CAN SIKINTISI ÜZERINE FELSEFI VE MODERN YAKLAŞIMLAR

 Can sıkıntısı, insanlık tarihi boyunca bireysel ve toplumsal bir mesele olarak tartışılmıştır. Bu duygu, yalnızca basit bir ruh hali değil, insanın varoluşsal sorularını ve anlam arayışını yansıtan derin bir olgudur. Tarihten modern zamana kadar uzanan bu kavram, felsefi analizlerle zenginleşmiş ve modern yaşamın etkileriyle dönüşüme uğramıştır. Makalenin Amacı   Bu makalede, can sıkıntısının tanımından başlayarak, felsefi yaklaşımlar, modern toplum üzerindeki etkileri ve çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Can Sıkıntısının Tanımı ve Doğası Can Sıkıntısı Nedir? Can sıkıntısı, genellikle bir şey yapma isteksizliği, yaşamın monotonluğu ya da bir amaçsızlık hissi olarak tanımlanır. Bu duygu, bireyin içinde bulunduğu çevresel koşullardan kaynaklanabilir ya da içsel bir huzursuzluğun dışavurumu olabilir. - Seneca ve Antik Dönem: Antik Yunan ve Roma döneminde düşünürler, insanın günlük yaşamının rutinlerinden kaynaklanan monotonluğa dikkat çekmişlerdir. Özellikl

MUTLULUK ÜZERİNE BİR DERLEME / Yaren Soysal

 



Eminim aramızda bilenler ve hatırlayanlar olacaktır. 1970’lerin sonlarında, tam da arabesk kültürün ülkemin sokaklarında umarsızca kol gezdiği sıralarda, sağ olsun Cengiz Aytmatov “Gerçek Sevginin” tarifini yapmış, ardından al renkte bir yazmanın içine üfleyip avucumuza tutuşturmuştu.

“Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti.”

Yani demem o ki zamanında herkesin zihnine mıh gibi kazınan malumunuz sahneyle -Neymiş yahu bu sevgi denen şey? soruları yanıt buladursun, bizim İlyas oğlan Asya kızın ardından bakadursun, itiraz edenlerin ya da itiraz etmeyi aklından geçirenlerin bile başında da Cahit Berkay bitti zaten… Büyülüdür üstadın ezgileri. Gel de bak, sırtımızda hala curasının izleri.

Naftalin kokulu anekdotlarım bir yana, şimdilerde de -Ya sahi, ne ola ki bu gerçek mutluluk? sorusunun peşi sıra nefes nefese herkes...

Bakmayın şimdilerde dediğime. Ezelden beri nice ressam, yazar, şair ya da düşünür dur durak bilmeden irdeledi bu konuyu. Anlayacağınız bugünkü konumuz pek “yeni” değil, fakat “taze”...

Ah! Duyar gibiyim seslerinizi...

-Ne demek yeni değil ama taze?

-Allah Allah, o nasıl olacak bi diyiver bakayım?

-Aman canım sen de ! Kafamızı bulandırmaya mı çalışıyorsun? Düzünden anlatsana şunu...

Anlatamıyorum hocam, olmuyor.

Nerede kalmıştık? Heh, mutluluk diyorduk.

Ben derim ki, şöyle bir turlayalım; Kimler mutluluğu nasıl tanımlamış, beraberce anlayalım.

Eee ne duruyorsunuz? Düşün peşime!

Efendim asılsız(!) bir rivayete göre günlerden bir gün Nazım Hikmet, Abidin Dino’yu karşısına alır ve sorar:

- Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?

Nihayetinde Abidin Dino mutluluğu resmettiği onlarca tabloyla anılır. Muhtemelen en bilindik olanı -ki benim de en sevdiğimdir- 6 çocuk, bir anne, bir baba, bir tavuk ve bir köpeğin resmedildiği o tablodur.  Hani solda dumanı tütmeyen bir soba, hemen yanında bir tavuk. Perde yerine asılmış uçuş uçuş gazete kağıtları. Sonra tam ortada ayağı çoktaan kırılmış bir yatak , yatağın üstünde dudakları tebessümle kıvrılmış çocuklar, kucaklarındaki güzelim köpek , çatıdan sızan sular ve elinde şemsiyeyle uyuyan baba.

Oysa bilinenin aksine bu ve 'mutluluğun resmi' olarak anılan hiç bir tablo Abidin Dino'ya ait değildir. Her biri Amerikalı ressam Dianne Dengel imzası taşır. Sanatçının diğer eserlerine şöyle bir göz atarsanız, hemen hepsinde benzer temaların hakim olduğunu görür, daimi bir “Yoksul ve fakat mutlu” mesajına şahit olursunuz. Hatta bu tablolarla biraz fazlaca haşır neşir olan biri, çok geçmeden mutlu olmanın yegane yolunun yoksulluk olduğunu bile düşünebilir. Benden söylemesi :)

Belli ki Dianne'in mutluluk diyarlarına uzanan yollar tevazudan geçiyor.

Yalnız Dianne değil elbet böyle düşünen. Dolaylı olarak da olsa, yaşamlarını benzer bir ideolojiden hareketle sürdürenler arasında 'Stoacılar' da var. Onlara göre mutluluk, dış etkenlerden bağımsız olmalıdır. Dianne'in tablolarında hep rastladığımız gibi hani… Elbette Stoa felsefesini bu kadarla sınırlayacak değilim. Biraz da Stoacıların mutluluğunu konuşalım öyleyse...

Stoa'nın ilk öğretisi için “yetinmek” desem yanlış söylemiş olmam sanırım... Bir ikincisi de “kabullenmek”. Stoa'ca mutluluk Dianne’in mutluluğuna kıyasla daha meşakkatli gibi gözüküyor. Tüm hırslarından, kişisel arzularından ve en önemlisi zaaflarından kurtulmanı tembihliyor.  Özetle, yetin diyor Stoa, fazlasına dikme gözünü. Tabiata kulak ver, onunla uyum içinde yaşa. Bir de sakın ha duygularının esiri olma! Aslolan mantıktır, sen mantığınla yaşa...

Şöyle bir düşünüyorum da "Bakın A kişisini x senedir tanırım ve mutluluğuna tanığım" diyebileceğim insan sayısı bir elin beş parmağını geçmez. Galiba hepsinin ortak yanı hırslarından tamamen arınmış olmalarıydı. Hatta dürüstçe, benim gözümde hepsi o denli 'boşvermiş' ve 'hedefsiz'  insanlardı ki, zaman zaman öfkelendiğim ve hatta bu öfkemi dillendirdiğim bile olmuştur. Elbette bu insanların derin bir 'Stoa' anlayışı içerisinde olmadığını söyleyebilirim zira Stoa'ca yaşamda hedef “bilgeliktir”. Oysa onlar düzünden görmeyen-gillerdendi. Bu kör mutluluk bana Nietzsche’nin felsefesini anımsatır. Ona göre bilgi acıdır ve acıtır. Ancak bu acıdan kaçınılmamalıdır zira o “İnsan, ancak acıyı hissettiğinde kendisini gerçek anlamda geliştirebilir” düşüncesini savunmaktadır. Bizlerin dilinde “Öldürmeyen acı güçlendirir” olarak yerleşmiş olan o kalıp cümlenin orijinal hali “What doesn't kill you, makes you stronger.” olup, Nietzsche’ye aittir. Sözün özü, ben derim ‘görmeyen-giller’, Nietzsche der ‘bilmeyen-giller’. Gel gör ki –gözlemlerime dayanarak söylüyorum- inan senden benden mutlular. Yok yok, belli ki çıkamayacağız biz bu işin içinden!

Belki de soru yanlıştır, olamaz mı? Belki de "Venüs, Güneş Sistemi'nin ikinci gezegeni olup, yüzeyinde yoğun bir sera etkisi bulunmaktadır." tadında bir cevap arayışında olma halinde gizlidir bu yanlışlık. Belki de geçmişten günümüze durmaksızın tek tipleştirilmeye çalışılan ‘mutluluk’ bireyseldir ve ilelebet bireysel kalacaktır.

Rahmetli Haldun Taner de böyle düşünüyor olacak ki mutluluk üstüne yazdığı bir denemeyi tam da bu noktadan ele almış. O'na göre de mutluluk “Kim” olduğunla ilgili. Ancak bununla yetinmemiş Haldun Taner ve eklemiş. "Anlat bakalım, ömrünün kaçıncı baharındasın?" Anlayacağınız Haldun Taner yapılmış ve yapılacak olan her türlü mutluluk tanımlamasına başkaldırmış bu yazısıyla.  Mutluluğun bireysel yönüne dikkat çektiği gibi, bu bireyselliği az biraz da yaşla, yaşanmışlıklarla ve hatta yaşan(a)mamışlıklarla ilişkilendirmiş.

El verin, daha yakın metrajdan inceleyelim bakalım O’nun mutluluğunu.

…………………………………………………………………………………………………

Yer : Bilinmiyor

Zaman: Ömrün İlkbaharı

Gümbür  gümbür atan kalbim, damarlarımda dolaştığını hissettiğim kanım, bir temmuz öğlesi, belki bir çimen kokusu yahut bir bardak su… Sonra yıldızlardır mutluluk, özgürlüktür illa ki… ………….………………………………………………………………………………………

Yer : Bilinmiyor

Zaman : Ömrün Sonbaharı

İlle de temmuz öğlesi mi şart mutluluk için? Oysa ben ki Mart akşamının da keyfini sürebilirim. Bulduğumla yetinir , yetindiğimle eylerim gönlümü.

Sonbahardaki Stoa’cılığı siz de sezdiniz mi? Ama hala bireyseliz.

Haldun Taner sokaklarında biraz daha gezinmek, jet sosyeteden Aylin Hanım'ı daha yakından tanımak, playboy Aclan Bey'le iki lafın belini kırmak veya garibim Suduri Bey'in bir demli çayını içmek isterseniz Haldun Taner - Çok Güzelsin Gitme Dur'a şöyle bir göz atabilirsiniz.

Ya, işte böyle!

O zaman şöyle bir toparlayacak olursak, gördüğümüz üzere kimi mutluluğu mütevazi bir yaşam sürerek yakalamış , kimi bilgeliği esas almış, kimi ille de güç demiş. Elbette dahası da var. Mesela Kant’a göre yapacak bir işin, sevecek bir insanın  ve hala umudun varsa mutlusundur. Freud’a göre mutluluk hazzın ta kendisidir. Aristotales’e göre mutluluk erdemli bir yaşamla mümkün kılınabilir. Mevlana ise mutluluğu ‘iç huzur’ olarak tanımlar ve maneviyatla ilişkilendirir.

Kimisi de bizlere dizelerinden seslenir : “Mutluluk mavi çocuk, oynardı bahçemizde.”

 

Yeniden buluşmak dileğiyle.

Bu arada…Hoş buldum

 


 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme