20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

"İNSAN NASIL DÜŞÜNMELİ?" SORUSUNUN CEVABINI GÜNÜMÜZDE DESCARTES VEREBİLİR Mİ? / Sevingül'ün kaleminden


René Descartes, 1596-1650 yıllarında yaşamış Fransız matematikçi, bilim insanı ve filozoftur. Fikirleri o dönemde modern felsefenin kuruluşuna vasıta olmuştur. Günümüze kadar ulaşan fikirleri nelerdir ve bu fikirleri gündelik yaşam pratiklerimizde kullanabilir miyiz? sorusuna bir bakalım.

O’na göre, insanın var oluşunun delili olarak sorduğu "ben kimim?" sorusuna ‘düşünen bir şeyim’ cevabını bulmuş. İnsan olmanın en belirgin delili olarak düşünmeyi ve düşünce gücünü öne sürerek o meşhur sözü bizlere söylemiş. "Cogito, ergo sum", "düşünüyorum o halde varım". Düşünebilme becerisi insanları diğer canlılardan ayıran en önemli özellik. Bu sayede, düşüncelerini bilgiler aracılığıyla, nesilden nesile aktararak insanlık tarihi gelişmiştir.

‘Başımıza gelen tüm kötülüklerin çoğu aklı yanlış kullanmamızdan kaynaklanıyor’ diyor. Bu düşüncesinde bizlerin gündelik yaşam pratiklerimizde hem bireysel hem de toplumsal birçok rolümüz ve görevimiz var. En küçük olgudan, en büyük olguya varana kadar aslında, düşünerek seçimler yapıyoruz. Bireyin satın alma eylemi ve yaşadığı toplumda oy kullanma davranışına varana kadar her türlü eyleminin hepsi birer seçim aslında. Günümüz dünyasında bireye atfedilen seçim özgürlüğünü en aza indirgeyecek, kitleler halinde algı oluşturma, aynı düşünme, aynı davranışları sergileme gibi durumlar söz konusu olsa da aslında özünde birey, seçim yapma hakkını her zaman elinde bulunduran bir varlık. Her anın içerisinde seçimlerimiz var ve bizler seçimlerimizin sonucunu yaşarız. İnsanın eylemlerini seçebilmesi, kendi hayatını tasarım açısından önemli bir kavram olsa da, toplumsal boyutuna baktığımız zaman özellikle demokratik toplumlarda, kendi yöneticilerini seçme hakkının ne denli önemli olduğu yine karşımıza çıkmakta. Kendi yöneticilerini seçmesi, toplumun gücüne yön vermesi, yine düşünme tercihine dayalı bir husustur. Modern dünyanın getirisi, dijital çağda, bireyin toplumsal görevi olan seçme hakkına bile reklam, siyasi çalışmalar, ajanslar, basın aracılığıyla müdahale etmekte. Günümüzde bu müdahale oldukça ciddi boyutlara ulaşmıştır.

Descartes bu seçimleri daha doğru yapabilmemiz adına, aklın daha iyi kullanılması yönünde bizlere ışık tutar. Duyular vasıtasıyla algıladığımız bilgilerin, manipüle edici olduğuna dikkat çeker. Bizler yaşamı ya da üzerinde yaşadığımız gezegeni duyular vasıtasıyla algılıyoruz. Görerek veya duyarak elde edilen bilgilerin yanıltıcı gücünün olması elbette aşikar. Örneğin, nehir kenarında öylece duran birinin, neden orada olduğu sorusu sorulursa, her bireyin vereceği cevap farklı olur. Kimine göre sadece dinlenmek isteyen biri gibi görünürken, kimine zihni dolu bir adam, karar verme aşamasında olan biri, mutlu ve ya hüzünlü bir gibi de görünebilir. Bu varyasyonların, çeşitli olması her insanın zihnini çalıştırma şeklinin farklı oluşundan kaynaklıdır. Zihni kullanma becerisini, birey yaşadığı toplumdan, içinde doğduğu aileden, gelenek ve göreneklerden, yöneldiği alanlardan, kişisel edindiği bilgilerden vb. aldığı etkiler oldukça fazladır.

Tüm bunlar için şöyle bir yaklaşım sergilemiştir. ‘Fikirleri sıfırdan inşa etmek’. Peki, sıfırdan fikirler nasıl inşa edilebilir? Bir sepetin içinde elmalar vardır ve bu elmaların içinde elbette çürük olanları da mevcuttur. Elmaların tamamını boşaltır. Çürükleri, sağlam olan elmalardan ayırarak sepete sağlam olan elmaları koymaya benzetir. Bunu yaparken kişinin iç gözlem yeteneğini geliştirmesi elbette gereklidir. Sağlık için bedenlere gösterilen özenin, zihinsel ve ruhsal açıdan ise iç gözlem yeteneğinin gelişimine de gösterilmesi gerekir. Peki, sepeti boşalttık, fikirleri yeniden inşa edeceğiz. Çürük elmaları sağlam olan elmalardan nasıl ayıracağız? sorusunu ise "şüphe" ile yanıtlar. Şüpheyi toprak olarak, üzerine inşa edilecek bilgileri ise bina olarak tasvir eder. Burada bahsedilen kuşku aslında sadece birer araçtır. Bizler gündelik yaşam pratiklerimizde şüphe duymadan, bilgileri olduğu gibi kabul edersek manipüle olmaya çok açık hale geliriz. Descartes yaşasaydı ve günümüz medya araçlarının duyular-algılar üzerine etkisini görseydi, çok daha sert yaklaşımlar ortaya koyabilirdi. Çünkü medyanın insanlar üzerindeki bu gücü inanılmaz büyük. Bireysel ya da toplumsal inşa adına medya günümüzün en etkili parçası. Bizler böylesine büyük bir gücün, neredeyse her gün etkisi altındayız. Kendi fikirlerimizi sıfırlamak üzerine düşünce sistemimizi geliştirecek, o zaman dilimi bile verilmiyor belki de. Fiziksel dünyada doğru bilgiyi elde etme çabasını bir kenara bırakın, insanların, sadece medyada var olma çabası ve bağımlı hale gelmeleri yine her türlü manipüle edilmeye açık hale getiriyor. Descartes bunun için çok basit bir yöntem söylemiştir. İnsanın tüm bu süreçleri yaşayabilmesi için derin kitaplar ya da bilimsel bilgilere ihtiyacı yoktur. Sessiz bir oda ve mantıklı bir akılla bunu yapabileceğimizi söylüyor. Hayatımızın en büyük parçası medyayı, kalıplaşmış fikir ve düşünceleri, gereksiz örf ve adetler, toplumsal kalıplaşmış düşünce şekilleri kısaca insana hizmet etmeyen her türlü olguyu sessiz bir odanın dışına almak mümkün.



 
Descartes'in bilgiyi ele alış şekline bakacak olursak, dört aşamadan geçtiğini görürüz. •Birincisi: Doğru bilmediği bir bilgiyi kabul etmez.

•İkincisi: İncelenecek şeyi en küçük parçalara ayırır.

•Üçüncüsü: Parçalara ayrılan şeyden karmaşık yapıya doğru ilerleme (Tümevarım). •Dördüncüsü: Her adımı gözden geçirme.

Bu formül bizlerin gündelik yaşam pratiklerimizde, her alanda kullanabileceğimiz basit bir formüldür. En azından maruz kaldığımız bilgi yığınları karşısında eleyici bir yöntem de olabilir. Eleyiciler sayesinde doğru bilgileri elde etme ve doğru kararlar alabilmemiz de daha mümkün. Bizlerin sık sık belki de kendimizi ‘yaşam nedir?’ tarzı sorulara karşı başarısız hissetme nedenimiz aslında yeteri kadar parçalara ayıramayışımızdan kaynaklı olabilir. Bilgi elde etmeye örnek olarak; mevcut bir olay ya da durum karşısında, duyular vasıtasıyla bilgi edinen bir kişi, bunu bir başkasına aktarışında elbette dönüşümler yaşanacaktır. Aktarılan kişi o durumları deneyimlememiş olsa bile aktaranın duyumu ve kendi duyumları nedeniyle elde ettiği bilgi yine eksik, fazla ya da kusurlu bir bilgi olacaktır. Burada kişilerin elde etmek istedikleri bilgileri ikinci veya üçüncü duyuları araya sokmadan bizzat elde etmeli.

Peki, bilgi türlerine yaklaşımı nedir? dersek, üç tür bilgi vardır.

•Birincisi: Doğuştan,

•ikincisi: Duyu verilerinden üretilen

•üçüncüsü: Kendi türettiğimiz.

Doğuştan olan bilgilere, insanın kendi erişimi imkansızdır. Örneğin Tanrı fikri bizlere doğuştan verilen bilgidir. Geriye kalan ikinci ve üçüncü bilgi türü ise doğruluklarından her zaman emin olamayacağımız bilgi türleridir. Yukarıda bu bilgi türlerine nasıl yaklaşacağımızın reçetesine ise şüphe metodunu önermişti. Bu yaklaşım, otorite ve geleneksel düşünce sisteminden ayrışarak, kendi mantığımızla düşünce modeli oluşturmak adına oldukça önemlidir.

Descartes'ın değinmiş olduğu bir diğer ilginç konu ise "sezgi" konusudur. Sezgiden bahsettiği şey duyuların bizlere sunduğu yanıltıcı veriler veya imgelemenin sunduğu yanıltıcı yargılar değil elbette. Burada bahsedilen sezginin saf ve dikkatli bir anlığın kavramıdır. Bunun için yine salt ve temizlenmiş bir zihni ön koşul olarak bizlere sunabilir. Sezgi için aklın doğal ışığı, sağlam ve yalınlık, apaçıklık ifadelerini kullanmıştır. İnsanın düşünce gücüne mantıksal çıkarımlar yapmanın yanı sıra, sezginin de öneminin altını çizmiş.

Hayatına kısaca bakacak olursak; tarih, felsefe, edebiyat alanlarında kendini geliştirmiş. Hukuk fakültesinden mezun olmasına rağmen, dönemin toplumsal olayları yüzünden iyi bir subay olma hayali kurmuş. Bu nedenle orduya katılmış, orada tanıştığı kişiler matematik ve fizik alanlarındaki yeteneğini keşfetmesini sağlamış. Belirli bir süre sonra ordudaki görevinden istifa ederek Fransa, Hollanda, İsveç vb. birçok ülkede yaşamını sürdürmüş, aynı zamanda gezgin olarak da birçok ülke gezerek gözlemlerde bulunmuştur. Matematik, fizik, geometri alanlarındaki çalışmalarının yanında, modern felsefenin de temellerini attığını görüyoruz. Çağın felsefe anlayışına aykırı ve farklı bakış açıları geliştirerek, gelecek birçok düşünürü etkilemiştir. Descartes'in iyi bir gözlemci olması, zihni doğru kullanma becerisi ve birçok alandaki başarılarının sonucu olarak bu fikirleri günümüze kadar gelmiştir. Dönemin koşullarında fikirlerin üretilmesi zor koşullarda iken, günümüz modern çağda internet sayesinde çok emek vermeden bilgiyi elde etme şansımız var. Bizler, elde ettiğimiz bilgiler ışığında, düşünsel olarak, sürekli daha ileriye gitmek mümkünken, bunu hala ortaya çıkaramayışımızın nedenlerini düşünmek oldukça elzem.

---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz

Yorumlar

  1. Günümüz insanının düşünme ve bilgiye ulaşma şeklini Descartes'in yaklaşımlarıyla bağdaştıran, aynı zamanda şüphe ve sezginin doğru bilgiye ulaşmadaki etkisini gösteren güzel ve bir o kadar da düşündürücü bir yazı olmuş. Ellerinize sağlık..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme