İran'daki isyanının anatomisi -1- / Sara Özkan'ın kaleminden
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
“Erkek
kardeşlerimizden tek istediğim, yakamızdan düşmeleridir.”
(Sarah Grimke,
1837 akt. Donovan, 2021:21)[1]
Kadın
olmak… Bedenleriyle, davranışlarıyla, kararlarıyla daima kontrol edilmeye
çalışılan, bu uğurda dövülen, hapsedilen, öldürülen “eksik etekler” olarak
tabir edildiği bu dünyanın her dönem ve coğrafyasında kadınlar, kadın olmanın
mücadelesi içerisinde. Tarih, özellikle dinlerdeki katı inanç ve geleneklerle
kadınların konumunun aşağılara çekildiği sahnelere tanıklık etmiş ve etmeye de
devam etmekte. Örneğin, Hristiyanlıkta sekizinci yüzyıla kadar kadınların
fiziksel açıdan yetersiz ve ilk günahın sahibi olduğu kabul edilerek kollektif
günahı yansıtan bir elbise giymeleri Kilise Babalarınca tartışılmış[2].
Yine bazı Hristiyan mezheplerinde kadının insan olup olmadığı üzerine yorumlar
yapılmış, hatta İncil okumaları yasaklanmış[3].
Yahudilikte ise “Tanrım beni erkek yarattığın için şükürler olsun” cümlesinin
sabah dualarında geçmesi, yaratıcının eril olduğu ve kadınlardan üstün olduğu
düşüncesinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmakta[4].
İslamiyet öncesi dönemlerde ise kız
çocuklarının diri diri gömülmeleri ile karşılaşılmakta.
Ancak
belirtmek gerekir ki kadınların sınırlandırılması, kontrol altına alınma
çabası, aşağılanması gibi durumlar sadece din kaynaklı da algılanmamalıdır.
Kadınlar, din, örf, adet, gelenek, ahlak öğretilerinin hatta kimi zaman siyasi
öğretilerin arkasına sığınılarak çeşitli haksızlıklara, baskıya maruz
kalmaktadır. Nitekim tarihin tanıklık ettiği en eski olaylarda bile bugünü
bulmak mümkün. Her geçen gün artan kadın cinayeti, tacizi haberleri de bunun
kanıtı.
Haber
kanallarına baktığımızda gerek Doğu gerek Batı toplumlarında öldürülen bir
kadının haberi ile karşı karşıya kalınmakta. Bugün ise tacize uğrayan,
öldürülen, şiddete uğramış pek çok kadın haberlerinin yanı sıra İran’da ahlak
polisi tarafından darp edilerek öldürüldüğü iddia edilen 22 yaşındaki Mahsa
Amini’nin haberi gündemde yerini almış durumda.
Elbette
bu haber öncelikle bir insanın, bir kadının ölümünü içermesinden dolayı oldukça
üzücü. Ancak söz konusu ölümün üzerine yaşanan olaylar giderek artıyor ve
akıllara pek çok soru getiriyor.
Mahsa
Amini’nin ölümü ile ilgili çıkan ilk haberlerde Mahsa’nın şeriat kurallarınca
dayatılan bir biçimde baş örtüsü takmayışından dolayı bir ahlak polisi
tarafından tutuklandığı, tutuklanmanın ardından ise gördüğü işkence sebebiyle öldürüldüğünden
söz edilmekte. Tahran’da gerçekleşen bu olay, Mahsa’nın ani bir kalp
rahatsızlığı geçirmesiyle hayatını kaybettiği öne sürüldü. Ancak hemen ardından
genç kadının ahlak polisi tarafından dövüldüğü ve işkenceye maruz kaldığına ve
bu nedenle komaya girdiğine ilişkin çeşitli görüntüler sosyal medyada hızla
yayıldı. Bununla birlikte Mahsa Amini’nin babası Emcet Amini’nin BBC’ye yapmış
olduğu açıklamada da kızının otopsi raporunu görmesine izin verilmediğini ve
önceden herhangi bir sağlık sorununun bulunmadığını belirtti[5].
Mahsa’nın gözaltına alındığı esnada yanında bulunan 17 yaşındaki erkek kardeşi
Kiaraş ise ablasının gözaltına alınmamasını istediği için hem kendisinin
dövüldüğünü hem de ablasının gözaltına alınma esnasında dövüldüğünü belirtti.
Mahsa’nın gözaltına alındığı esnada kurallara uygun bir şekilde giyinmediğini
belirten İran yetkililerine karşılık olarak ise Mahsa’nın babası kızının daima
uzun bir pardesü giydiğini belirterek, giydiği kıyafeti gösterecek görüntüleri
talep etmiş ancak yetkililer böyle bir kaydın olmadığını güvenlik güçlerinin
üzerinde bulunun vücut kameralarının pilinin bittiğini belirtmiş. İşte bir
yanda İran hükümetinin inkar edişi bir yanda ise bir baba ve kardeşinin yapmış
olduğu basın açıklamaları bulunan bu olay ise tüm dünyada seslerin yükselmesi
ve İran içerisinde Devrim Muhafızlarının harekete geçmesi ile devam etmekte.
Mahsa’nın
ölümünün ardından ortaya çıkan eylemlerde ilk olarak kadınlar, kamera karşısına
geçerek “saç yoksa günah da yok” sloganıyla saçlarını kesmeye başladı. Saç
kesme eylemine birçok ülkeden kadının katıldığı gözlemlendi. Devam eden saç
kesme eylemiyle birlikte Belçikalı sanatçı Edith Dekyndt’ın 2008 yılında
tamamladığı “Ombre Indigene” (Yerli Gölge) adlı eseri sembol haline getirildi.
Resim 1: Edith Dekyndt’ın 2008 yılında tamamladığı “Ombre Indigene” (Yerli Gölge) adlı eseri.
Sosyal
medyada yaşanan eylemsel hareketliliğin yanı sıra Mahsa Amini’nin cenaze
töreninde “Diktatöre ölüm” sloganları atılarak başlayan çeşitli eylemler baş
gösterdi. Özellikle Kürtçe “Jin, Jiyan, Azadi” (Kadın, hayat, özgürlük)
sloganlarıyla kadınların baş örtülerini ateşe atarak yaktığı eylemler oldukça
ses getirdi[6].
İran’da
gerçekleştirilen eylemlere hükümetin tepkisinin ise daha fazla şiddet olduğu,
protestocuların üzerine ateş açıldığı, evlerinin basıldığı ifade ediliyor ve
konuya ilişkin görüntüler hızla sosyal medyada yayıldı. Tabi ülkenin bu sosyal
medya hareketliliğine çözümü de internet kullanımını durdurmak oldu.
Bilindiği
üzere İran’da gerçekleşen İslam Devrimi ile 1979 yılından bu yana ülkede şeriat
kuralları olarak belirtilen kurallar sistemi geçerli[7].
Şeriat kuralları kapsamında ise kadınlar o yıllardan bu yana yoğun bir baskı
altında. Yıllardır kadınlar İran’da öldürülüyor, hapsediliyor veya dövülüyor. Örneğin
“namus” bahanesiyle İran’da yılda 375 ile 450 arasında kadın cinayetlerinin
yaşandığı belirtiliyor. Yine 2020 yılında 14 yaşındaki Romina Aşrafi’nin,
babası tarafından orakla öldürülmesi, 17 yaşındaki Mona Haydari’nin eşinden
önce şiddet görmesi ve ardından öldürülmesi de yakın zamanda görülen diğer
haberler arasında[8].
Bu cinayetler karşısında hükümetin birtakım düzenlemelerde bulunduğu
söylenmektedir. Ancak gerek İran’da gerek Batı toplumlarında Mahsa Amini’nin
ölümü kadar dikkat çekmediğini de gözlemlemek mümkün. İşte tam da bu noktada
akıllara şu soru geliyor: “Neden Mahsa Amini’nin ölümü diğer ölümlerden çok
daha fazla tepki toplayarak Batı toplumlarında bile protestolara yol açtı?”
Bu
soruyu öncelikle İran hükümeti ve halkının çerçevesinden ele almak gerekir.
Sorunun bu kapsamdaki olası cevaplarından birini Coser’ın düdüklü tenceresiyle
açıklamak mümkün. Halk, yaşanan ölümlere duyduğu üzüntüyle düdüklü tencerenin
içerisindeydi. Mahsa Amini’nin ölümü ile emniyet supabı gevşedi ve artık
duyulan üzüntünün yerini kaynar bir kızgınlık aldı ve bugün, sorun yaratan
nesneye yönelik tepkilerle çatışma yaşanmakta. Halk artık yaşanan ölümlere, baskıya,
şiddete karşılık vermekte. Hükümetse başlarda yaşanan olayların gerilimini
gerek inkar gerek hafifletme yöntemleriyle bastırmaya çalışsa da çatışma
gerilimin karşı karşıya kaldığı baskı karşısında giderek daha arttı. Bu nedenle
hükümet tarafından gelen baskılar da doğru orantılı olarak artış gösterdi. Olay
kitleselleştikçe politik olarak bölünmeler de baş göstermeye başladı. Bu durumu
fırsat bilen rejim, ev baskınlarıyla baskıyı daha da arttırma yönünde
ilerlemekte.
Bir
diğer olası cevap ise ekonomi içerisinde gizli. Bilindiği üzere toplumsal
kurumlar arasında ekonomi kurumu her ülkede başat kurum haline gelmiş durumda.
Bir ülkenin ekonomik durumu, halkın refah seviyesiyle ilişkili. Halkın refah
seviyesi ise yaşanan olaylara gösterilen tepki ile doğru orantılı bir hal almış
durumda. Bunu Katar örneğini vererek anlatmak mümkün. Katar da ülke olarak tıpkı
İran, Pakistan, Sudan ve Afganistan gibi şeriatla yönetilen ülkeler arasında
yer almakta. Katar’da da kadınlar başörtüleri ve feraceleri ile veya tercihen
sadece feracelerini giyerek omuzlarına attıkları bir şal ile sokaklarda
gezmekte. Tabi bu kadınların özgür olduğu anlamına gelmiyor. Kadınlar şeriatla
yönetilen her ülkede olduğu gibi Katar’da da belli sınırlar içerisinde[9].
Ancak burada başörtüsü bir zorunluluk olarak dayatılarak ahlak polisi
tarafından teftiş edilmemekte. Katar’da kadınlar, başörtülerinin dini
gereklilik veya bir saygı görme aracı olduğundan taktıklarını ifade etmekte. Katar’ın
bu açıdan farkı diğer ülkelere kıyasla ekonomik durumunun oldukça iyi olması ve
halkın refah seviyesinin yüksek olması denilebilir. Bu nedenle burada halk ile
hükümet arasında yoğun bir çatışma yaşanmamakta aksine hükümetin halkın
taleplerine kulak verdiği görülmekte. Ancak ekonomisi kötü olan ülkelerde
gerilim ve baskılar çatışmaya, şiddete çok hızlı bir şekilde dönüşebilmekte ve
devrim sesleri yükselebilmekte. İran’da ise 2015 yılından bu yana gözlemlenen
enflasyon oranları halkın refah seviyesinin oldukça düşük olduğunu ortaya
çıkarır durumda[10].
O yüzden halk bir yanda ekonomik sıkıntılar içerisindeyken bir yandan da hükümet
baskısı ile karşı karşıya kalınca ortaya Devrim Muhafızlarının, Kudüs Gücü
askerlerinin armaları ve şiddet içeren yoğun görüntüler çıkıyor.
Konuyu bir de feministler açısından değerlendirmek gerek. Şimdiye kadar Doğu’da yaşanan pek çok kadın cinayetine, şiddetine ses çıkarmayan Batılı feministler bugün neden Mahsa Amini’nin ölümü üzerine çeşitli protestolarla ses çıkarmaya başladı? Ya da feministlerin gösterdiği tepkilere emperyalist ülkelerin desteğinin arkasında yatan amaç ne olabilir?
Buna
emperyalist ülkelerin uyguladığı ve paradoks halinde sürekli tekrarlanan bir
yöntem gözüyle bakılması mümkün. Sömürülmek istenen bir ülkede kızgın halka
destek sağlayarak devrim seslerini yükseltiyorlar. Ardından hükümetin bu
seslere tepki göstermesiyle küçük terör örgütü gruplarının yıkımı için hükümete
destek sağlayarak gerilimi daha da yükseltiyorlar. Yükselen gerilim de karşıt
bir gruba da gizliden destek veriyor, sanat eseri gibi iç savaş durumunu
izliyorlar. Sonuç ise iç savaşa engel olarak bölgede özellikle kadın ve
çocukların güvenliğini sağlama, insan haklarını koruma amacıyla iç savaşa
sürükledikleri ülkeye girmek oluyor. İşte Mahsa Amini’nin ölümü ile halkın Batı
toplumlarındaki desteğin kaynağını da bu olasılık ile ilişkilendirmek mümkün. Trajik
olan ise Batı toplumlarındaki feministlerin yapmış olduğu eylemlerin
desteklenerek kadın ve çocukları koruma amacı güttüğünü iddia eden emperyalist
ülkelerin çıkarttıkları iç savaşlar, olaylar ile en çok kadın ve çocuklara
zarar vermesi.
Şunu da belirtmek gerekir ki her ne kadar emperyalist toplumların feministleri destekleyerek belli birtakım amaçlarının olduğu olasılığından söz edilse de Batı’daki “yeni kuşak” veya “dördünü dalga” feministler olarak adlandırılan feministlerin Doğu toplumlarındaki olayları da dikkate alarak bu denli ses çıkarmaları da oldukça dikkat çekici. Ülkelerinin desteği olsun ya da olmasın artık dördüncü dalga feministler dünyanın her yerinde gerçekleşen olaylara ses çıkarır durumda gözükmesine rağmen “acaba bu yeni kuşak sadece belli başlı olaylara mı yoksa her olaya mı ses çıkarıyor?”. Dolayısıyla bu soruya yanıt arayabilmek için ayrıca feminizm konusunu ve dördüncü dalga feminizmini serinin diğer kısımlarında ele alacağız.
[1] Donavan, J. (2021).
Feminist Teori. İstanbul: İletişim Yayınları.
[2] Özlem Topcan, “Yahudilik
ve Hristiyanlık Din Geleneklerinde Toplumsal Cinsiyet”, Ankara Üniversitesi,
Yüksek Lisans Tezi, 2010.
[3] Cihat Doğan, “Yeni Sosyal
Hareketler Ekseninde Feminizme Bakış”, Sosyoloji Notları Dergisi, 2008.
[7] Robin Wright: The Last
Great Revolution/ Turmoil and Transformation in İran;2000 ABD, Çeviri: Şeniz Türkömer,
Son Büyük Devrim;2001, Doğan Yayıncılık.
[9] Bknz: https://www.birgun.net/haber/rapor-katar-da-kadinlar-neredeyse-her-konuda-erkeklerden-izin-almak-zorunda-339240
[10] https://foreks.com/haber/detay/62e8a72fd601800001e6f9e9/FRKS/tr/piyasaya-bakis-iran-da-enflasyon-son-27-yilin-en-yuksek-seviyesine-ulasti
---
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder