık dürtüsünü açığa
çıkaracaktır. Mustafa’nın Fikret’e gösterdiği saldırganlık sırasında geçmişte
ağabeyine gösterdiği saldırganlığın anılarıyla boğuşması boşuna değildir. Kendi
imajını başkalarının gözünden de görme gereksinimi hisseden diğer narsisistler
gibi Mustafa da bu gereksinimi duyarken en önemli yansıtıcı olan eşini
kaybetmiştir. Aynı yansıtmayı Fikret ve annesi ile tamamlamaya çalışır.
Fikret’i Ceren’le olan ilişkisi hakkında sorgularken aslında kendi benliğini bu
kez de Fikret’in gözünden görmeye ihtiyacı vardır. Belki de Fikret’i bu nedenle
öldürememiştir.
Kaynakça:
Karen, R.
M. (1994). "Negative psychometric outcomes: Self-report measures and a
follow-up telephone survey": Comment. Journal
of Traumatic Stress, 7(1), 135–140.
Kernberg,
O. (2008). Aggressivity, Narcissism, and
self-destructiveness in the psychotherapeutic Rela: New developments in the
psychopathology and psychotherapy of severe personality disorders. Yale
University Press.
Kernberg,
O. F. (2001). Object relations, affects, and drives: Toward a new synthesis. Psychoanalytic inquiry, 21(5), 604-619.
Millon,
T. (1998). DSM narcissistic personality disorder: Historical reflections and
future directions.
Millon,
T., Millon, C. M., Meagher, S. E., Grossman, S. D., & Ramnath, R. (2012). Personality disorders in modern life.
John Wiley & Sons.
Ece OĞUR
Adli Psikolog,
Psikoterapist,
Müzisyen
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder