DIŞINI BEĞENMEDİĞİN KİMSENİN İÇİNİ MERAK ETMEZSİN/ Berfin Şafak Şahbal'in kaleminden
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
1.BÖLÜM
‘Belki bir gün birisi de beni tanımaya çalışır, belki
bir gün içimdeki gerçek ‘ben’i göstereceğim bir fırsat doğar, belki belki
belki…’ Diye diye 20’li yaşlarıma geldim. Tam da bugün. Bu dünyada 24 yıldır
varım. Ama kim olarak varım hala kestiremiyorum. Pek de fazla sosyal rolüm yok
bu hayatta aslında. Ben sadece, dümdüz, benim. Hani ilkokulda bize öğretirlerdi
ya hayattaki rollerimizi; annemin ve babamın kızıyım, öğretmenimin
öğrencisiyim, arkadaşlarımın arkadaşıyım… Tamam, ama kimin sevdiğiyim? Kim
benim gerçek kişiliğimi gerçekten merak ediyor, kim beni olduğum gibi seviyor,
ya da sadece görüntüme aldanıyor? Tabii bir de görüntüme aldanıp içimi tanımaya
çalışmayanlar da var. Onlar apayrı bir
dünya zaten. Bu koca evrende tek bir gezegene takılıp kalanlar. İşte maalesef
ben hep onların içini merak etmişimdir. Doğada da bu böyledir zaten. En dikkat
çekici dış faktörlere sahip olanların peşinde binlerce araştırmacı, partner
veya takipçi. Doğadan pek de uzak sayılmayız anlayacağınız. Hala natüralistiz.
Bu harika bir şey. Dünyamızın ekolojik geleceği için yani. Dış çekici
olmadıktan sonra merak uyanmıyor bizde de. Merak. Merak bizi ileriye taşıyan,
bir çeşit yeni şeyler öğrenmemize aracılık sağlayan bir duygu. Birçok
başlangıcın temel duygusu. Ama bu başlangıçların sağlıklı devam edebilmesi için
sağlam temeller gerekmez mi? O zaman sağlam şeyleri merak etmeliyiz. Tamam, ama
bilmediğimiz bir bilginin ya da kişinin, her ne olursa olsun, sağlam olduğunu
önceden nasıl anlayabiliriz ki? Önsezilerimizle mi, kültürümüzde kalıplaşmış
önyargılarımızla mı? Yani yaradılışımızdan mı yola çıkmalıyız yoksa
yetiştirilme biçimimiz mi bizi yönlendirecek? Ne çok soru var… Hangi birini
nasıl cevaplayacağımı ya da cevapları kimden bulacağımı da bilemiyorum. Tek
bildiğim şey dışımı beğenmeyen kişilerin iç dünyamı merak etmediği. Tek bir
insan bile bir dünyadır. Yani bu koca dünyamızın içinde milyarlarca dünya
sığdırmış durumdayız. Haklıyız bir yerde tabii. Zaman az, ama keşfedilecek
dünyalar çok. Hangi birine zaman ayıralım değil mi? İşte bu yüzden seçici
faktörlerimizi dış faktörlere göre ayarlıyoruz belki de. Dünya zaten adil
değil; yaradılış, hele de insanlar hiç mi hiç adil değil.
Adil olmak. Adalet. Üstünde düşünülmesi gereken
kavramlar. Bir kere adalet evrensel midir ki? Ya da kimin adaleti en adaletli?
Bilimde bir olgunun kabul edilebilmesi, objektifliğe bağlıdır. Peki, adillik
objektif mi? Adilik değil onu biliyorum. Kimine göre adi herif diye
nitelendirdiğimiz kişinin davranışları kimine göre haklı sebeplere
bağlanabiliyor. Yani her şey bakış açısıyla ilgili o zaman demek ki. Bu her
şeye adalet dâhil midir acaba? Eğer dâhilse, buraya yazacaklarımdan dolayı
içeri tıkılabilirim. En iyisi öznel düşüncelerim bende saklı kalsın.
Tekrar konumuza gelecek olursam… Dış güzellik,
estetik, artık adı ne olursa olsun. Bildiğim kadarıyla biraz altın orana bağlı.
Güzellik kimine göre öznel olsa da mesela süper modelleri dünyadaki bir
çoğunluğun beğenmesi biraz bilimsel sanırım. Çünkü altın oran bilindiği üzere
kısaca matematik. Demek ki dışını beğenmediğimiz insanlar bilimden, ilimden
uzak insanlar mı oluyor yani? İnsanoğlu ne kadar da bilim aşığı, medeni ve
ileri görüşlüymüş böyle!
‘İnsanın içi güzel olmadıktan sonra dışının güzelliği
bir fayda etmez.’ Tarzındaki cümlelerle illaki karşılaşmışsınızdır. Yani, en
azından ben çok duydum bu tarz cümleleri. Hem de herkesten. Bu da otomatikman
zaten güzel olmadığım gerçeğini gösteriyor. Şöyle düşünün. Zaten güzel olsam
neden herkes teması ‘dış görünüşü boş ver’ tarzında zırvalıklarla kafamı şişirmeye
çalışsın ki? Zaten bu da ‘güzel değilsin’ demenin en nazik yolu değil midir?
Bence öyle. Çevremdeki insanların bana bu kadar nazik davranmasına tahammül
edemiyorum. Çünkü bu nezaketi hak ettiğimi düşünmüyorum. Ne biliyim… Benim içim
de pek güzel değil çünkü bana göre. Dışıma çekmişim. Mesela sinirlenince
gerçekten çok aşağılık birine dönüşebiliyorum. Ya da hayal kırıklığına
uğradığımda. Aslında hayal kırıklıklarımı sessizce içimde yaşıyorum. Ama
içimdeki fırtınaları kimse duymadığı için naif, nazik, kibar, olgun gibisinden
birçok farklı sıfatlarla süsleniyorum. Süslenince de güzelleşiyorum haliyle. E
o kadar da değil. Ben de sürekli süslü takılsam bana da herkes bakar, ben de
güzelleşirim, böylece dediğim tarzdaki cümleleri duymaktan kurtulurum. Ne güzel
olur!
Süslenmek… Biraz da süslenirken kullandığım
malzemelere değiniyim. En çok sıcak bir gülüşü kullanmayı tercih edenlerdenim.
Buradan koca kozmetik sektörüne bir özür borçluyum ama maalesef en
kalitelileriniz bile pek bir etki yaratmıyor bende. Mal belli çünkü. Her
anlamda. Ama sıcak bir gülüş, hem bedava hem organik. Günümüzde sıcak gülüş
insanlara artık pek bir anlam ifade etmiyor ne yazık ki. Küresel ısınmadan
olabilir. Bilemiyorum. İnsanlar soğuğu tercih ediyorlar. Maskeleri ve
sahtelikleri. Sıcak korkutuyor. Sıcak insanları şeytan sanıyorlar,
cehennemlerinde yanıp kül olacaklarını sanıyorlar tahminimce. Ferahlamak için
daha nötr, daha duru insanları tercih ediyorlar. Yüzü porselen, kalbi taş
insanları. Gözleri ateşli bakan, kalpleri buz tutmuş kadınları, adamları. En
sonda da soluğu bar köşelerinde alıyorlar. Herhalde uzun süreli soğuktan nezle
olup uzun süre nefessiz kaldıkları için soluk soluğa içiyorlar da içiyorlar.
Kafalarındaki dünyaya erişebilmeleri için, yalanlarla kendilerini kandırabilmeleri
için. Ben de şahsen tercih etsem soğuğu
tercih ederim yalan yok. Küçüklükten beri sıcakla aram pekiyi değildir. Aşırı
bunaltıcı sıcak havalarda kendimden geçip bayıldığım olmuştur. Belki de bu
sıcaklıklar bende PTSB yaratmıştır. Ondan seviyorumdur soğuğu. Peki, siz neden
seviyorsunuz soğuğu? Acaba bilim aşığı olduğumuz için, bilimi de sadece fen
bilimleri ve fen bilimi denilince aklımıza uzay geldiği için mi? Olabilir mi?
Olamaz mı? Hayatta her şey mümkün.
Sıcakların bir de şöyle bir dezavantajı var. Yüzümüzü
düşürüyor. Yüzümüzdeki makyajı… Ter bezleri malum aktifleşince, her bir
hücremizi su ele geçirince makyaj yüzümüzden kayıp gidiyor. Soğuğu tercih
edelim madem. Böylece yüzümüz kayıp gitmez. Ya da… Yüzsüzlüğümüz ortaya çıkmaz.
3.BÖLÜM
Güzellik ve çekicilik kavramları ne zaman ortaya çıktı
acaba? Taş devrinden beri olmadığına eminim ama kesin şu zamandan beri de
diyemiyorum haliyle. Bilgim kısıtlı. Acaba neye ve kime göre güzeliz ya da
çekiciyiz? Bu iki kavram eş anlamlı gibi
duruyor olabilir ama aralarında küçük farklar var bence. Fakat açıkçası
farkları yazamayacağım. Yani, yanlış biliyor olabilirim hiç riske giresim yok.
İlk olarak bir önceki bölümde bahsettiğim gülümsemeyle
başlamak istiyorum. Gülümseme bizi güzelleştirir mi yoksa çekici mi kılar?
Çekicilik deyince benim aklıma daha çok bilinmezlik, merak, cinsellik (ki bu da
bazılarımızca merak konusu) gibi şeyler geliyor. Yani bir nevi toplum
normlarına aykırılık, büyüklerimizin cıkcıkladığı, ayıpladığı, inkâr ettiği
şeyler. Gülümseme daha saf, daha narin sanki. Bir çeşit masumiyet simgesi; ya
da maskesi. Orası kişiye ve gülümsemesini nerede ne için gösterdiğine
bağlı. Şimdi, madem gülümseme masumiyet
simgesi o zaman nasıl çekici kılar ki? Masumluk ve çekicilik… Aynı cümlede
kullanmak garibime gitti.
Bize bakıp da gülümseyen birinden zarar gelmeyeceğini
anlarız. Ona karşı tavır almayız; hatta belki de yakınlaşırız. Yani gülümseme
bizi kişiye çeker, belki de güven bile verir, karşımızdakine inanmamızı sağlar
ve rahatladığımız için savunmasız hal alırız. Kendimizi savunamayacak duruma
geldiğimizde otomatikman güçsüz kalırız. Ama bu güçsüzlük negatif anlama
gelmesin lütfen. Kendimizi korumamıza gerek kalmayacağımız için rahatlarız,
arınırız demeye çalışıyorum. Mesela bebeklerden yola çıkalım. Bebekler güleç
yüzlere bakmaya ve bakışlarını o yüzlere sabitlemeye daha meyillidir. Biz
insanların da gülümseyen yüz, güven veya çekicilik korelasyonu da buraya
dayanıyor olabilir. Bilemedim. Bebeklere sormam gerek. Sorun şu ki
konuşamıyorlar. Konuşma yaşlarını gelince de bebeklikten çıkmış oluyorlar.
Bilim insanlarından acilen düşünce okuma makinesi talep ediyorum! Her anlamda
işime yarayacaktır.
Acaba insanların düşüncelerini okuyabilsek nasıl
olurdu? Herkes bunu hayatında en az bir kere ya aklından geçirmiştir ya da
istemiştir. Bir yerde faydalı olurdu o kesin. Ama zararları faydasından kat ve
kat yüksek olurdu bence. Belki düşünceleri okuyabilseydik çekicilikle ilgili
genel bir yargıya varmamız daha kolay olurdu. Bundan sonra biraz öznel
gideceğim sanırım. Bence çekicilik medyanın etkisiyle oluşan bir durum. Tabi ki
illaki herkesin çekici bulduğu bazı kritik özellikler illaki vardır. Ama geri
kalan özelliklerin çoğunu medyanın etkisi altında kalarak tercih ettiğimizi
düşünüyorum. Topluluklara çekici gelen özellikler zamanla değişebiliyor. Hatta
biraz da kültürle alakalı. Mesela bildiğim kadarıyla büyük göz bebekleri, büyük
gözler çekiciliğin bir göstergesi. Çünkü insan sevdiği ya da istediği, ilgisini
çektiği bir şeye bakınca göz bebekleri büyür. Ama sadece şu zamanlara
odaklanacak olursak(şu zamanlar dediğim 2010’ların sonu ve 2020’ler.),
özellikle minik ve çekik göz, Asyalı toplumları çekici bulmak gibi yayılan bir
dalga var. Ama aynı zamanda Asyalılara karşı bir nefret topu da yuvarlanarak
büyümekte. Biri negatif, biri pozitif olan bu iki his nasıl aynı anda ortaya
çıktı? Tesadüf olabilir mi? Bence mümkün, ama olmaya da bilir. Bu iki hissin
yarattığı ortak bir nokta var. Bu noktanın şahsen algı yönetimi olduğunu
düşünüyorum. Yoksa milyarlarca farklı insanın (bu da milyarlarca farklı düşünce
yapısı ve milyarlarca farklı biriciklik demek) aynı zaman diliminde (milyar
yıllık evrenin ve milyon yıllık dünyamızın oluşumunu ve kimlerin gelip
gittiğini düşünürsek) tek bir noktada bu kadar hızlı ve rahat biçimde bir araya
gelmesi… Korkutucu. Yani olumsuz duygu kısmı biraz Covid-19’a da bağlı tabii.
Ama Corona’dan önce de Asyalıların dışlandığını duyuyordum. Konuyu
genelleştirecek olursak, acaba güzellik biraz da ırkçılıkla alakalı mıdır? Mesela (yine biraz öznel olacak ama) siyah
kadınların güzelliği bana her zaman farklı gelmiştir. Lakin çok uzun zaman
öncesine kadar bile değil, 1980’lere kadar siyah insanlara medyada pek yer
verilmiyordu. Bu yer ister güzellik yarışması olsun, ister müzik videosu,
isterse de bilimsel oturumlar. Hayatın içinde demek istiyorum. Neyse ki şu
zamanlarda böyle şeyler çok azaldı, hatta yok denecek kadar az. İlk bölümde de
dediğim gibi ‘İnsanoğlu ne kadar da bilim aşığı, medeni ve ileri görüşlüymüş
böyle!’.
---
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Mükemmel bir yazı
YanıtlaSilAkıcı, hayatın içinden ve sürükleyici. İlk bölümü bitirdim. İkinciyi sabırsızlıkla bekleyeceğim. Bir yazar doğuyor diyebilirim. Kalemine sağlık
YanıtlaSil