CAN SIKINTISI ÜZERINE FELSEFI VE MODERN YAKLAŞIMLAR

 Can sıkıntısı, insanlık tarihi boyunca bireysel ve toplumsal bir mesele olarak tartışılmıştır. Bu duygu, yalnızca basit bir ruh hali değil, insanın varoluşsal sorularını ve anlam arayışını yansıtan derin bir olgudur. Tarihten modern zamana kadar uzanan bu kavram, felsefi analizlerle zenginleşmiş ve modern yaşamın etkileriyle dönüşüme uğramıştır. Makalenin Amacı   Bu makalede, can sıkıntısının tanımından başlayarak, felsefi yaklaşımlar, modern toplum üzerindeki etkileri ve çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınacaktır. Can Sıkıntısının Tanımı ve Doğası Can Sıkıntısı Nedir? Can sıkıntısı, genellikle bir şey yapma isteksizliği, yaşamın monotonluğu ya da bir amaçsızlık hissi olarak tanımlanır. Bu duygu, bireyin içinde bulunduğu çevresel koşullardan kaynaklanabilir ya da içsel bir huzursuzluğun dışavurumu olabilir. - Seneca ve Antik Dönem: Antik Yunan ve Roma döneminde düşünürler, insanın günlük yaşamının rutinlerinden kaynaklanan monotonluğa dikkat çekmişlerdir. Özellikl

DIŞINI BEĞENMEDİĞİN KİMSENİN İÇİNİ MERAK ETMEZSİN/ Berfin Şafak Şahbal'in kaleminden


 1.BÖLÜM

‘Belki bir gün birisi de beni tanımaya çalışır, belki bir gün içimdeki gerçek ‘ben’i göstereceğim bir fırsat doğar, belki belki belki…’ Diye diye 20’li yaşlarıma geldim. Tam da bugün. Bu dünyada 24 yıldır varım. Ama kim olarak varım hala kestiremiyorum. Pek de fazla sosyal rolüm yok bu hayatta aslında. Ben sadece, dümdüz, benim. Hani ilkokulda bize öğretirlerdi ya hayattaki rollerimizi; annemin ve babamın kızıyım, öğretmenimin öğrencisiyim, arkadaşlarımın arkadaşıyım… Tamam, ama kimin sevdiğiyim? Kim benim gerçek kişiliğimi gerçekten merak ediyor, kim beni olduğum gibi seviyor, ya da sadece görüntüme aldanıyor? Tabii bir de görüntüme aldanıp içimi tanımaya çalışmayanlar da var.  Onlar apayrı bir dünya zaten. Bu koca evrende tek bir gezegene takılıp kalanlar. İşte maalesef ben hep onların içini merak etmişimdir. Doğada da bu böyledir zaten. En dikkat çekici dış faktörlere sahip olanların peşinde binlerce araştırmacı, partner veya takipçi. Doğadan pek de uzak sayılmayız anlayacağınız. Hala natüralistiz. Bu harika bir şey. Dünyamızın ekolojik geleceği için yani. Dış çekici olmadıktan sonra merak uyanmıyor bizde de. Merak. Merak bizi ileriye taşıyan, bir çeşit yeni şeyler öğrenmemize aracılık sağlayan bir duygu. Birçok başlangıcın temel duygusu. Ama bu başlangıçların sağlıklı devam edebilmesi için sağlam temeller gerekmez mi? O zaman sağlam şeyleri merak etmeliyiz. Tamam, ama bilmediğimiz bir bilginin ya da kişinin, her ne olursa olsun, sağlam olduğunu önceden nasıl anlayabiliriz ki? Önsezilerimizle mi, kültürümüzde kalıplaşmış önyargılarımızla mı? Yani yaradılışımızdan mı yola çıkmalıyız yoksa yetiştirilme biçimimiz mi bizi yönlendirecek? Ne çok soru var… Hangi birini nasıl cevaplayacağımı ya da cevapları kimden bulacağımı da bilemiyorum. Tek bildiğim şey dışımı beğenmeyen kişilerin iç dünyamı merak etmediği. Tek bir insan bile bir dünyadır. Yani bu koca dünyamızın içinde milyarlarca dünya sığdırmış durumdayız. Haklıyız bir yerde tabii. Zaman az, ama keşfedilecek dünyalar çok. Hangi birine zaman ayıralım değil mi? İşte bu yüzden seçici faktörlerimizi dış faktörlere göre ayarlıyoruz belki de. Dünya zaten adil değil; yaradılış, hele de insanlar hiç mi hiç adil değil.

Adil olmak. Adalet. Üstünde düşünülmesi gereken kavramlar. Bir kere adalet evrensel midir ki? Ya da kimin adaleti en adaletli? Bilimde bir olgunun kabul edilebilmesi, objektifliğe bağlıdır. Peki, adillik objektif mi? Adilik değil onu biliyorum. Kimine göre adi herif diye nitelendirdiğimiz kişinin davranışları kimine göre haklı sebeplere bağlanabiliyor. Yani her şey bakış açısıyla ilgili o zaman demek ki. Bu her şeye adalet dâhil midir acaba? Eğer dâhilse, buraya yazacaklarımdan dolayı içeri tıkılabilirim. En iyisi öznel düşüncelerim bende saklı kalsın.

Tekrar konumuza gelecek olursam… Dış güzellik, estetik, artık adı ne olursa olsun. Bildiğim kadarıyla biraz altın orana bağlı. Güzellik kimine göre öznel olsa da mesela süper modelleri dünyadaki bir çoğunluğun beğenmesi biraz bilimsel sanırım. Çünkü altın oran bilindiği üzere kısaca matematik. Demek ki dışını beğenmediğimiz insanlar bilimden, ilimden uzak insanlar mı oluyor yani? İnsanoğlu ne kadar da bilim aşığı, medeni ve ileri görüşlüymüş böyle! 



2.BÖLÜM

‘İnsanın içi güzel olmadıktan sonra dışının güzelliği bir fayda etmez.’ Tarzındaki cümlelerle illaki karşılaşmışsınızdır. Yani, en azından ben çok duydum bu tarz cümleleri. Hem de herkesten. Bu da otomatikman zaten güzel olmadığım gerçeğini gösteriyor. Şöyle düşünün. Zaten güzel olsam neden herkes teması ‘dış görünüşü boş ver’ tarzında zırvalıklarla kafamı şişirmeye çalışsın ki? Zaten bu da ‘güzel değilsin’ demenin en nazik yolu değil midir? Bence öyle. Çevremdeki insanların bana bu kadar nazik davranmasına tahammül edemiyorum. Çünkü bu nezaketi hak ettiğimi düşünmüyorum. Ne biliyim… Benim içim de pek güzel değil çünkü bana göre. Dışıma çekmişim. Mesela sinirlenince gerçekten çok aşağılık birine dönüşebiliyorum. Ya da hayal kırıklığına uğradığımda. Aslında hayal kırıklıklarımı sessizce içimde yaşıyorum. Ama içimdeki fırtınaları kimse duymadığı için naif, nazik, kibar, olgun gibisinden birçok farklı sıfatlarla süsleniyorum. Süslenince de güzelleşiyorum haliyle. E o kadar da değil. Ben de sürekli süslü takılsam bana da herkes bakar, ben de güzelleşirim, böylece dediğim tarzdaki cümleleri duymaktan kurtulurum. Ne güzel olur!

Süslenmek… Biraz da süslenirken kullandığım malzemelere değiniyim. En çok sıcak bir gülüşü kullanmayı tercih edenlerdenim. Buradan koca kozmetik sektörüne bir özür borçluyum ama maalesef en kalitelileriniz bile pek bir etki yaratmıyor bende. Mal belli çünkü. Her anlamda. Ama sıcak bir gülüş, hem bedava hem organik. Günümüzde sıcak gülüş insanlara artık pek bir anlam ifade etmiyor ne yazık ki. Küresel ısınmadan olabilir. Bilemiyorum. İnsanlar soğuğu tercih ediyorlar. Maskeleri ve sahtelikleri. Sıcak korkutuyor. Sıcak insanları şeytan sanıyorlar, cehennemlerinde yanıp kül olacaklarını sanıyorlar tahminimce. Ferahlamak için daha nötr, daha duru insanları tercih ediyorlar. Yüzü porselen, kalbi taş insanları. Gözleri ateşli bakan, kalpleri buz tutmuş kadınları, adamları. En sonda da soluğu bar köşelerinde alıyorlar. Herhalde uzun süreli soğuktan nezle olup uzun süre nefessiz kaldıkları için soluk soluğa içiyorlar da içiyorlar. Kafalarındaki dünyaya erişebilmeleri için, yalanlarla kendilerini kandırabilmeleri için.  Ben de şahsen tercih etsem soğuğu tercih ederim yalan yok. Küçüklükten beri sıcakla aram pekiyi değildir. Aşırı bunaltıcı sıcak havalarda kendimden geçip bayıldığım olmuştur. Belki de bu sıcaklıklar bende PTSB yaratmıştır. Ondan seviyorumdur soğuğu. Peki, siz neden seviyorsunuz soğuğu? Acaba bilim aşığı olduğumuz için, bilimi de sadece fen bilimleri ve fen bilimi denilince aklımıza uzay geldiği için mi? Olabilir mi? Olamaz mı? Hayatta her şey mümkün.

Sıcakların bir de şöyle bir dezavantajı var. Yüzümüzü düşürüyor. Yüzümüzdeki makyajı… Ter bezleri malum aktifleşince, her bir hücremizi su ele geçirince makyaj yüzümüzden kayıp gidiyor. Soğuğu tercih edelim madem. Böylece yüzümüz kayıp gitmez. Ya da… Yüzsüzlüğümüz ortaya çıkmaz.


3.BÖLÜM

Güzellik ve çekicilik kavramları ne zaman ortaya çıktı acaba? Taş devrinden beri olmadığına eminim ama kesin şu zamandan beri de diyemiyorum haliyle. Bilgim kısıtlı. Acaba neye ve kime göre güzeliz ya da çekiciyiz?  Bu iki kavram eş anlamlı gibi duruyor olabilir ama aralarında küçük farklar var bence. Fakat açıkçası farkları yazamayacağım. Yani, yanlış biliyor olabilirim hiç riske giresim yok.

İlk olarak bir önceki bölümde bahsettiğim gülümsemeyle başlamak istiyorum. Gülümseme bizi güzelleştirir mi yoksa çekici mi kılar? Çekicilik deyince benim aklıma daha çok bilinmezlik, merak, cinsellik (ki bu da bazılarımızca merak konusu) gibi şeyler geliyor. Yani bir nevi toplum normlarına aykırılık, büyüklerimizin cıkcıkladığı, ayıpladığı, inkâr ettiği şeyler. Gülümseme daha saf, daha narin sanki. Bir çeşit masumiyet simgesi; ya da maskesi. Orası kişiye ve gülümsemesini nerede ne için gösterdiğine bağlı.  Şimdi, madem gülümseme masumiyet simgesi o zaman nasıl çekici kılar ki? Masumluk ve çekicilik… Aynı cümlede kullanmak garibime gitti.

Bize bakıp da gülümseyen birinden zarar gelmeyeceğini anlarız. Ona karşı tavır almayız; hatta belki de yakınlaşırız. Yani gülümseme bizi kişiye çeker, belki de güven bile verir, karşımızdakine inanmamızı sağlar ve rahatladığımız için savunmasız hal alırız. Kendimizi savunamayacak duruma geldiğimizde otomatikman güçsüz kalırız. Ama bu güçsüzlük negatif anlama gelmesin lütfen. Kendimizi korumamıza gerek kalmayacağımız için rahatlarız, arınırız demeye çalışıyorum. Mesela bebeklerden yola çıkalım. Bebekler güleç yüzlere bakmaya ve bakışlarını o yüzlere sabitlemeye daha meyillidir. Biz insanların da gülümseyen yüz, güven veya çekicilik korelasyonu da buraya dayanıyor olabilir. Bilemedim. Bebeklere sormam gerek. Sorun şu ki konuşamıyorlar. Konuşma yaşlarını gelince de bebeklikten çıkmış oluyorlar. Bilim insanlarından acilen düşünce okuma makinesi talep ediyorum! Her anlamda işime yarayacaktır.

Acaba insanların düşüncelerini okuyabilsek nasıl olurdu? Herkes bunu hayatında en az bir kere ya aklından geçirmiştir ya da istemiştir. Bir yerde faydalı olurdu o kesin. Ama zararları faydasından kat ve kat yüksek olurdu bence. Belki düşünceleri okuyabilseydik çekicilikle ilgili genel bir yargıya varmamız daha kolay olurdu. Bundan sonra biraz öznel gideceğim sanırım. Bence çekicilik medyanın etkisiyle oluşan bir durum. Tabi ki illaki herkesin çekici bulduğu bazı kritik özellikler illaki vardır. Ama geri kalan özelliklerin çoğunu medyanın etkisi altında kalarak tercih ettiğimizi düşünüyorum. Topluluklara çekici gelen özellikler zamanla değişebiliyor. Hatta biraz da kültürle alakalı. Mesela bildiğim kadarıyla büyük göz bebekleri, büyük gözler çekiciliğin bir göstergesi. Çünkü insan sevdiği ya da istediği, ilgisini çektiği bir şeye bakınca göz bebekleri büyür. Ama sadece şu zamanlara odaklanacak olursak(şu zamanlar dediğim 2010’ların sonu ve 2020’ler.), özellikle minik ve çekik göz, Asyalı toplumları çekici bulmak gibi yayılan bir dalga var. Ama aynı zamanda Asyalılara karşı bir nefret topu da yuvarlanarak büyümekte. Biri negatif, biri pozitif olan bu iki his nasıl aynı anda ortaya çıktı? Tesadüf olabilir mi? Bence mümkün, ama olmaya da bilir. Bu iki hissin yarattığı ortak bir nokta var. Bu noktanın şahsen algı yönetimi olduğunu düşünüyorum. Yoksa milyarlarca farklı insanın (bu da milyarlarca farklı düşünce yapısı ve milyarlarca farklı biriciklik demek) aynı zaman diliminde (milyar yıllık evrenin ve milyon yıllık dünyamızın oluşumunu ve kimlerin gelip gittiğini düşünürsek) tek bir noktada bu kadar hızlı ve rahat biçimde bir araya gelmesi… Korkutucu. Yani olumsuz duygu kısmı biraz Covid-19’a da bağlı tabii. Ama Corona’dan önce de Asyalıların dışlandığını duyuyordum. Konuyu genelleştirecek olursak, acaba güzellik biraz da ırkçılıkla alakalı mıdır?  Mesela (yine biraz öznel olacak ama) siyah kadınların güzelliği bana her zaman farklı gelmiştir. Lakin çok uzun zaman öncesine kadar bile değil, 1980’lere kadar siyah insanlara medyada pek yer verilmiyordu. Bu yer ister güzellik yarışması olsun, ister müzik videosu, isterse de bilimsel oturumlar. Hayatın içinde demek istiyorum. Neyse ki şu zamanlarda böyle şeyler çok azaldı, hatta yok denecek kadar az. İlk bölümde de dediğim gibi ‘İnsanoğlu ne kadar da bilim aşığı, medeni ve ileri görüşlüymüş böyle!’.

---

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.  

https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz

Yorumlar

  1. Mükemmel bir yazı

    YanıtlaSil
  2. Akıcı, hayatın içinden ve sürükleyici. İlk bölümü bitirdim. İkinciyi sabırsızlıkla bekleyeceğim. Bir yazar doğuyor diyebilirim. Kalemine sağlık

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme