Absürt Bir Kukla Ustası, Sürrealist Bir Gerçekçi ve Kara Grotesk Bir Sanatçı: Jan Švankmajer / Seyfi Demirci'nin Kaleminden
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Özellikle kısa
metraj animasyonlarında kullandığı sıradışı teknikler ve filmografisinde
kullandığı karanlık atmosferiyle bilinen Çek yönetmen ve kukla ustası Jan
Švankmajer, doğduğu şehir olan Prag'ın üzerine
sinmiş, her sokağında hissedilen Kafkaesk havasını, sinemasındaki karanlık
atmosfere ve işleyişine ilham olmuş Poe edebiyatıyla harmanlamış ve Bunuel'in sinemasındaki sürrealist
dokunuşlarıyla ortaya kendi belirlediği sınırları olan bir sinematografi ortaya
çıkarmıştır. Çok küçük yaşlarda başlayan kukla tiyatrosunun etkisi ve ilerleyen
yaşlarında kukla sanatı üzerinde ustalaşmasıyla
bunu sinemaya taşımış en başarılı ustalardan ilkidir.
Hayatın içinden olan
ve yaşamdaki sıradan
eşyaları, hatta neredeyse cansız birçok eşyayı
kullanarak kukla ustalığının verdiği teknikle, ortaya hayal gücünün sınırlarını
aşan stop motion animasyonlar çıkaran usta Švankmajer, kendisinden sonra gelen
birçok önemli yönetmene ilham kaynağı olmuştur. En temelde insanoğlunun canlı
ve cansız arasındaki ayrımını, kendi üslubuyla ortadan kaldıran ve buna bir
bütünlük getiren Jan Švankmajer, bağlamsallık kavramı çerçevesinde, insan ve
yaşadığı ortamı, insan-çevre faktörlerini sinemasında birbirinden farksız, aynı
formda ortaya koymuştur. Temel felsefi söylemlere sahip olan sineması ile
yönetmen, zengin bir görselliğe ve yenilikçi
bir teknik yapıya sahiptir. Bu yapı içerisinde tuhaf sayılabilecek ve onu
tanımlayan en önemli unsurlardan biri olan grotesk atmosfere sahip filmlerinde;
insan, toplum ve medeniyet unsurlarına dair kendine
özgü eleştirel söylemlerde bulunur. Bu söylemleri gerçekleştirirken belirli bir
siyasi düşünce ya da stilistik bir tavra bağlı kalmadan aktaran yönetmen,
toplumun siyasi ve ekonomik yapısını kendi görselliğinden süzerek, bunların
özellikle en uçtaki kötü yanlarını ele almaktadır. Bu duruma örnek göstermek
gerekirse, özellikle sinemasında kullandığı materyaller, kilden ya da taştan
yapılmış kuklalar, oyuncak bebekler, yapılar ve elle üretilmiş oyuncaklardır. Bunlar
metaforik bir anlatımla kapitalist düzendeki kitle-üretim kavramına karşı
çıkışı temsil ederken, komünist yönetim yapısını ve toplumunu da kışkırtacak
göstergelerden de kaçınmaz. Bu edindiği tavır o kadar etkili olmuştur ki, o
dönem komünist rejim yönetiminin uyguladığı sansür kavramına saygı duymaması
nedeniyle, 1972 yılında bu söylemlerinden dolayı
7 yıl boyunca sinemadan uzaklaştırılmıştır.
Temel olarak
edindiği Bunuel'ci yaklaşımın ve diğer ustaların ortaya koyduğu sürrealist
kavramların en çok işlendiği, kendisinin de tanımladığı gibi absürt ve şiddet
dolu dünyayı; cinsellik, korku, rüya normlarıyla anlatırken, yer yer kendi yaratıcılığının
elverdiği nokta üzerinden provakatif ve kendine özgü mizahı ile eleştirir. Bu
onun sinemasını tanımlayan en önemli özelliklerden biri olduğu gibi,
kişiliğinin duruşunu da yansıtan bir durumdur. Jan Švankmajer'in animasyonu kendi
başına ilerleyen bir tekniğe sahiptir. Günümüzde dahi en eski animasyon
tekniklerini kullanan usta, sinema yoluyla
hayatımıza giren görsel efektlerin gerçeklik olgusunu hissettirmediğinden dem
vurmaktadır. Ona göre eski zamanlarda kullanılan teknikler ve materyaller,
insanın el işçiliğiyle ortaya çıktığı için, bize gerçeklik duygusunu daha içten
bir hissedişle sunmaktadır. En temelde yönetmenin bize hissettirdiği
illüzyonist bir yaşam değildir. Aslında insanın gündelik yaşamda kullandığı
eşyalara ve nesnelere hayat katarak, insanların bu cansız varlıkları fark
etmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Bunu sunarken de usta bize kendi görsel
şovunu sunmanın haricinde, kendi düş dünyamızı ve yaratıcılığımızı yeniden
canlandırmamızı sağlayacak bir anlatı sunmaktadır. Yönetmen bir nevi çocukken
kurduğumuz ve kendi yaratıcılığımızın gücüyle ortaya çıkan hayal dünyamızın,
yeniden bu dünyaya ait olmasını sağlamak istemesidir. Çünkü ustaya göre, hızlı
ilerleyen ve değişen dünyamızda artık çocukların bile düş kurmadığı bu dünyada
ve sanatın bir tüketim aracı olarak kullanıldığı bu zamanlarda bizim tekrardan
hayal kurmamızı canlandırmasıdır.
İlk olarak 1964
yılında kısa metraj işlerle başlayan kariyerinde, neredeyse hiç diyalog
kullanmadığı, anlatımı daha çok imgelerle ortaya koyduğu işler yapmaya başlar.
Ona göre objeler kendileri konuşmalıdır. Bu şekilde her zaman gördüğümüz
objenin altında yatan gerçekçi anlatımı, bize yine objenin kendi dilinden
sunar. 1982 yılında, onun uluslararası arenada tanınmasını sağlayan "Dimension of Dialogue"un
başrolünde çatal-kaşıklar, sebzeler, kil ve
çamur bulunmaktadır. Tüm bunların dilinden kitlesel üretim kavramı, tüketim ve
insanın bireysel yaşamındaki çatlaklıkları anlatılmaktadır. İnsana ancak 80'li
yılların sonunda tam olarak yer veren Švankmajer, 1988 yılında çektiği "Alice" filmiyle, hem ilk uzun metraj filmini ortaya koymuş, hem de
animasyon ve canlı aksiyonu bir arada kullanarak, yukarıda bahsettiğimiz
canlı-cansız ayrımını yıkmak için ilk adımı atmıştır.
Lewis Carrol'un ünlü
eseri "Alice Harikalar Diyarında" yı, belki de diğer örneklerinden
çok farklı olarak, romanın en yakın değerleriyle işleyen film olan
"Alice", yönetmenin kendine özgü anlatısıyla bir çocuk filmi
atmosferinden uzak bir şekilde, yetişkin bir bireyin ruhundaki çocuğa seslenişi
biçiminde görselleştirmiştir. Özellikle romanda Carrol'un işlenmesine rağmen
görmezden gelinen karanlık atmosferi, yönetmen bu filminde zengin bir
görsellikle işlemiştir. Hem çocuksu anlatısı hem de karanlık atmosferiyle,
romandaki bilinç dışı imgeleri, sürrealizmi ve
mantık dışılığını, bir rüyanın yapısına en uygun biçimde aktarmıştır
Švankmajer.
Filmde hayal
dünyasının içinde kaybolan Alice ile saf hayal gücü ve mantık dışı bir oyun
içerisinde uyanıyoruz. Gündelik hayatımızda cansız olarak tanımladığımız
eşyaların hareket etmesi başlıyor. Bu görselliği izleyen gözlerimiz bunları,
çocuksu bir zihnin oluşumu olarak tanımlıyor. Tüm bu noktadan sonra bu evrenin
kurallarını da buna uygun bir şekilde düşünüyoruz. Alice'in mürekkep için
küçülmesi ve turta yiyip büyümesi gibi etmenlerde bu evrenin kuralları
çevresinde mantık arayışımızdan uzaklaşıyoruz.
Öyle bir görsellik sunan yönetmen, bir süre sonra cansız olduğunu unutacağımız
oyuncak tavşana gerçekçi bir şekilde hayat veriyor. Tüm bu evreni bize sunulan
hayal gücü çerçevesinde, kesik kesik ve birden çok gerçekçilik ile izliyor ve
hatta yaşıyoruz. Bu gerçekçi dünya bize sunulan bir illüzyondan daha çok, basit ama bütünlüklü ve görsel efektlerle
bezenmiş -özellikle de Disney'in ortaya koyduğu- çizgi filmlerin sürüklediği
illüzyonun farkına varmamızı sağlıyor. Yönetmen bir şekilde bize karşıtlık sunarken,
aynı zamanda sürüklendiğimiz illüzyondan da uyanmamızı sağlıyor. Bu aktarışta,
tüm filmlerinde olduğu gibi Kafkaesk bir anlatının yanında, Brechtvari tutum
ile bir anlatıcı olarak karakterini görselleştiriyor. Tüm bu kalıplar
çerçevesinde Alice karakteri ile izleyiciye çok özel bir şey sunuyor; her
yaştan izleyicinin hayal kurmaya ve bu hayal dünyasını kendi gerçekleriyle inşa
etmeye hakkı olduğunu tüm gerçekçilik ile
savunuyor. İzleyici olarak filmin başına geçtiğimizde fark ettiğimiz, hayal
kurma gücü elinden alınmış çocukların bunun farkına varmasını sağlıyor.
İlk uzun metraj
çalışması Alice'te her yaştan çocuğun hayal dünyasını gerçekçi bir şekilde
sunan Švankmajer, sonraki uzun metraj çalışması olan "Faust"(1994) ta ilerleyen zamanı ve bu zamanda ilerleyen
insanın eleştirisini sunabilmek amacıyla kendine özgü mizahını, karanlık ve
satirik bir anlatımla sunuyor. Topluma mal olmuş en önemli eserlerden biri olan
bu eseri, modern ve post-komünist bir toplumun koridorlarında ilerletirken,
eserin özgün yapısına uygun şekilde sistemli
bir çevirisini yapıyor. Toplumun her
diliminde, iç içe geçmiş iyiliğin ve kötülüğün içinde, insanın kendine verilen
özgür irade ile insani gücün ötesine geçmesi üzerine kurulan "Faust",
Švakmajer'in elinde eşsiz ve absürt bir görsellikle sunuluyor. Yönetmenin bu filminde yaptığı en temel şey, genel
çıkarımın üzerinden ilerlemek yerine, temsili olduğu dünyanın sonunun nasıl
olacağını gösteriyor. Post-komünist bir toplum olan Prag sokaklarında, herkesin
özgürlüğe ve güce ulaşma arzusu ekseninde, tüm buna karşı gelip konformist
olmak istemeyen bir adamın hikayesi olarak karşılıyor bizi film.
Her şey sıradan bir
adamın, rutin olarak ilerlediği yaşamından bir kareyle başlıyor. Yoldaki bir adamdan, üzeri işaretlenmiş bir harita
alması ve haritadaki bu noktaya gitmesiyle devam ediyor. İçeri girdiğinde eline aldığı kağıtlarda Faust'un
diyaloglarını okumaya koyuluyor. Bu zamana kadar isimlendirmediğimiz
karakterimizin artık Faust olduğunu anlıyoruz ve Mephistophales ile bir anlaşma
yapmasına şahit oluyoruz. Sonsuz güce ulaşmak isteği karşılığında, ruhunu
Lucifer’e satan Faust'un ilerleyişi ve yok oluşunun görselliği bize sunuluyor.
Film diğer örneklere göre,
en temelde teatral yapıyla işlenmiştir. Ama diğer örneklerden farklı olarak
filmde, Jan Švankmajer'in işçiliğinin ürünü olan el yapımı kukla kullanarak,
gerçeklik ve rüya kavramları arasında sınırı yok etmesi ve romanın yapısına uygun
olan karanlık atmosferi daha belirgin bir şekilde ortaya koymasıdır. Kontrol ve
manipülasyon kavramlarını hissettirmek amacıyla sembolleri kullanmaktan
çekinmeyen yönetmen, filmlerinde kullandığı çoklu gerçeklik ile izlediğimiz
sahnelerin bir kukla tiyarosu mu yoksa,
Faust'un yaşadıkları mı olduğuna dair kuşkulu
bir seyir yaşatmaktadır. Tüm filmde temel olarak komünist bir yaşam sonrası
sıradan yaşamında ve yaptığı anlaşma sonrası sonsuz gücü elde ettiği yaşama
sahip bir adamın haykırışlarını duymaktayız. Tabii ki de Švankmajer'in bize sunduğu absürt gerçeklik
ve grotesk havasının harmanlanmış bir görselliği ile.
İlk iki uzun metraj
filminde edebi eserlerin uyarlamasını
yaparken, metnin özgün yapısına sadık kalarak,
filmi daha derinlemesine eleştirel bir söylemle aktaran Jan Švankmajer, üçüncü
filmi olan "Conspiratos of
Plesure"(1996) de yine kendi karanlık ve satirik anlatımını koruyan
bir yapıda ilerlemektedir. Bu sefer belirli
bir metine sadık kalmayan ve kendi kurgusal çizgisinde sürdürdüğü yapımda,
temelde Marquis de Sade ortaya koyduğu cinsel fetişizm olgusunu işlemektedir.
Altı farklı karakter çerçevesinde ilerleyen film, bu karakterlerin kendine özgü
fetişist duygularını, kapalı kapılar ardındaki dünyaları
içerisinden aktarmaktadır. Toplumdan gizli ve
uzak bir şekilde, kendi fantezi dünyaları içerisinde yaşadıklarını, absürt bir
anlatı ve yer yer sürreal bir gerçekle sunan yönetmen, toplumun baskısal
formlarından kaçışları ve özgür iradeye tutunmayı kara komedi bir seyirlikle
sunmaktadır.
Prag'ta yaşayan bu insan topluluğunu meslekleri,
aile ve toplum içindeki iletişimleri ve toplumun sahip olduğu yapının
bilinirliği ile sunan yönetmen, bu şekilde filmin politik duruşunun da altını
çiziyor. Cinselliğin belirli normlar içinde yaşanıldığı toplumlarda, bu toplum
içinde farklı olanın kötü olarak lanse edildiği ve sürekli olarak eleştirilmesi
ve hatta ayıplanması, sinemada cinsel kimlik ve istekler sürekli işlenmiştir.
Bu kavram üzerinden bakarsak Švankmajer, bu şekilde bir işleyişten daha farklı
olarak, bu karakterlerin hayat çizelgelerini bize sunarken, bu şekilde fetişist
olan bir karakterin normalize edilmesine işaret ediyor. Televizyonu ve
elektronik aletleri birleştirerek kendine robot bir mastürbasyon aleti yapan
cinsel içerikli dergiler satıcısı, ondan dergi alıp horoz kafası yapan bir
adam, komşusu ile karşılıklı platonik olarak sado-mazoşist fantezileri olan bir
kadın, bir başka karakterin fetişist olgusu olan bir kadın, onun kocası dokunma
fantezisi olan bir dedektif ve belirli bir mantığa sığmayan sembolik fetişi
olan bir postacı kadını izlediğimiz filmde, toplumun baskı rejiminden
sıyrılmış, kendilerine sunulan sınırsız özgürlük kavramı çerçevesinde ve
kapitalist toplumun onlara sunmuş olduğu fetişist objelerle insanoğlunun
doğasına ait olan tatmin olma olgusunu görüyoruz.Yönetmen Švankmajer, en
temelinde insanın ona sunulan özgür iradesi çerçevesinde kendi yaşama çizgisini
çizmek isteği, bunun olabileceğini ve
sonuçlarını irdelerken, absürt gözüken bir çok detayla günlük yaşama ait olan
ironileri de işliyor.
Bireysel ve kendine
özgü fetişist kavramı incelediği filminden sonra, yine belirli bir metne bağlı
olmamasına rağmen bilinen bir temayı işlediği "Little Otik"(2000) filminde, Svankmajer, insan oğlunun
histerik kavramlar çerçevesinde sahiplenme ve bunun doğurduğu sonuçlar üzerine
kendi satirik anlatımını işliyor. Konusu gereği basit bir ilerleyiş ve yüzeysel
bir hikaye olarak gözüken film, hem aktardığı alt metinle hem de insanın kurgu
dünyasındaki küçük detaylar çerçevesinde derin sorunlara yine etkileyici bir
biçimde değiniyor.
Modern toplum
içerisinde yaşayan ve bebek sahibi olamayan bir çiftin bunu en temel sorun
olarak görmeleriyle başlayan hikaye, daha sonrasında adamın eve bebeğe benzeyen
bir odun parçasıyla gelmesiyle ilk absürt adımını atıyor. Kadının histerik bir
biçimde bu cansız nesneye bağlanması ve yaşadığı modern apartmanda komşularına
hamile taklidi yaparak eksik olan bireyin ailelerine katılması ekseninde
ilerliyor. Tüm bunlar eşliğinde tedirgin bir koca, apartmanda yalnızlık çeken
küçük bir kızın, yeni gelecek bir arkadaş sevinciyle ailenin peşine takılması
ve kadının cansız olan bir odun parçasını kendi düş dünyasında yaşatmasıyla
ilerleyen sürrealist bir gerçeklik dünyasında kendimizi buluyoruz. Özellikle
karakterleri toplumu temsil eden bireyler
olarak sunarken, bu açısıyla toplumun içindeki değerleri
de açığa koyan yönetmen, bazı noktalarda toplumun
açlığını, kısa filmlerinde de kullandığı yemek sembolleriyle medeniyet
ekseninde sorguluyor. Günümüzde dahi hala her şeyin bir tüketim maddesi olarak
görüldüğü toplumda, insanların çocuk sahibi
olmasını bile bir tüketim çılgınlığı kavramının sonucu olarak görüp buna
eleştirel bir sunuş yapıyor. Aslında ters nokta olarak işlediği bir konuda
küçük Otik'in, her şeyi yiyen biri olarak gösterilmesinden doğan, insanın
doğayı tüketmesi kavramının üzerinden sunuluyor. Belirli noktalarda medya ve
moda kavramlarının da bireyler üzerine etkisini güçlü bir şekilde
görselleştiren Švankmajer, çocuk sahibi olmayı modanın bir parçası olarak
gösteriyor. Toplum içerisinde hissedilen baskının ebeveynden çocuğa geçişi
kavramı da resmedilen film, karakterlerin içinde
bulundukları hikayenin farkında olmalarına rağmen, bildikleri gibi yaşamalarını
sunuyor. Bu şekilde seyirci açısından da farkındalığı daha belirgin kılıyor.
Sonraki yapımdaysa "Lunacy"(2005) de deliliğin
görselliğini sunan yönetmen, tüm filmlerinde
olduğu gibi bir konuyu absürt bir şekilde işlerken, bunu toplum ve medeniyet
çizelgesinde ilerleyen yaşamlarımıza odaklıyor. Temel olarak anlaşılması güç
yapısına rağmen, kendine özgü mizahı, Poe edebiyatının ögesel bütünlüğü ve
Sade'ın cinsel özgürlüğü gibi kavramların bir harmanı olarak ortaya çıkan bir
yapım. Bazı noktalarda korkusal ögelerin de hissedildiği filmde, film bir korku
filmi olarak değil de, Švankmajer'in kendine
özgü mizahının bir seyiri olarak görselleştiriliyor.
Annesinin bir akıl
hastanesinde ölmesiyle, psikolojik rahatsızlık veren rüyalar görmeye başlayan
Jean karakteri ve ona yardım etmek isteyen zengin Marquis çerçevesinde
ilerliyor hikaye. Dilsiz bir uşak olan Marquis'in yardımları, Jean'ı
iyileştirmekten öte daha kötü olmasına neden oluyor. Kendi korkusu olan
"ölmeden gömülme" korkusunun da üstünden gelmeye çalışan Marquis,
Jean'a sağlıklı olması için akıl hastanesinde kalmasını öneriyor. Her zaman
çıkacağı gözüyle baktığı hastanenin, aslında göründüğü gibi olmadığının farkına
varmaya başlıyor. Švankmajer filmlerinde işlediği göründüğü gibi olmayan toplum
olgusu, burada bir deli hastanesi olarak resmediliyor. Yönetmen bu filminde, din karşıtı,cinsellik ve kanla bezeli
ayinler olarak işlediği etmenlerde, Jean'ı inançsal yapısıyla ele alıyor.
Özgürlükçü yapıda gözüken hastanenin aslında baskıçı kapitalist bir sunumunu
yaparken, bu anlamda kapitalist sanat bakışının da geldiği noktayı ağır bir
biçimde eleştiriyor Švankmajer. Tüm bunların
çerçevesinde delilik işleyişinde, özgürlük-baskı normlarının çerçevesinde,
insanın yaptıklarının özgür düşünce mi yoksa ona sunulan toplumun düşüncesine
göre mi tayin ettiğini bir akıl hastanesi kılıfından sunuyor.
Usta yönetmen Jan
Švankmajer'in kendi görselliğinden bize sunduğu son filmi "Surviving Life", hem psikoloji hem de mizahi incelikleri
işlediği filmidir. Filmin çekimi aşamasında elindeki bütçenin az olması
nedeniyle kağıt kukla yöntemi kullanarak çektiği filmi, belirli açılardan da
kendine özgü mizahıyla da film endüstrisine bir eleştirel bakış uygulamıştır.
Yine kendine özgü görselliğini Brehctvari bir anlatıyla sunarak izleyiciye
izlediğinin bir kurmaca olduğunu sunmaktadır. Temel psikanaliz söylemler ve
insan doğasına ait normların işlendiği film, atmosferi ve estetik açısı
nedeniyle eski animasyon tekniklerini en başarılı şekilde işlediği bir filmdir.
İnsanın
gerçekçiliğinden uzak bir şekilde, rüya aleminde işlediği filmde, Eugene her
yastığa başına koyduğunda kendi rüya dünyasında, kendine ve geçmişine arzu duyar. Freudyan bir psikanalitik unsurda, rüyalarının
kadını olarak gördüğü kişi annesidir ve bu rüyalarında kendisini babası olarak
tanımlar. Bu şekilde ilerleyen rüyalarına bazen anlam veremeyişi, kendi
gerçekliğinin önüne geçmesine neden olur. Tabi bu tanımlamayı yaparken, gözden
düşmüş bir yaklaşımdan daha çok, cinsel sembollerle donatılmış zihninin
derinliklerinde, kendi hayatının en temel parçasına, yaşamındaki arzulara ve
benliğinin sınırlarına ulaşmaya çalışır. Bir bireyin en saf haliyle resmedilen bilinçaltına
ilerlediğimiz bu yolculuğumuzda Švankmajer, klişe etmenlerle eleştirel
kimliğini bize sunarken, bizi dürüst bir tutumla da karşı karşıya bırakır. Bize
bireyin bilinçaltının absürt bir detayını ve onun doğasını içten bir tavırla
sunarken, gerçekçi bir insan eleştirisi yapmakta başarılı bir işçilik ortaya
koyar.
Zihnin karmaşık ve
sürreal durumlarını çıkarmakta oldukça
başarılı olan yönetmen Jan Švankmajer, filmlerinde sıkça ortaya koyduğu absürt
gerçekliği, doğup büyüdüğü Prag şehrinin üstüne sinmiş Kafkaesk anlatımıyla,
karanlık ve satirik görselliğiyle çağımızın en önemli sanatçılarından biri
olarak görülmektedir."Insects"
le 2018 yılında buluştuğumuz usta,
bize sunduğu filmlerindeki kendine özgü mizahı ile toplumu, insanı ve onun doğasına
getirdiği eleştirel kavramlarla da kendi özgünlüğünde ilerleyen bir yönetmen.
Başlıkta da yaptığımız tanıma uygun bir şekilde; absürt bir kukla ustası,
sürrealist bir gerçekçi ve kara grotesk bir sanatçı Jan Švankmajer. Onun
medeniyetimiz ve günümüzde insanın hayal dünyası için söylediği bir sözle
bitirirsek;
"Medeniyetimizde hayal
gücünün en temel kökeni olan rüyalar, sürekli olarak engellenmiş ve yerine
sözde bilimsel akımımızı öncüleyen absürditeye bırakmıştır."
--------------
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız?
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder