20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

BİR AŞKI MEMNU KİTAP ANALİZİ / NİHAL’İN BİHTER İLE HİÇ BİTMEYEN ÇATIŞMASININ SEBEPLERİ NELERDİ? / TUĞÇE YOLDAŞ'IN KALEMİNDEN


Servet-i Fünun Dönemi’nin öncesinde de birçok roman yazılmış olmasına rağmen Türk Edebiyatındaki ilk edebi roman; bu dönemde Halit Ziya Uşaklıgil’in yazmış olduğu Aşk-ı Memnu romanı olmuştur. Gerek dili kullanımı bakımından gerekse ele alınan konuyu işleyiş bakımından ilk başarılı roman olma özelliği taşımaya muvaffak olan bu romanın olay örgüsü iki ayrı çizgide ilerlemektedir. Bir taraftan, Melih Bey takımından olan Bihter’in evliliğiyle birlikte yaşadığı duygusal boşluklar neticesinde tutunduğu yasak aşkı anlatılırken diğer taraftan da Nihal’in yalnızlığa sürüklenişi ikinci bir olay örgüsü oluşturmuştur.

            Bihter, Melih Bey takımından Firdevs Hanım’ın ikinci kızıdır. Firdevs Hanım herkesçe bilinen hafif meşrep bir kadındır ve yaşı hayli büyük olmasına rağmen gençlere özenerek yaşamaktadır. Bihter’in ablası Peyker babasına çekmiştir ve ağırbaşlı bir hanımefendidir. Çevredeki insanların Bihter’i annesine benzetiyor oluşu Bihter’i korkutup böyle hoppa bir kadının kızını kimse istemez diye düşündürürken Adnan Bey’in kendisiyle evlenmek istemesi onun için bir umut ışığı olmuştur ve teklifi büyük bir sevinçle kabul etmiştir. Fakat romanın devamında işler hiç istediği gibi ilerlememiş ve kendini yasak bir aşkın kollarında bulmuştur.

            Adnan Bey’in görkemli yalısına geldiğimiz zaman kendisinin biricik minimini kızı Nihal ile tanışıyoruz.  Nihal’in annesi, kızı henüz beş yaşındayken vefat etmiştir. Kadın, hayata gözlerini yummadan önce kızını mürebbiyesi Matmazel Courton’a emanet etmeyi ihmal etmemişti. Matmazel Courton da bundan sonrasında Nihal’e bir mürebbiyeden daha fazlası bir dost ve sırdaş olmuştur. Annesinin vefatından sonra küçük kardeş Bülend tamamıyla Nihal’e verilmiştir. Bülend’in üzerinde herkesten ziyade Nihal’in sözü geçiyor, onu herkesten sakınıyor ve çokça seviyordu. Bu minimini kız, yalının adeta gözbebeğiydi. Zayıf ve sarı benizli bu kız daima kırılgan bir parçaymışçasına el üstünde tutulurdu. O da yalıdaki tüm herkesle iyi geçinir herkese sevgiyle yaklaşırdı. Fakat ev halkının Nihal’e olan sevgisini yazar şöyle anlatmaktadır: “Babasından başlayarak bütün ev halkına kadar ona gösterilen muhabbette her vesileyle bir merhamet hakim olur ve bu acınarak sevilmek zaten çocuğun mevrus bir zaafla mariz asabında daha ziyade bir hassasiyet uyandırırdı.” (Uşaklıgil, 2020, s.77) Evet bu doğruydu. Etrafındakiler onu severken aynı zamanda öksüz bir çocuğa duyulan merhamet duygusuyla yaklaşır ve onun türlü şımarıklıklarını görmezden gelirlerdi.

            Nihal’in sevgi anlayışı oldukça sorunluydu. O sevdiklerini öyle bir sahiplenirdi ki kimseyle paylaşmaya gönlü elvermez, herkesten kıskanırdı. Kendisinde bulunan bu ufak şımarıklık huyu ile birlikte ortaya çıkan sevgide tatminsizlik duygusu da bu kıskançlığa karışınca fazlasıyla bağlılık da kaçınılmaz oluyor tabii. Sevdiklerini sürekli denetim altında tutmak istiyor ve onlar sanki kendisinin bir sevgi nesnesiymiş gibi davranıyordu. Bu durumun köşk sakinleri tarafından sıradan karşılanması Nihal’in bu duyguları kendi kişilik özelliği olarak rahatça benimsemesine sebep oluyordu. Arsev Ayşe Arslanoğlu Yıldıran, Aşk-ı Memnu: Yitik Cennetler isimli makalesinde durumu şöyle açıklıyor:

Onun sevgisi, paylaşımdan çok bağımlılık olduğu için sevgi nesnesini yitirme korkusu karşısında derin kıskançlık hisseder ve bencilliği yoğun şekilde ortaya çıkar. Bülend’in ondan gizli olarak annesinin odasına götürülmesi ya da Adnan Bey’in onun yanında Bülend’le ilgilenmemeye dikkat etmesi gibi davranışlar Nihal’in tavrını pekiştirmiştir. Erich Fromm, Sahip Olmak ya da Olmak adlı kitabında insanın yalnızca sevgi nesnelerinden ibaret olması durumunda onları yitirdiği zaman kendisini de yitireceğini, kim olduğunu bilemeyeceğini belirtir (Fromm, 1993: 159)

            Bihter’in Adnan Bey’le evlenip yalıya gelecek olması işte Nihal’in bu sevgi nesnesi gibi sahiplendiği kişileri hem onunla paylaşması gerekeceği hem de Bihter’in de bu kişiler üzerinde söz hakkı olacağı anlamına geldiği için, Nihal daha kendisini tanımadan ondan nefret etmeye başlamıştı bile. Zaten bu korkuları yüzündendir ki kadının geleceğini öğrendiğinde kendi kendine ilk sorduğu sorular arasında “Bülend’e karışacak mıydı? Beşir yine Nihal’in olacak değil miydi? Ondan sonra… -bu suali en nihayet irat etmişti- ondan sonra babası Nihal’i gene evvelki kadar sevecek miydi?” (Uşaklıgil, 2020, s.90) soruları yer almıştı. Bu kadından babası başta olmak üzere Bülend’i, Beşir’i hatta evdeki eşyaları bile kıskanmaya başlamıştı.

            Nihal’in, Bihter’i daha tanımadan sevmeyişinin en büyük sebebi ise babasının kendisinden çalındığını düşünmesidir. Nihal babasına fazlasıyla bağlı, hatta ona aşık bir kızdı. Annesinin yokluğundaki boşluğu da doldurmaya çalışan Adnan Bey kızına hep bir arkadaş ve dost olmuştur. “İkisinin arasında böyle sürur ve saadetle geçen saatler ne tatlı saatlerdi! Onun babasına bir iptilası, bir meftuniyeti vardı ki hiçbir zaman tatmin edilmiş olmazdı. Daima sevilmek…” (Uşaklıgil, 2020, s.85-86) İşte bu güzel saatlerde şimdi bir kişi daha yanlarında oluyordu. Bihter’in onlarla birlikte derslere gelmesi, yanlarında muhabbet etmesi Nihal’in babasından çekinmesine ve uzak durmasına sebep oluyordu. “Bu gece dersler başladı; fakat babasıyla kızın arasında o eski samimiyet, o eski tekellüfsüzlük yoktu; şimdi aralarında bir şey eksilmiş gibiydi; hayır, daha doğrusu fazlaydı. Bir üçüncü vardı…” (Uşaklıgil, 2020, s.120) Fakat Nihal, odada fazlalık olarak kendisini görüyordu ve oradan kaçıp gitmek hissiyle yanıp tutuşuyordu. Ona göre babasıyla aralarına böyle duvarlar girmek zorunda kalmış olmasaydı kendisi bu evliliği muhakkak affederdi diye düşünüyordu.

            Arsev Ayşe Arslanoğlu Yıldıran’ın açıklayışına göre Nihal’in babasına olan aşkı; Freud’un Oedipus kompleksinden doğmaktaydı. Oedipus kuramına göre kız çocukları babaya, erkek çocukları ise anneye karşı büyük bir hayranlık ve aşkla büyürler. Bu evrede çocukların karşı cinsten ebeveyne karşı olan aşkına rakip olarak gördükleri hemcins ebeveyni kıskanır ve sevmezler. Ancak bir süre sonra hemcinsi ebeveynin kendisini sevmeyeceğinden korkarak ona doğru da yönelmeye başlamasını sağlar ve Oedipus evresi sona ermiş olur. Nihal’in annesinin erken ölümü sebebiyle, kendisinin babaya olan aşkından ve sahiplenişinden vazgeçmesine sebep olacak bir etken kalmamıştır. Bu durum Nihal’in Oedipus evresinin uzamasına sebep olurken tüm bunlara bir de Nihal’in aşırı bağlanarak sağlıksız bir sevgi yaratma huyu da eklenince söz konusu evlilik bu minimini kız için tam bir işkence olmuştur. Babası artık Bihter’e aşık olacağı için Bihter, şimdiye kadar Nihal’in hayatında bulunmayan rakip konumunu alacaktır.

            Bihter’in köşke gelişi Nihal için tüm sevgi nesnelerinden vazgeçmek demek olunca o da kendi içine kapanmayı tercih ederek yalıdan kendini soyutlamaya çalışmıştır. Bu şekilde kendisini feda ederek babasından intikam alabileceğini düşünmesini Arsev Ayşe Arslanoğlu Yıldıran şu şekilde açıklamaktadır:

“İlk bakışta mazoşizm izlenimi veren bu tutum, bencilce bir özellik de taşır. Nihal, babası Adnan Bey’e bu şekilde acı vereceğini, ondan bu şekilde intikam alacağını düşünür. Ruh Çözümlemesine Giriş Konferansları’nda Freud sevgi nesnesinin yitirilmesi durumunda öznenin kaybettiği nesne ile özdeşleşerek onu kendi egosuna yerleştirdiğini ve böylece kendisini dengelediğini belirtir (Freud, 1998: 85). Ancak Nihal hemen hiçbir zaman Oedipus karmaşasına bağlı dürtülerini bastırmak zorunda kalmadığı için böyle bir dengelemeden yararlanamaz. Erken çocukluk döneminde annesini kaybetmesi nedeniyle, anne konumunu da babanın doldurması Adnan Bey’in Nihal’in yaşamındaki önemini daha da arttırmıştır. Bihter’in köşke gelişi, Bihter’in kişiliğinden bağımsız olarak, Nihal için yeni bir trajedinin başlangıcı olmuştur, çünkü babasını da kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır.”

            Nihal tüm önyargılı yaklaşımlarına rağmen Bihter’le tanıştıkları ilk vakit aslında onu sevmiştir. Bihter de kendisini sevdirmek için hayli çaba sarf etmekle birlikte iyi anlaştıkları için mutlu oluyordu. Fakat biliyordu ki bir gün küçük bir olay meydana gelecek ve başından beri beklenen o bahane bulunmuşçasına araları bozulacak, tartışacaklardı.

 Halit Ziya Uşaklıgil

            Bir sene boyunca gayet iyi anlaştılar, birlikte gezdiler, eğlendiler. Nihal babası yanlarında olmadığı sürece Bihter’i seviyordu ve tüm kinini babasına saklıyordu. Fakat bu bir sene dolup da yapılan evliliğin yıl dönümünü kutladıkları vakit Nihal, bu kadının bir daha hiç gitmeyeceğini ve babasının karısı olarak kalacağını fark etti. Bu konuda onu en çok yaralayan konu ise annesinin yerinin tamamen bu kadınla dolmuş görünmesiydi. Matmazel Courton’a yaptığı itirafında kendisinin bir çocuk olmamasına rağmen annesinin geri dönme ihtimalinin hep var olduğuna inandığını fakat şimdi dönse bile bu kadın yüzünden annesine yer kalmadığını düşündüğü için üzüldüğünü söylemekteydi. Bu farkına varış ile birlikte Nihal’in Bihter’e karşı olan kini gün yüzüne çıkmayı başarmıştı ve bundan sonra onunla devamlı çatışacaktı.

            Nihal’i yaralayan bir diğer husus ise sevdiklerinin birer birer yalıdan gönderilmesi ve kendisinin yalnızlık hissine kapılmasıydı. Bu insanların yalıdan gönderilmesinin ardındaki kişinin de kesinlikle Bihter olduğuna inanıyordu.

            İlk olarak Bülent yatılı okula verilmişti. Bu karar Adnan Bey tarafından daha Bihter gelmeden önce verilmişti aslında. Fakat bu büyük bir sahiplenişle bağlandığı kardeşin gidişine derinden yaralanan Nihal, tüm kötülüklere sebep olarak gördüğü Bihter’in bu işte parmağı olduğunu ve yatılı mektep meselesini onun ortaya çıkardığını düşünüyordu.

“İşte annesini bu hayat almıştı, yine bu hayat babasını değiştirmişti; sonra yine o, hep o, Bülend’i tırnağına takmış, ta uzaklara atmıştı. Muhakemesinin bütün bu hükümleri bir aralık bir noktaya saplanıp kalıyor ve kendi kendisine, “Eğer o gelmeseydi hayat bizi rahat bırakacaktı…” diyordu. Evet bunların bütün mesuliyetini, hatta annesizliğini, her şeyi, her şeyi ona atfediyordu.” (s.181)

            Bülend’in gidişinden kısa bir süre sonra Şakire Hanım ve ailesi de gitmeye karar vermişti. Nihal, Şakire Hanım’la artık mutfakta yemek yapamayacağını, onları göremeyeceğini öğrenince fazlasıyla üzülmüştü. Şakire Hanımlar, Bihter ilk geldiğinden beri onu sevmemişlerdi. Fakat onların asıl sorunu rahata alışmış olmaları ve eve gelen bir hanımın onlara karışarak rahatlarını bozacak olmasıydı. Her ne kadar Bihter’le anlaşamadıkları için gitmiş olsalar da Bihter özellikle göndertmemişti onları. Fakat Nihal, babasının değişiminden ve Bülend’in gidişinden sonra Şakire Hanımların da gidişine bu sonradan gelip evi başkalaştıran üvey anneyi sebep olarak görüyordu.

            Nihal’in kendisini sevmeyip Matmazel Courton’la gezmeye gitmek istemesini kendine yediremeyen Bihter bir gün Bülend’in odasını ayırmaya karar verir. Bunu Nihal’e söylemeden yapıp intikam alan Bihter bu olay ile Nihal’in fena bağırışlarına maruz kalır.

            Bir süre sonra hem Behlül’le arasındaki yasak aşkı bilmesi sebebiyle hem de Nihal’le arasında bir duvar olarak düşünmesi sebebiyle Bihter, Matmazel Courton’ı evden kovdurur. Tüm bu gidişler karşısında babasının sessizliğine kin duyan Nihal, üzüldüğünü belli etmemeye karar verir ve kendini bu şekilde soyutlayarak babasından intikam almak ister.

            Tüm bu olaylar yaşanırken Firdevs Hanım, kızını Behlül’den ayırmak için; Nihal’le Behlül’ün evlenmesi fikrini ortaya atar. Bu fikre ilk başlarda uzak duran Nihal, bir süre sonra hem Behlül’e ısınır hem de Bihter’in bu evliliği onaylamadığını fark edince intikam almak isteyerek evliliği kabul eder. Fakat nişanlanma fikri onaylandığı zaman Nihal ve Behlül’ün birbirini sevmesine dayanamayan Bihter de Nihal’e karşı en başından beri üstünü örterek gizlediği kinini açığa çıkarır ve mutluluğunu engellemek ister. En sonunda Bihter her şeyi itiraf ederek kendisini öldürür.

            Bu nişanın bozulması, yasak aşkın meydana çıkması baba ve kızı son derece yaralamıştı. İşte Bihter tüm sevdiklerini sırayla Nihal’den uzaklaştırıp onu yalnız bıraktıktan sonra ilk ve mümkün olan tek aşkını da elinden almıştı. İşte Nihal, Bihter’e her ne kadar en başlarda haksızlık ettiğini düşünüyor olsa da şimdi haklıydı. Evet, Bihter; Nihal’in ve babasının başına gelen en kötü şeydi. Onun gidişiyle tekrar mutlu hayatına dönmek için çabalayan baba ve kız evden giden herkesi geri çağırmış ve Bülent’i de yatılı okuldan almıştı.

 KAYNAKÇA

Moran, B. (2021). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1 – Ahmet Mithat’tan Ahmet Hamdi Tanpınar’a. İstanbul: İletişim.

Uşaklıgil, H. Z. (2020). Aşk-ı Memnu. İstanbul: Can.

Yıldıran, A. A. (2017). Aşk-ı Memnu: Yitik Cennetler. International Journal of Cultural and Social Studies (IntJCSS), 3(2), 251-262.

---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme