20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

NARSİSİZM HAKKINDA HER ŞEY/ Ece OĞUR

  



Mustafa Hakkında Her Şey Filminin Psikolojik Analizi

 

 

Uyarı: Bu yazı sürprizi bozan unsurlar (spoiler) içermektedir.

 

 Vizyona girdiği dönem izlediğim bu film yeniden karşıma çıkınca farklı bir bakış açısıyla izledim. Ana karakter üzerinden ilerleyen filmi bu kez de oldukça popüler bir psikopatoloji olan narsisizm üzerinden okumaya karar verdim. Antik Yunan mitolojisinin önde gelen karakterlerinden biri olan Narcissus, güzel peri kızı Echoes’un aşkına karşılık vermeyince tanrılar onu kendine aşık ederek cezalandırır. Suda gördüğü kendi yansımasına aşık olan Narcissus, bu yansımaya dokunamadığı için üzüntüden etrafına olan tüm ilgisini kaybeder, yeme içmeden kesilir ve sonunda ölür. Günlük yaşamda kendine duyduğu aşkla gözleri kör olan ve çevresine duyarsız kalan kişilik tipini sıklıkla görürüz. Bu kişilik örüntüsü psikolojide “Narsisist Kişilik Örüntüsü” olarak adlandırılır. Filmin ana karakteri Mustafa ise tipik bir Narsisist olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunu göz önünde bulundurarak değerlendiğimizde tüm olay örgüsü bir kez daha anlam kazanır.

 

 Film ana karakter Mustafa, eşi Ceren ve taksi sürücüsü Fikret arasında geçen bir olay örgüsüne sahiptir. Bu örgüye yer yer Mustafa’nın annesinin de dahil olduğunu görüyoruz. Yoksul bir ailede büyüyen Mustafa çalışıp çabalayarak(!) sınıf atlamış, oldukça başarılı bir yönetici olmuş, eşi Ceren ve oğlu ile güzel bir evde yaşayan kusursuz biridir. Ne var ki, öğrendiği bazı gerçekler ve deneyimlerden dolayı kaçıngan ve negativist kişiliklere benzer. Bu kişiler erken çocukluk döneminde travmatik deneyimler yaşamıştır. Travmatize olma bakımından benzemekle birlikte bu kişilik tiplerinin savunma mekanizmaları farklılık gösterir. Kaçıngan kişilik, isminden de anlaşılacağı üzere, olumsuz bir benlik algısıyla sosyalleşme ve görevlerden kaçınır. Narsisist ise temelinde yer alan aşağılık duygularını zıddı ile, bir üstünlük sanrısı ile dengelemeye çalışır. En küçük başarılarını bile başkalarına detaylıca gösterirken kusurlarını gizler. Bu noktada kişilerarası ilişkilerinde sorunlar meydana gelir.

 

 Başkalarına karşı abartılı bir olumlu imaj çizen narsisistler başkalarından gelen en ufak bir eleştiri veya ithama yönelik aşırı bir hassasiyet geliştirir. Bu gibi durumlarda eleştiriyi yok sayma veya aşırı öfke gibi tepkiler gösterebilir. Millon ve arkadaşlarının ifadesiyle “ Gerçek dünya ile ilişkisi olmayan, sahte veya hayali bir tiyatroda başrol oynamanın peşinde koşarlar.” Bu şekilde empati ve özeleştiri becerileri gelişmeyen bu kişilik örüntüsüne sahip kişiler iş ve özel yaşamlarında kendilerine yöneltilen eleştirileri veya çözüm önerilerini görmezden gelir, patlama oluşana kadar kendisinden kaynaklanan sorunları yok sayar. Filmde ise Mustafa’nın adeta “kusursuz” bir yaşam sürdüğünü görüyoruz. Mutlu evliliği, oğlu, prestijli işi, ileri sosyoekonomik düzeyi ile mükemmel bir hayatı vardır Mustafa’nın. Eleştiri kabul etmez, en ufak bir kusuru bile yaşamında barındırmaz. Zaman zaman kullandığı ağız spreyi, bu kusursuz yaşamda ağız kokusuna bile yer olmadığını gösterir.

 

 Dünyayı benmerkezci bir şekilde algılayan narsisistler toplum normlarına veya yasalara aykırı davranmayı kendilerine hak görürler. Özellikle elitist tipteki narsisistler prestij, statü ve şöhrete fazlasıyla önem verir. Gerçek veya sahte olması fark etmeksizin sahip olduğu nitelikler ve başarılar ile sıklıkla övünür, böbürlenir. Kendisi ile başkaları arasında kıyaslamalar yapar kişisel ilişkileri alenen rekabete ve yarışa dönüştürür. Bu özellikleriyle elitist narsisistler kişilerarası ilişkilerde destekleyicilikten oldukça uzaktır. Empati becerileri ise yoktur.

 

 Eleştirilmeleri durumunda narsisistlerin rasyonalizasyon savunma mekanizması devreye girer, bir başka deyişle kendileri dahil herkesi ikna edecek ölçüde mazeretler bulur, çeşitli mantık çerçeveleri içerisinde gerçeği eğip bükerek negatif durumdan sıyrılır. Mustafa’nın ise bu yönteme sıklıkla başvurduğunu görüyoruz. Son derece prestijli ve ekonomik değeri yüksek bir işi olan Mustafa kendini işveren/yönetici, çalışma arkadaşlarını ise nesne veya köle olarak görür. Eleştiri veya kusursuzluk imgesini zedeleyecek herhangi bir konu kabul edilemezdir. Bu uğurda Mustafa da gerçeği eğip bükerek kendi hatasını başka birinin üzerine yıkmış ve işine son vermiştir. Bu, bazı kültürlerde görülen “günah keçisi” geleneğiyle birebir örtüşmektedir. Günahlarını bir keçiye yükleyen topluluklar o keçiyi öldürerek günahları yok ettiğini düşünür. Mustafa da bir günah keçisi yaratmış, işine son vererek onu ve günahlarını yok etmiştir. Bunu ise şu replikle özetler: “Tanrılara kurbanlar gerekir ki tanrı kalabilsinler!”. Tanrı burada narsisistin kendisidir.

 

 Başkalarını sürekli eleştirir ve kendilerinden aşağı görürken başarılarını ise görmezden gelir veya aşırı öfkeli tepkilerle karşılarlar. Narsisistin gözündeki rekabette altta kalmak aşağılanmaya, üstün gelmek ise öfkeye neden olacaktır. Bu bakımdan bir narsisist ile sağlıklı bir ilişki kurmak imkansıza yakındır. Millon ve arkadaşları narsisist bireylerin iş hayatında ve ikili ilişkilerinde başkalarını söz hakkı olan birer insan, birer özne değil; birer hizmetçi, köle, nesne olarak algılama eğilimine vurgu yapmıştır. Nitekim, restoranda yediği yemekteki eksik bir malzeme bile etrafındakileri aşağılamasına, yeter. Diğer insanlar aşağıdır, onlara eğitim vermek ise narsisist bireye düşmektedir. İş yerinde çalışanlarını, restoranda servis elemanlarını, evde ise eşini sürekli eğitme, şekillendirme gereksinimi hisseder. Dahası, bunu kendinde hak olarak görür. Bu doğrultuda narsisist bireylerin hayatlarında rol alan kişiler kendini sıklıkla bir nesne, bir köle gibi; narsisist bireyin malı gibi hisseder. Bu hislerin benzerini Ceren’de de görüyoruz. Narsisist Mustafa’nın yarattığı mükemmel atmosferin büyüsüne kapılan Ceren bu atmosferin sahteliği ile yüz yüze gelmiştir.

 

 Kıyafetini dahi kendi seçme hakkı olmayan Ceren söz hakkı olmayan bir nesne gibi hisseder. Burada Ceren’in varoluşu tehlikeye girmiştir. Narsisistin özel hayatında yer alan bireyler yok hükmündedir. Orada narsisistin kendisi dışında kimseye yer yoktur. Yok olmanın ağırlığı ise Ceren’i çaresiz bırakmıştır. Filme konu olan aldatma örgüsü Ceren’in mutsuzluğu ile başlamaktadır. Ceren’in eşi Mustafa bu mutsuzluğu görmezken taksi sürücüsü Fikret görmüştür. Bu noktada görmezden gelme ve gerçekten görmeme ayrımını vurgulamakta fayda var. Normal bir birey hayatındaki kişilerin mutsuzluğunu genellikle fark eder. Görmezden gelme veya görme arasında seçim yapabilir. bu durumda görmezden gelinen kişi çözümleme veya çatışma yaşayarak karşı tarafla iletişim içerisine girebilir. Ancak narsisist bireyler görme becerisinden tamamıyla yoksundur. Etrafındaki kişilerin duyguları olduğunun ayrımında değildir. Mustafa için bir biblonun ne kadar duyguları ve söz hakkı varsa eşi Ceren’in de o ölçüde vardır. Görülme ise ikili ilişkilerdeki en temel gereksinimlerden biridir. Fikret ile ilişki yaşayan Ceren, Fikret’in kendisini görmesi ile nefes almıştır. Filmin ilerleyen sahnelerinde Ceren-Fikret ilişkisinin Ceren’in içini dökmesi ve Fikret’in Ceren’i dinlemesi üzerinden devam ettiğini görüyoruz. Bu kez ilişki Ceren’in gereksinimleri üzerinden devam etmektedir.

 

 Ceren-Fikret ilişkisinin bir diğer motivasyonu ise evliliği üzerinde hiçbir kontrolü, hiçbir söz hakkı olmayan Ceren’in hayatını kontrol gereksinimidir. Evliliğinde sahip olamadığı kontrolü yasak ilişkisinde sağlayan Ceren bu şekilde doyurulamayan temel gereksinimini telafi ederken Mustafa’yı ise cezalandırmaktadır. Bu, aşırı otoriter bireylerin partnerleri ve çocuklarının en yaygın tepkilerinden biridir. Özneliği yok sayılan, engellenen partnerler ve çocuklar otoriter bireylere ilişki içerisinde gösteremedikleri tepkileri onlara aykırı davranışlar sergileyerek telafi eder. Ceren, Fikret’le olan ilişkisinde ihanetin yanı sıra Mustafa’nın kanun niteliği taşıyan değerlerini alaşağı etmektedir. Nitekim, Mustafa yer yer aldatılmaktan ziyade bir taksi sürücüsüyle aldatılmanın şokunu yaşar.

 

 Narsisizmin temeli olan üstünlük sanrısı, travmalara karşı kırılganlığı artırır. Bir başka deyişle, narsisist bireyler travmalarla baş etmekte sağlıklı bir bireye göre daha fazla zorlanır. Peki her yönden üstün, özel ve biricik olduğuna inanan kişi için travma neden daha yıkıcı olur? Millon ve arkadaşlarına göre (2017) bunun nedeni travmaların normal travmatik özelliklerinin yanı sıra bir de narsisistlerin üstünlük algısını sarsmasıdır. Narsisistler üstün ve özel oldukları algısıyla birlikte, başkalarını üzen olayların onların başına gelemeyeceğine dair bir algı, bir savunma stratejisi geliştirmiştir. Dış dünyadan ayrıcalıklı bir muamele görmeyi hak eden bu kişiler sıradan kişilerle aynı sorunları yaşayamaz, ortak bir kaderi paylaşamaz. Narsisist Mustafa’ya göre kendisi en üstün, en kusursuz noktada olduğundan aldatılması imkansızdır. Zira kendisinden üstün görülebilecek biri yoktur. Evren onun prestij ve hiyerarşi kanunları etrafında dönmektedir. Ekonomik güç ve prestij pek çok Narsisistin en temel değerlerini oluşturmaktadır. Modern kapitalist kültürde kendine kolayca yer bulan Mustafa, bu değerler üzerinden yürümeyen bir ilişki hayal edemez. Mustafa, ekonomik güç ve prestij yönünden kendisinden üstün konumda bir birey hayal edememekle birlikte böyle bir kişiyle aldatılma daha kolay baş edebileceği bir durumdur. Ne var ki, eğitimsiz bir taksi sürücüsü tarafından aldatıldığı gerçeği karşısında şok yaşamış, durumu anlamlandıramamıştır. Bu durum olağan yaşam travmalarına karşı dayanıklılıktan yoksun olan narsisist bireylerin, travmalara karşı kırılganlığına işaret eder.



 Millon ve arkadaşlarının içi boş bir balona benzettiği bu kırılgan benlik algısını, olağan travmalar fazlasıyla sarsacaktır. Sıradan insanların yaşadığı sorunları kendilerinin de yaşadığını gördüklerinde aslında üstünlük sanrısının “bir sanrı” olduğunu, yanılgı olduğunu fark eder, aslında sıradan bir kişi olduklarını hissederler, bu ise zihinlerindeki kusursuz kendilik imajını oldukça sarsar. Kurduğu benlik algısı yıkılan narsisist “Neden ben?” diye sorarak, başına gelenleri hak etmediğine inanarak öfke duymaya daha meyillidir (Karen, 1994). Filmin açılışı da Mustafa’nın “Neden ben?” diye sormasıyla ana konuya bağlanır. Mustafa’nın yalnızca evliliği değil, yaşamını üzerine kurduğu temel değerler de ihanete uğramıştır. Bunun nedenini bir türlü anlayamaz. Fikret’i sorgulamasında yaşadığı durumu anlamlandırma çabasını görürüz.

 Üstünlük sanrılarıyla dolu benliği darmadağın olan narsisist Mustafa, Fikret’i sorgularken kendini de sorgulamaya başlar. Burada bilinçdışının kendisini annesine götürdüğünü söylemek mümkündür. Ne de olsa esas sorun aldatılmadan çok daha öncesine dayanıyordur. İçi boş bir balon olan yaşamının sahteliğiyle artık Mustafa da yüzleşmek zorundadır. “Hepiniz beni idare ediyorsunuz!” diyerek sitem eden Mustafa, bu tabloyu bir yönden kendisinin yarattığını göz ardı etse de, üstünlük sanrılarının ardındaki gerçekliği görmekten kaçamamıştır. Gerçekliğe dönüp baktığında ise kendi suçuyla, utancıyla ve sahtekarlığıyla yüzleşecektir. Sorgulamalar onu çocukluk dönemine götürür. Mustafa’nın çocukluğuna tanık olurken narsisizmin temellerine dair pek çok ipucu da karşımıza çıkmaktadır.

 

 Narsisizmin nedensel faktörleri hakkında çeşitli teoriler mevcuttur. Kernberg’ün ünlü nesne ilişkileri kuramına göre kişi doğduğu andan itibaren kendisi ve dış dünya arasındaki ayrımı öğrenir ve dış dünya ile çeşitli ilişkiler kurar. Kendisi dışındaki nesnelerle kurduğu ilişkiler yetişkinlikte sahip olacağı kişiliği ve psikopatolojik özellikleri şekillendirir. Bu durumda bireyin içinde yetiştiği ortam ve aile üyelerinin tutumu oldukça önemlidir. Buna göre ebeveynlerinden ihmal, soğukluk, kayıtsızlık gibi negatif geribildirimler alan bebek aynı zamanda şımartılma, pohpohlanma gibi pozitif mesajların yarattığı çelişki ile baş başa kaldığında büyüklenmeci bir benlik yapısı inşa etmesi olasıdır. Burada geleceğin narsisistinin ailenin dâhisi, ailenin başarılısı, ailenin kurtarıcısı rolüne konduğunu, sıklıkla görürüz. Nitekim Mustafa da ailenin kurtarıcısı konumundadır. Babanın yokluğu, annenin depresifliği, içinde bulundukları sosyoekonomik koşullarla birleşince aileyi “değersizleştirir”. Fiziksel engelin bir “kusur olarak” algılandığı bir kültüre sahip olduğunu tahmin ettiğimiz ailede evin diğer oğlu ise “kusurludur.” Evin bir engeli olmayan tek oğlu ise kurtarıcı rolünü hak etmiş kabul edilir.

 

 Babanın terk edişinin yarattığı travma dahi, anne tarafından Mustafa’dan gizlenir, travmayla yüzleşmesi, travmayı sindirmesi engellenir. Bir başka deyişle travma ile baş etmenin yolu onu yok saymak, görmezden gelmek, sanrılarla üzerini kapatmak olmuştur. Mustafa tarafından ağabeyin ise babanın terk edişine bir neden olarak görüldüğünü söylemek mümkündür. Tıpkı çalışma arkadaşına yaptığı gibi ağabeyini de günah keçisi ilan etmiş, kusurlarını yükleyerek onu ortadan kaldırmıştır. Tanrılar yine bir kurban istemektedir. Mustafa, travmalarla yüzleşmede gerçeği kabullenerek sindirme yerine hayal dünyası ile telafi etme yoluna gitmiştir. Anne ise öldürme suçunu görmezden gelerek, yine hayali bir dünya yaratmış, gerçeklerden kaçmayı tercih etmiştir. Böylelikle Mustafa’da da hayali, sanrıyı gerçeğe tercih etme tutumu şekillenmiştir. Burada annenin “Aklımı kaçırmamak için aklımı çıkarıp attım.” ve “Geçmiş sen nasıl hatırlamak istersen öyledir bazen.” replikleri durumu özetlemektedir. Annenin hayat boyu “Günahıyla, sevabıyla kabullendiği” oğlu Mustafa’nın diğer narsisist bireylerde de özeleştiri, hatanın kabulü, telafi etme gibi becerilerden yoksun kılar. Olduğu gibi kabul görmek ne kadar büyük bir gereksinimse; kusurlarını ve hatalarını görmek, özeleştiride bulunmak, bedel ödemek, çatışmayı yönetmeyi öğrenmek de o kadar büyük gereksinimlerdir.

 

 Bu tabloya bakıldığında benliğe yerleşen aşağılık duyguları ve bu duyguları telafi etme amacıyla geliştirilen üstünlük sanrıları arasındaki ilişki daha iyi anlaşılabilir. İhmalkâr ebeveyne yönelik öfke, üstünlük duygusuyla bastırılarak her an patlayabilir bir bomba gibi saklanır. Kernberg’ün oral öfke adını verdiği bu duygu, yetişkin narsisist bireyin beklediği üstünlüğü bulamadığında öfke patlamaları şeklinde dışavurulacaktır. Kendisinden aşağı bir konuma yerleştirdiği Fikret’in Ceren ile yaşadığı ilişki, beklediği üstünlüğü bulamayan Mustafa’nın uykudaki öfke ve saldırganlık dürtüsünü açığa çıkaracaktır. Mustafa’nın Fikret’e gösterdiği saldırganlık sırasında geçmişte ağabeyine gösterdiği saldırganlığın anılarıyla boğuşması boşuna değildir. Kendi imajını başkalarının gözünden de görme gereksinimi hisseden diğer narsisistler gibi Mustafa da bu gereksinimi duyarken en önemli yansıtıcı olan eşini kaybetmiştir. Aynı yansıtmayı Fikret ve annesi ile tamamlamaya çalışır. Fikret’i Ceren’le olan ilişkisi hakkında sorgularken aslında kendi benliğini bu kez de Fikret’in gözünden görmeye ihtiyacı vardır. Belki de Fikret’i bu nedenle öldürememiştir.

 

Kaynakça:

 

Karen, R. M. (1994). "Negative psychometric outcomes: Self-report measures and a follow-up telephone survey": Comment. Journal of Traumatic Stress, 7(1), 135–140.

 

Kernberg, O. (2008). Aggressivity, Narcissism, and self-destructiveness in the psychotherapeutic Rela: New developments in the psychopathology and psychotherapy of severe personality disorders. Yale University Press.

 

Kernberg, O. F. (2001). Object relations, affects, and drives: Toward a new synthesis. Psychoanalytic inquiry, 21(5), 604-619.

 

Millon, T. (1998). DSM narcissistic personality disorder: Historical reflections and future directions.

 

Millon, T., Millon, C. M., Meagher, S. E., Grossman, S. D., & Ramnath, R. (2012). Personality disorders in modern life. John Wiley & Sons.

 

 

Ece OĞUR

 Adli Psikolog, Psikoterapist,

Müzisyen

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme