TEK BİLDİĞİNİN HİÇ BİR ŞEY BİLMEMEK OLDUĞUNU SÖYLEYEN YALIN AYAK FELSEFECİ: SOKRATES / Sevingül yazıyor
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Bu haftaki yazımızı tarihin epey
eski sayfalarına çeviriyoruz. Bu sefer başrolde felsefenin babası olarak
bilinen Sokrates var. Hakkında yazılı kaynak olmadığı için onu ikincil
kaynaklardan tanıyoruz. Kaynaklar, farklı Sokrates figürleri yansıtsa da aslında
tarihe olan etkisi konusunda hem fikir olunan çok fazla nokta var. Onu tarihten
günümüze getiren neydi peki? Yaşadığı toplumun geleneklerinden kopuk oluşu mu?
İrdeleyici sorgulama yöntemi mi? Çıktığı mahkemede yaptığı savunması mı?
Zehirlenerek hayatına son vermesi mi? Yoksa tüm bunların hepsi mi?
M. Ö. 400’lü yılların Antik Yunan
toplumunun dönemsel koşullarına baktığımızda, Persler ile savaş halinde olunan
ve demokrasi uygulamalarının seçkin kişilerce yapıldığı bir tablo karşımıza
çıkıyor. Böyle bir tablo içerisinde ise parlayan düşünce adamı görüyoruz:
“Sokrates”.
Duş almadan, yalın ayak, özensiz bir
şekilde çarşı pazar gezen bu adam, tamamen döneme aykırı bir imaj çizmekte. Oluşturduğu
imajın yanı sıra karşısına çıkan insanlara zor sorular sorarak insanların
canını sıkmayı da başarmış birisi. Ancak her ne kadar bu tavır ve imaj onun
sevilmemesine sebep olsa da pek çok seveninin olduğunu söylemek de mümkün. Özellikle
ön yargısız oldukları için dönemin gençleri tarafından büyük bir ilgi odağı
haline gelmiş. Aslında Sokrates’in döneme damga vurmak ve gelecek nesillerde de
adını duyurmak gibi bir amacı hiç olmamış. İşte gördüğü ilgiye karşılık yazılı
bir eserinin bulunmayışı da bundan.
Rivayetlere göre bir gün arkadaşı
yanına gelir ve dönemin en büyük kahinlerinin, en bilge kişinin Sokrates
olduğunu ileri sürdüklerini söyler. Bunun üzerine Sokrates bu durumu kabul
etmez ve bu söylenti onun bir arayışa girmesine neden olur. En bilge kişi
olmadığını ispatlamak amacıyla ilk olarak politikacıların yanına gider ve
onlara yönelttiği sorular karşısında istediği cevapları alamaz. Dönemin güçlü
şairlerin yanına gider ve şairlerdeki yeteneğin doğuştan gelen bir ilham olduğu
sonucuna varır, soruları cevapsız kalır. Marangozların yanına gider ve aynı
durumu onlarla da yaşar. Bu arada kendisi de hiçbir şey bilmediğini
düşündüğünden bunu “tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” cümlesiyle ifade
eder. Fakat yanına gittiği kişiler hep bir şeyler bildiğini iddia eden
insanlardır. Onlara yönelttiği sorular doğrultusunda da “Herhangi bir alanda
onların anladığı şekilde bilge ve onların anladığı şekilde cahil olmaktan
kaçınmalıydım? Yoksa onlar gibi kendini bilge sanan bir cahil mi olmalıydım?” Sonucuna ulaşır.
Sokrates’in ifade etmeye çalıştığı
bu durumun benzer şablonlarını günümüzde de görmemiz mümkün. Her şeyi bildiğini
iddia eden birisinin gelişim göstermesinin mümkün olmadığı gibi aslında
Sokrates bildiğimizi zannettiklerimizi de bilmediğimizi bizlere hatırlatan bir
yöntem sunar. İnsan aklının sınırlarına belki de dikkat çekerek insanın her
şeyi bilmesinin mümkün olamayacağı ise altını çizdiği bir diğer husus. Çünkü
bildiğimizi zannettiklerimiz bir kenara bilemediklerimizin fazlalığı, var olan
bir gerçek. Bakıldığında ise Sokrates’in yaptığı tek şey aslında soru
sormaktır. Felsefi açıdan bu “Sokratesçi Yöntem” ya da “Diyalektik Yöntem” olarak
adlandırılır.
Sokrates, sadece kendisi olarak var
olduğu ve hiçbir şey bilmediği üzerinde çok durur. Karşısına aldığı insana
direk bir olgu üzerinden soru sormaz. Onun kafasındaki büyük şablon aslında az
çok bellidir fakat karşısındaki kişilere ufak sorular sorarak işe başlar. Bu
sorular herkesin cevap verebileceği türden sorular. Ufak soruların aslında
bilgiyi parçalara bölmesiyle ilişkili olduğunu ve sonuca sorular vasıtasıyla
ulaştığını görüyoruz. Yapmaya çalıştığı şey aslında ufak sorularla kişinin sahip
olduğu değer ve yargıları ile ne kadar tutarlı olup olmadığını da test etmek.
Bu durum neye inandığını bilmeyen insanlar için oldukça can sıkıcı bir durum
olabilir. İnsanın inandığı değerler hakkında üzerinde düşünebilmesi gerekli bir
husus.
Peki bizler eylemlerimizin kökeni noktasında
Sokratesçi bir bakış açısıyla kendimize sorular yöneltiyor muyuz? Sokratik
Yöntem aslında kendi yaşam pratiklerimize uygulanabilirliği açısından ciddi bir
mesele. Sıkı sıkı kalıplara sarılan, yaşamı sadece bildiği tek yön üzerinden
yaşayıp düşünen, kapalı bir zihin yapısının bunu anlaması ve uygulaması pek mümkün
değil. Sokrates’i anlamak, biraz olsun düşünebilme ve sorgulayabilme kabiliyeti
olan kişiler için söz konusu. Çünkü onun soru sorma diyalogları, kendi
açımızdan bildiğimiz çoğu şeyin yanlış olduğunu görmemizi sağlama ya da muğlak
olan şeylerin netleştirilmesi açısından yardımcı bir araç durumunda.
Filozofların yapmış olduğu eylemlerden
biri, aslında yaşamın özünü meydana getireni keşfetmektir. Sokrates’e göre yaşamın
özünü keşfetme yolculuğunda ise hepimizin içinde var olan daimonlar karşımıza
çıkar. Daimonlar, bir çeşit vicdani bir mekanizmaya benzetilebilir. İnsanın
içinden gelen yap veya yapma yönündeki vicdanın sesi olarak ifade edilir. Sokrates,
vicdanın sesiyle birlikte insanların erdemli olması gerektiğine de inanır. İnsanı erdemli kılacak şey ise bilgidir.
Sokrates, kendini “ebe” olarak
nitelendirir. Bu nitelendirme aslında bilginin doğumunun sorular sorularak gerçekleşmesine
bağlamasından kaynaklanıyor. Soru sorarak ortaya çıkan bilgi ise bireyin
erdemli olmasının anahtarı. Çünkü Sokrates, iyiyi ve kötüyü ayırt edebilmek
için bilmenin, bilgilin gerekliliğinden söz ederek insanın bilerek kötülük
yapamayacağını vurguluyor. Ona göre insanın başına ne geliyorsa bilmediğinden
meydana geliyor.
Sokrates’in bu çıkarımının kısmen
doğruluk payının olduğunu söylemek mümkün. İnsan bilmediği bir yol üzerine
yaptığı seçimlerde neler ile karşılaşacağını bilemez. Bilmediği için yapmış
olduğu seçim üzerinden ilerlemeye devam eder. Dolayısıyla yaptığı seçim kötüyse
ya da kötülüğe neden olmuşsa bu bilmemekten kaynaklanır. Günümüz için bu her ne
kadar iyimser bir bakış açısı olarak değerlendirilse de aslında epey düşündürücü.
Hiç düşünülmeyen ve ezberlenmiş
hayatlar üzerine onun sorduğu sorular ne kadar da can sıkıcı gelmiş değil mi?
“Artık ayrılma vakti geldi çattı,
ben ölmeye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz. Hangisinin daha
iyi olduğunu sadece Tanrı bilebilir.”
---
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder