20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

İran'daki isyanının anatomisi -1- / Sara Özkan'ın kaleminden

 

“Erkek kardeşlerimizden tek istediğim, yakamızdan düşmeleridir.”

(Sarah Grimke, 1837 akt. Donovan, 2021:21)[1]

 


Kadın olmak… Bedenleriyle, davranışlarıyla, kararlarıyla daima kontrol edilmeye çalışılan, bu uğurda dövülen, hapsedilen, öldürülen “eksik etekler” olarak tabir edildiği bu dünyanın her dönem ve coğrafyasında kadınlar, kadın olmanın mücadelesi içerisinde. Tarih, özellikle dinlerdeki katı inanç ve geleneklerle kadınların konumunun aşağılara çekildiği sahnelere tanıklık etmiş ve etmeye de devam etmekte. Örneğin, Hristiyanlıkta sekizinci yüzyıla kadar kadınların fiziksel açıdan yetersiz ve ilk günahın sahibi olduğu kabul edilerek kollektif günahı yansıtan bir elbise giymeleri Kilise Babalarınca tartışılmış[2]. Yine bazı Hristiyan mezheplerinde kadının insan olup olmadığı üzerine yorumlar yapılmış, hatta İncil okumaları yasaklanmış[3]. Yahudilikte ise “Tanrım beni erkek yarattığın için şükürler olsun” cümlesinin sabah dualarında geçmesi, yaratıcının eril olduğu ve kadınlardan üstün olduğu düşüncesinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmakta[4].  İslamiyet öncesi dönemlerde ise kız çocuklarının diri diri gömülmeleri ile karşılaşılmakta.

Ancak belirtmek gerekir ki kadınların sınırlandırılması, kontrol altına alınma çabası, aşağılanması gibi durumlar sadece din kaynaklı da algılanmamalıdır. Kadınlar, din, örf, adet, gelenek, ahlak öğretilerinin hatta kimi zaman siyasi öğretilerin arkasına sığınılarak çeşitli haksızlıklara, baskıya maruz kalmaktadır. Nitekim tarihin tanıklık ettiği en eski olaylarda bile bugünü bulmak mümkün. Her geçen gün artan kadın cinayeti, tacizi haberleri de bunun kanıtı.

Haber kanallarına baktığımızda gerek Doğu gerek Batı toplumlarında öldürülen bir kadının haberi ile karşı karşıya kalınmakta. Bugün ise tacize uğrayan, öldürülen, şiddete uğramış pek çok kadın haberlerinin yanı sıra İran’da ahlak polisi tarafından darp edilerek öldürüldüğü iddia edilen 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin haberi gündemde yerini almış durumda.

Elbette bu haber öncelikle bir insanın, bir kadının ölümünü içermesinden dolayı oldukça üzücü. Ancak söz konusu ölümün üzerine yaşanan olaylar giderek artıyor ve akıllara pek çok soru getiriyor.

Mahsa Amini’nin ölümü ile ilgili çıkan ilk haberlerde Mahsa’nın şeriat kurallarınca dayatılan bir biçimde baş örtüsü takmayışından dolayı bir ahlak polisi tarafından tutuklandığı, tutuklanmanın ardından ise gördüğü işkence sebebiyle öldürüldüğünden söz edilmekte. Tahran’da gerçekleşen bu olay, Mahsa’nın ani bir kalp rahatsızlığı geçirmesiyle hayatını kaybettiği öne sürüldü. Ancak hemen ardından genç kadının ahlak polisi tarafından dövüldüğü ve işkenceye maruz kaldığına ve bu nedenle komaya girdiğine ilişkin çeşitli görüntüler sosyal medyada hızla yayıldı. Bununla birlikte Mahsa Amini’nin babası Emcet Amini’nin BBC’ye yapmış olduğu açıklamada da kızının otopsi raporunu görmesine izin verilmediğini ve önceden herhangi bir sağlık sorununun bulunmadığını belirtti[5]. Mahsa’nın gözaltına alındığı esnada yanında bulunan 17 yaşındaki erkek kardeşi Kiaraş ise ablasının gözaltına alınmamasını istediği için hem kendisinin dövüldüğünü hem de ablasının gözaltına alınma esnasında dövüldüğünü belirtti. Mahsa’nın gözaltına alındığı esnada kurallara uygun bir şekilde giyinmediğini belirten İran yetkililerine karşılık olarak ise Mahsa’nın babası kızının daima uzun bir pardesü giydiğini belirterek, giydiği kıyafeti gösterecek görüntüleri talep etmiş ancak yetkililer böyle bir kaydın olmadığını güvenlik güçlerinin üzerinde bulunun vücut kameralarının pilinin bittiğini belirtmiş. İşte bir yanda İran hükümetinin inkar edişi bir yanda ise bir baba ve kardeşinin yapmış olduğu basın açıklamaları bulunan bu olay ise tüm dünyada seslerin yükselmesi ve İran içerisinde Devrim Muhafızlarının harekete geçmesi ile devam etmekte.

Mahsa’nın ölümünün ardından ortaya çıkan eylemlerde ilk olarak kadınlar, kamera karşısına geçerek “saç yoksa günah da yok” sloganıyla saçlarını kesmeye başladı. Saç kesme eylemine birçok ülkeden kadının katıldığı gözlemlendi. Devam eden saç kesme eylemiyle birlikte Belçikalı sanatçı Edith Dekyndt’ın 2008 yılında tamamladığı “Ombre Indigene” (Yerli Gölge) adlı eseri sembol haline getirildi.


Resim 1: Edith Dekyndt’ın 2008 yılında tamamladığı “Ombre Indigene” (Yerli Gölge) adlı eseri.

Sosyal medyada yaşanan eylemsel hareketliliğin yanı sıra Mahsa Amini’nin cenaze töreninde “Diktatöre ölüm” sloganları atılarak başlayan çeşitli eylemler baş gösterdi. Özellikle Kürtçe “Jin, Jiyan, Azadi” (Kadın, hayat, özgürlük) sloganlarıyla kadınların baş örtülerini ateşe atarak yaktığı eylemler oldukça ses getirdi[6].

İran’da gerçekleştirilen eylemlere hükümetin tepkisinin ise daha fazla şiddet olduğu, protestocuların üzerine ateş açıldığı, evlerinin basıldığı ifade ediliyor ve konuya ilişkin görüntüler hızla sosyal medyada yayıldı. Tabi ülkenin bu sosyal medya hareketliliğine çözümü de internet kullanımını durdurmak oldu.

Bilindiği üzere İran’da gerçekleşen İslam Devrimi ile 1979 yılından bu yana ülkede şeriat kuralları olarak belirtilen kurallar sistemi geçerli[7]. Şeriat kuralları kapsamında ise kadınlar o yıllardan bu yana yoğun bir baskı altında. Yıllardır kadınlar İran’da öldürülüyor, hapsediliyor veya dövülüyor. Örneğin “namus” bahanesiyle İran’da yılda 375 ile 450 arasında kadın cinayetlerinin yaşandığı belirtiliyor. Yine 2020 yılında 14 yaşındaki Romina Aşrafi’nin, babası tarafından orakla öldürülmesi, 17 yaşındaki Mona Haydari’nin eşinden önce şiddet görmesi ve ardından öldürülmesi de yakın zamanda görülen diğer haberler arasında[8]. Bu cinayetler karşısında hükümetin birtakım düzenlemelerde bulunduğu söylenmektedir. Ancak gerek İran’da gerek Batı toplumlarında Mahsa Amini’nin ölümü kadar dikkat çekmediğini de gözlemlemek mümkün. İşte tam da bu noktada akıllara şu soru geliyor: “Neden Mahsa Amini’nin ölümü diğer ölümlerden çok daha fazla tepki toplayarak Batı toplumlarında bile protestolara yol açtı?”

Bu soruyu öncelikle İran hükümeti ve halkının çerçevesinden ele almak gerekir. Sorunun bu kapsamdaki olası cevaplarından birini Coser’ın düdüklü tenceresiyle açıklamak mümkün. Halk, yaşanan ölümlere duyduğu üzüntüyle düdüklü tencerenin içerisindeydi. Mahsa Amini’nin ölümü ile emniyet supabı gevşedi ve artık duyulan üzüntünün yerini kaynar bir kızgınlık aldı ve bugün, sorun yaratan nesneye yönelik tepkilerle çatışma yaşanmakta. Halk artık yaşanan ölümlere, baskıya, şiddete karşılık vermekte. Hükümetse başlarda yaşanan olayların gerilimini gerek inkar gerek hafifletme yöntemleriyle bastırmaya çalışsa da çatışma gerilimin karşı karşıya kaldığı baskı karşısında giderek daha arttı. Bu nedenle hükümet tarafından gelen baskılar da doğru orantılı olarak artış gösterdi. Olay kitleselleştikçe politik olarak bölünmeler de baş göstermeye başladı. Bu durumu fırsat bilen rejim, ev baskınlarıyla baskıyı daha da arttırma yönünde ilerlemekte.

Bir diğer olası cevap ise ekonomi içerisinde gizli. Bilindiği üzere toplumsal kurumlar arasında ekonomi kurumu her ülkede başat kurum haline gelmiş durumda. Bir ülkenin ekonomik durumu, halkın refah seviyesiyle ilişkili. Halkın refah seviyesi ise yaşanan olaylara gösterilen tepki ile doğru orantılı bir hal almış durumda. Bunu Katar örneğini vererek anlatmak mümkün. Katar da ülke olarak tıpkı İran, Pakistan, Sudan ve Afganistan gibi şeriatla yönetilen ülkeler arasında yer almakta. Katar’da da kadınlar başörtüleri ve feraceleri ile veya tercihen sadece feracelerini giyerek omuzlarına attıkları bir şal ile sokaklarda gezmekte. Tabi bu kadınların özgür olduğu anlamına gelmiyor. Kadınlar şeriatla yönetilen her ülkede olduğu gibi Katar’da da belli sınırlar içerisinde[9]. Ancak burada başörtüsü bir zorunluluk olarak dayatılarak ahlak polisi tarafından teftiş edilmemekte. Katar’da kadınlar, başörtülerinin dini gereklilik veya bir saygı görme aracı olduğundan taktıklarını ifade etmekte. Katar’ın bu açıdan farkı diğer ülkelere kıyasla ekonomik durumunun oldukça iyi olması ve halkın refah seviyesinin yüksek olması denilebilir. Bu nedenle burada halk ile hükümet arasında yoğun bir çatışma yaşanmamakta aksine hükümetin halkın taleplerine kulak verdiği görülmekte. Ancak ekonomisi kötü olan ülkelerde gerilim ve baskılar çatışmaya, şiddete çok hızlı bir şekilde dönüşebilmekte ve devrim sesleri yükselebilmekte. İran’da ise 2015 yılından bu yana gözlemlenen enflasyon oranları halkın refah seviyesinin oldukça düşük olduğunu ortaya çıkarır durumda[10]. O yüzden halk bir yanda ekonomik sıkıntılar içerisindeyken bir yandan da hükümet baskısı ile karşı karşıya kalınca ortaya Devrim Muhafızlarının, Kudüs Gücü askerlerinin armaları ve şiddet içeren yoğun görüntüler çıkıyor.

Konuyu bir de feministler açısından değerlendirmek gerek. Şimdiye kadar Doğu’da yaşanan pek çok kadın cinayetine, şiddetine ses çıkarmayan Batılı feministler bugün neden Mahsa Amini’nin ölümü üzerine çeşitli protestolarla ses çıkarmaya başladı? Ya da feministlerin gösterdiği tepkilere emperyalist ülkelerin desteğinin arkasında yatan amaç ne olabilir?

Buna emperyalist ülkelerin uyguladığı ve paradoks halinde sürekli tekrarlanan bir yöntem gözüyle bakılması mümkün. Sömürülmek istenen bir ülkede kızgın halka destek sağlayarak devrim seslerini yükseltiyorlar. Ardından hükümetin bu seslere tepki göstermesiyle küçük terör örgütü gruplarının yıkımı için hükümete destek sağlayarak gerilimi daha da yükseltiyorlar. Yükselen gerilim de karşıt bir gruba da gizliden destek veriyor, sanat eseri gibi iç savaş durumunu izliyorlar. Sonuç ise iç savaşa engel olarak bölgede özellikle kadın ve çocukların güvenliğini sağlama, insan haklarını koruma amacıyla iç savaşa sürükledikleri ülkeye girmek oluyor. İşte Mahsa Amini’nin ölümü ile halkın Batı toplumlarındaki desteğin kaynağını da bu olasılık ile ilişkilendirmek mümkün. Trajik olan ise Batı toplumlarındaki feministlerin yapmış olduğu eylemlerin desteklenerek kadın ve çocukları koruma amacı güttüğünü iddia eden emperyalist ülkelerin çıkarttıkları iç savaşlar, olaylar ile en çok kadın ve çocuklara zarar vermesi.

Şunu da belirtmek gerekir ki her ne kadar emperyalist toplumların feministleri destekleyerek belli birtakım amaçlarının olduğu olasılığından söz edilse de Batı’daki “yeni kuşak” veya “dördünü dalga” feministler olarak adlandırılan feministlerin Doğu toplumlarındaki olayları da dikkate alarak bu denli ses çıkarmaları da oldukça dikkat çekici. Ülkelerinin desteği olsun ya da olmasın artık dördüncü dalga feministler dünyanın her yerinde gerçekleşen olaylara ses çıkarır durumda gözükmesine rağmen “acaba bu yeni kuşak sadece belli başlı olaylara mı yoksa her olaya mı ses çıkarıyor?”. Dolayısıyla bu soruya yanıt arayabilmek için ayrıca feminizm konusunu ve dördüncü dalga feminizmini serinin diğer kısımlarında ele alacağız.




[1] Donavan, J. (2021). Feminist Teori. İstanbul: İletişim Yayınları.

[2] Özlem Topcan, “Yahudilik ve Hristiyanlık Din Geleneklerinde Toplumsal Cinsiyet”, Ankara Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2010.

[3] Cihat Doğan, “Yeni Sosyal Hareketler Ekseninde Feminizme Bakış”, Sosyoloji Notları Dergisi, 2008.

[7] Robin Wright: The Last Great Revolution/ Turmoil and Transformation in İran;2000 ABD, Çeviri: Şeniz Türkömer, Son Büyük Devrim;2001, Doğan Yayıncılık.

[10] https://foreks.com/haber/detay/62e8a72fd601800001e6f9e9/FRKS/tr/piyasaya-bakis-iran-da-enflasyon-son-27-yilin-en-yuksek-seviyesine-ulasti


---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme